Bazı orthodox Marksistler yolsuzluk operasyonları 17 Aralık günü ilk başladığında "Bu, kapitalizmin sorunudur. Kapitalizm alt edilmeden, yolsuzlukların üstesinden gelinemez“ gibi, çözümleri erteleyen, kibirli bir tutum takındılar. Kibirli diyorum çünkü çokbilmişlik gösterisi olan bu cümlede aslında hiçbir şey bilmemezlik saklı.

Öncelikle, kamu kaynaklarının politik erk ile elde edilmesi şeklinde kabaca tanımlanabilecek olan yolsuzluk, kapitalizm dışındaki sistemlerde de vardı. O çok övdükleri Sovyetler’de de yolsuzluk vardı, Osmanlı’da da. İkincisi, Danimarka, İsveç, Norveç gibi güçlü bir kamu ekonomisine dayalı sosyal demokrat deneyimlerde ise yolsuzluk yok denecek kadar az ve vakalar da cezalandırılıyor. Almanya Cumhurbaşkanı Wullf 700 Euro tutarındaki yolsuzluk nedeniyle istifa etti, yargılandı. Oysa Almanya Türkiye denen cumhuriyetten çok daha fazla kapitalist bir devlet. Ve Lockheed skandalının aydınlatılmadığı tek ülke de Türkiye.

Dolayısıyla yolsuzluk kapitalizmle değil, zayıf kamu ile ilişkili. Kamu ise güçlü devlet veya güçlü piyasanın olduğu yerde zayıf kalır. Yolsuzluğun İskandinavya’ya nazaran ABD’de daha çok olması güçlü piyasa ile; Türkiye, Mısır, Rusya gibi ülkelerde daha fazla olması ise güçlü devlet ile açıklanabilir.

Peki güçlü kamu’nun ayırt edici temel aktörü, bileşeni nedir?

Cevap net: Sendika! Meydan okuyan güçlü emek hareketinin olmadığı ülkeler, ABD’deki gibi başı boş regüle edilmeyen piyasaya veya Rusya’daki gibi devletin ekonomik kararlardaki tahakkümüne ve yüksek gelir dağılımı adaletsizliğine boyun eğmek durumundalar. Dolayısıyla kaynaklar kamu yararından ziyade dar bir zümrenin çıkarlarına göre dağıtılma eğilimi gösterirler.

İskandinav ülkelerinde sendika üyelik oranlarının % 70'ler civarında olduğunu ve 1970'lerden bu yana azalmak bir yana tersine artma eğilimi gösterdiğini not edelim. ABD’de ve Türkiye’de ise bugünlerde bu oran % 10-15 civarındadır.

İktisadi kararların farklı toplumsal çıkarların tatmin edileceği şekilde biçimlenmesi ancak o karar süreçlerine müdahil olacak kadar güçlü ve meydan okuyabilen farklı aktörlerle mümkün. Bugün AKP hükümeti yolsuzluğunu tekelleşmiş iktisadi ve politik gücüne güvenerek yapabilmektedir.

Dolayısıyla güçlü kamu ve onun önemli bileşeni olarak güçlü sendika, hem devleti hem de piyasayı absorbe ederek kamusala dayalı bir iktisadi hayatı dayatırlar. Çünkü işçiler piyasadaki güçlerini sendikalar aracılığıyla siyasal ve toplumsal alana kanalize edebilirler.

Keza arkasına sendikal hareketin gücünü ve baskısını alamayan sol partiler de hedefledikleri siyasi reformları yapma becerisinden mahrumdurlar. O yüzden sırtını DİSK’e değil Cemaat’e dayayan bir CHP’den ne demokrasi ne de yolsuzluğa karşı güçlü bir kamusal ekonomi inşa etme konusunda umut edilecek hiçbir şey yoktur.

Öte yandan Türkiye’de ortaya dökülen kimi gerçekler (en son örnekler olarak yolsuzluk ve darbe girişimlerine dair kayıtlar, Kabataş’taki görüntüler, Gezi direnişinde katledilen gençlere dair görüntüler) demokrasi aktörlerinin mücadelesinden değil; kirli aktörlerin (Cemaat, AKP, Ergenekon) kirli kavgaları üzerinden ortaya çıkıyor. Bu kirli kavgalar da, bu tür bilgilerin ortaya çıkmasının normal bir demokraside beklenen iyi gelişmelerin gerçekleşmemesine sebep oluyor. Yani AKP-Ergenekon kavgasından demokrasi çıkmadığı gibi, Cemaat-AKP kavgasından da adil bölüşüm ekonomisi çıkmayacaktır. Çünkü güçlü bir kamu ekonomisinin güçlü başat aktörü olan sendika eksiktir Türkiye’de. Bu fırsatla, HDP’nin de sendikal hareketle bağının olması gerekene göre zayıf kaldığını da belirtmiş olalım.

Velhasıl yolsuzlukların üstesinden gelmek için kapitalizmin sonunu beklemeye gerek yok...