Mahkemelerin adaleti sağlama işlevinin bertaraf edilmesinden parlamentoda siyasî temsil hakkının gasp edilmesine…

KHK’ler ile işçi, memur, öğretmen her kesimde yaratılan mağduriyetlerden akademik kıyıma…

Bağımsız medyayı hedefe koyarak gazetecilerin tutsak edilmesinden ve binlercesinin ekmeğiyle oynanmasından halkın haber alma kanallarının kapatılmasına…

İşçinin kıdem tazminatına göz dikilmesinden artan iş cinayetlerine…

Her yaştan işsizler yaratılmasından yolsuzluk dosyalarını, para dolu ayakkabı kutularını unutturma seferberliğine…

Cinsel istismarı yasal hâle getirme çabalarından vakıf ve imam-hatip okullarındaki cinsel istismarcıların korunup kollanmasına…

“MİT TIR’ları” ile askerî malzeme sevkiyatından Suriye’deki iç savaşa müdahale edilmesine…

İsraf saraylarından doğa katliamlarına…

İfade hakkının kullandırılmamasından yaşam hakkı ihlallerine, yargısız infazlara…

Eski dostla ortaklık bittiğinde yaşanan darbe girişimlerinde masum insanların ölümünden siyasî davalarda dünden bugüne yaşanan intihar vakalarına…

Kürt sorununun demokratik çözümünün önüne döşenen taşlardan “ya başkanlık ya kaos” tehditlerine…

Cezaevlerinde yaşanan insanlık trajedilerinden açlık grevlerine kulak tıkanmasına…

Gezi Parkı için insan ölümleriyle sonuçlanan emirlerden meydanlarda acılı annelerin yuhalatılmasına…

Düşmanlaştırma odaklı siyaset şeklinden ideolojik aygıtlarla kurulan “ölüm mekanizmalarına”…

Hamâsi nutuklardan yayılan nefret söylemlerine, cinsiyetçi söylemlere…

İtirazımız var!

Hakkı hukuku yok sayan, demokrasi ve barıştan uzaklaştıran itiraz edilecek daha birçok somut olay sayılabilir.

Meclis’in üçüncü partisinin liderlerinin ve vekillerinin tutuklu olduğu, evet için tüm devlet imkânlarının hakkaniyetsizce kullanıldığı, değişikliğin ancak “PKK’nın, ‘FETÖ’nün, IŞİD’in ‘Hayır’ dediği yerde insan ‘Hayır’ demeye utanır” diye savunulduğu bir OHÂL sürecinde “referandum” yapılıyor. 

Tam da itiraz ettiğimiz noktaların, keyfi uygulamaların her birine hukukî kılıf giydirilmek isteniyor. Siyasî iktidar hazırladığı anayasa metnini siyasal ve toplumsal kesimlerde hiçbir uzlaşı olmadan bir dayatma ile halkın onayına sunuyor.

Anayasa hukukçuları yarınki plebisitte oylanacak olan 18 maddelik anayasa değişikliğinin teknik detaylarını günlerdir ortaya koyuyor. Cumhurbaşkanının Meclis’i fesih yetkisinin olup olmadığı, önerilen sistemde yasamanın durumu, yargı bağımsızlığının sağlanıp sağlanamayacağı, “tek adam” meselesi yalın bir dille ele alındı.

İlk anayasa çalışmalarına dâhil edilen Senedi İttifak’tan (1808), ilk parlamentonun oluşturulduğu Kânûn-ı Esâsî’ye (1876), padişahın yetkilerinin “sembolik” düzeye indirildiği II. Meşrutiyet’ten (1908), “irade-i milliye”nin hukukî olarak güvence altına alındığı 1921 ve Cumhuriyet’in ilan edildiği 1923 Anayasalarına, çok partili düzene geçişten askerî darbelere değin uzun mu uzun çalkantılı mı çalkantılı bir “demokrasi” tarihi…

İyi biliyoruz ki gücün kurumlar arasında dengeli olarak bölünmediği, yargı bağımsızlığının sağlanamadığı, temel hakların güvence altında olmadığı, hesap verebilirliğin olmadığı, yerel yönetimlere kayyumların atandığı, üniversitenin kendi kendini yönetemediği, medyanın sıkı bir denetim altına alındığı ve emeğin örgütlenmesine fırsat tanınmadığı bir düzene demokrasi denilemiyor.

Demokrasi ise bir gün inilecek tramvay değil tüm siyasal ve toplumsal kesimlerin barış içinde yaşayabilmesinin güvencesidir.

Diktatörlüğe giden bir rejimin yolunu açan sisteme hâlâ hayır deme imkânımız var.

yok edin insanın insana kulluğunu,

bu dâvet bizim...

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür

ve bir orman gibi kardeşçesine,

bu hasret bizim...*

______________________

* Başlık ve dizeler Nâzım Hikmet’in Davet şiirinden.