Çocukluk insan beyninin kuytusunda sakladığı en parlak vahasıdır. Herkesin geçmiş dediği, arkamızı dönüp baktığımızda hiç geçmediğini kanayarak bildiğimiz, iyisiyle kötüsüyle hep peşimizde olan, sadece bir uzaklığa dönüşen yerdir orası.

Orası duygu dünyamızın serpilip geliştiği yıldızlarca uzaklıkta, her an göz kırpan bir yalnızlığın çan çiçeğidir. O çan çiçeği ki dibine düştükçe hüzünlenir, dellenir yeniden koşmak isteriz o yabanıl ülkeye. Anıların iç çekimiyle yaralandığımız düşürüldüğümüz siperlerden kalkar anımsamanın iyileştirici şifalı ormanına sokuluruz.

İşte İspiro böyle günlerden bir düş ülkesinin izleği olarak kalmıştı aklımda. Pek çok kez dinlemiştim onun hikâyesini. Dağlarda çam ağaçlarının akma kokusunda keklik sesinde bir halk kahramanına dönüşmüş, gâvurluğu bile unutulup gitmişti. Bazen köylüler kızdıklarına, onun gavurluğuna vurgu yapmak için “İspiro tohumu” dedikleri de olurdu. Bütün bu söylemlerin çok uzağında, halkın belleğinde bütün eşkıyalar gibi kendi hikâyesini kendi olumlayan ve çoğaltan bir çekimi vardı onun da.

İspiro’ya ilişkin çocukluğumda birbirini dışlamayan pek çok öykü parçası dinledim anlatıcılardan. Yıllar sonra ona ilişkin bir çalışma isteği ile yola çıktığımda aynı zamanda çocukluğuma da giden bir yola girdiğimi fark ettim. Yörenin en yaşlılarından bir liste oluşturmak için Yangı köyündeki Turgut Yılmaz  ile buluştuk. İspiro’ya ilişkin ilk görüntülü kaydı yaparak onun da yardımıyla gidilecek kişilerin listesini oluşturdum.

İspiro anlatıcıların söylediklerine göre Cumhuriyetin ilk yıllarında, Toroslarda kerestecilik işiyle uğraşan bir Rum’du.(Bulgar diyen de var) Ne olduysa olmuş, bir cinnet anında kendi anne babasını öldürerek Sandıras dağına çıkmıştı. Ünü, Torosların civarlarındaki bütün köylerde yayılmış, düzgün fiziği ve mavi gözleriyle güzellerin sevdalısı olmuştu aynı zamanda. Çok canlar yakmış, aşklar yaşamış. Bu ilişkilerden doğma, şimdi hayatta olmayan bir oğlunun çocuklarının Yuvarlak çayın kenarına kurulu bir restoranı hala işlettiklerini söylediler.

Cumhuriyetin ilk yıllarındaki boşluktan yararlanarak dağda kendi ekibini oluşturmuş klasik halk içinde, halka yardım eden, onların hamisi rolüyle uzun zaman güvenlik güçlerini uğraştırmış; peşinde dolaştırmış. Daha sonra Jandarma komutanı Kara Binbaşı, dağlardaki diğer eşkıyalara haber salarak İspiro’yu ölü ya da diri getirene af çıkarılacağını müjdelemiş. Bu haber varması gereken yerlere tez elden kanatlanmış, ulaşmış. İspiro’yu yakalamak isteyen karanlık gölgeler Sandıras dağının kuytularında, mağaralarında onu aramaya başlamışlar bile.

Günler sonra İspiro’nun yanına sığınan iki çingene bir punduna getirip eyleme geçmek için fırsat kollamaya başlamış. Gece vakti yıldızlı bir vadide çamların sesine kulaklarını dayayıp göğü kucaklarken gece kuşları harekete geçmişler. İspiro’nun iyice uyuduğuna emin olunca biri kayaya yaslı silahı alıp tetik düşürmüş, fakat mavzer ateş almamış ilk çakışta. Tetik sesinin vızıltısı karanlığa yayılan sessizliğe dönüşüvermiş o an. Şaşkınlıkla onun uyanmasından korkan iki gölgeden biri bir kaya parçasını alarak kafasına defalarca vurmuş.

Sabahla birlikte İspiro’nun önce başını sonra diğer uzuvlarını keserek Beyobası’na getirmişler.

Anlatıcılardan biri, annesinin yedi sekiz yaşındayken sırığın ucuna takılı başını davul zurna eşliğinde şehirde dolaştırdıklarına şahit olduğunu söylemişti. İspiro, diğer anlatıcılardan dinlediğime göre aynı gerçekliğin bazen kesişen, bazen uzaklaşan bir efsanenin acı sonla biten yaşanmışlıklarının baş aktörüydü.

Halkın hafızasına yerleşerek onun hayal dünyasının bir imgesine dönüşen nice kahramanlar gibi İspiro, sözel tarihin bir parçası olarak kalmıştı yıllardır. Onu sözlü tarihinden koparıp ete kemiğe büründürmek artık zorunluluk haline gelmişti benim için.

Çevrede araştırmalara devam ederken ilçede lastik tamirciliği yapan tanıdık biriyle ayaküstü bir sohbetimizde İspiro yurdunun(ev) kendi evinin yanında olduğunu söylemesiyle şaşırdım. Gerçekten onun evinin yanında yıllar önce Rumlardan kaldığı söylenen çok güzel bir ev vardı. Daha sonra bu binanın yıkılıp yerine villa yapıldığını anımsayınca bilginin doğru olabileceğini düşünerek söylencenin ete kemiğe bürünen bir belgeye dönüşeceği sevinciyle irkildim. Hemen sözleştik öbür gün sohbet etmek için.

Lastikçi dükkânında buluştuğumuzda evine bir koşuda gidip eski bir tapuyla çıkageldi. Tapuda “İspiro” adının geçtiğini görünce hayatımın en büyük ödülünü almışçasına sevindim. Artık halkın dilinde bir efsaneye dönüşen İspiro’nun izine rastlamıştım.

Yıllar önce kaybetmiş olduğum bir dostu bulmuş gibi heyecanlıydım. Sanki tapu elimden alı verilecekmiş gibi tapuda İspiro’nun adının geçtiği bölümü deklanşöre art arda basarak kayıt altına aldım.

Eve dönerken çiçekli yollardan onunla laflayarak geçtim. Yanı başımda gülümseyen bir çift mavi gözle yürüdüm, daracık sokaklardan açılan yıldızlığı göğün tarhına.

İspiro bu dağlardan bir yel gibi düş gibi aktı geçti.

Halkların derin ormanın uç denizlerinden sonsuzluğa.