Cihan Karaman, Cizre’ye destek için giden bir üniversite öğrencisi…

Devletin/Devlet görevlilerinin, Avrupa insan hakları mahkemesinin hakkında tedbir kararı almasına rağmen, ambulansın gitmesi engellenerek yaralı halde bekletilip ölmesine sebep olduğu kaçıncı insan olduğunu bilmiyorum.

Daha önce Serhat Altun yaralı olarak bekletilmişti, ölene kadar.

Hüseyin Demir de aynı kaderi yaşamıştı, hakkında Avrupa insan hakları mahkemesinin tedbir kararına rağmen.

Kaçıncı tedbir kararının uygulanmaması…

“Yetmedi mi?” demenin yersiz/yetersiz kaldığı an…

“Bu sonuncu olsun” desek de olmayacağını, gözünü kin bürümüşlerin, kan kokusuyla beslenenlerin durmayacağını, devam edeceğini söylemek yanlış olmayacak.

Toprak kana doymuş olsa da kana doymayanlar var.

Yasalara uymamak, anayasayı ihlal, altına imza koyduğu uluslar arası yasalara uymama güncel uygulamalar haline geldi.

Ne yedi gün boyunca vurulduğu yerde bekletilen, öldükten sonra sokakta bekletilmesiyle yakınlarına, çocuklarına işkence yapılan Taybet ananın düşürüldüğü durumdan utandılar ne de otuz günlükken “terörist” ilan edilip boyundan büyük kurşunla öldürülen Miray bebekten.

İnsani değerler ayaklar altında.

İnsani duyguların yeri olmadığı savaş yaşıyoruz.

Savaş hukukuna bile uyulmuyor.

“Görmezden gelin” , “her şeyi biliyoruz” diyerek geçen iki yıldan biraz daha fazla süren çatışmasızlık hali bir anda kan gölüne döndü.

Üç yüz civarında asker ve polis, elliden fazlası çocuk olmak üzere iki yüz sivil öldü, neden öldüğünü anlayamadan. On binlerce konut kullanılamaz hale geldi. Binlerce iş yeri, sayısız araç yok edildi. Üç yüz binden fazla insan evlerini terk edip bilinmezliklere doğru göç etti/ettirildi.

Bu yazı bittiğinde, rakamların yazılandan fazla olacağı da kesin.

Neden öldü bunca insan?

Bunca yıkım, perişanlık, çekilen acılar neden?

“İstikrar sağlamak”…

Yaşanan hiçbir acı bir karış toprak etmez.

Hangi ananın evlat acısını unutturabilir “istikrar”.

Hangi öleni geri getirebilir?

O kadar çoğaldı ki yüreklerimize kurdurulan mezarlıklardaki taşların üzerinde yazılı isimleri hatırlamakta güçlük çekiyoruz.

Yaşanan, yaşatılan ölümler yaşamı anlamsızlaştırdı. İnsani değerlerimizden şüphelenir olduk. Yüreğimizin yerini şaşırıyoruz.

Her savaş kadar çirkin olan bu savaşın bitmesi için kaç anayasa maddesinin kabul edilmesi gerektiğini bilmiyoruz.

Ne zaman ölümsüz gün geçireceğiz?

Sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı yerlerden alınan haberler karartıyor içimizi. Midemiz bulanıyor insanlıktan.

Tüm çabalarına rağmen ancak bir ay sonra ölen oğlunu alabilen baba "Oğlumun kafası yerinde yoktu. Tamamen yakılmıştı. Ayrıca karnı deşilmiş, bağırsakları dışarıdaydı. Sol kol tamamen parçalanmıştı. Sağ kolundaki bir yara izinden teşhis edebildim. Zaten sağlam kalan uzvu da sağ koluydu." Diyor, insanlığımız ölüyor.

Kafası görünmemesi için mozaiklenmiş, ölüm fotoğrafının altında "Cizir'de 10 Ocak günü akşam saatlerinde katledilen ve saldırılar nedeniyle cenazesi sokaktan alınamayan zihinsel engelli yurttaş Mehmet Tangut'un (32) yüzünün köpekler tarafından yenildiği ortaya çıktı." Yazıyor, okuyunca ölen insanlığımızı kabul etmiyor toprak.

“Baraj altında kalsalardı böyle olmazdı” …

Olmaz mıydı?

Newala Qesaba!

Kasaplar deresi…

İki yüz metrelik dereydi, şimdi her yer newala qesaba oldu.

Yaralılar, ölmesi için bekletiliyor. Ölenler günlerce öldüğü yerde kalıyor.

Ceset kokuyor, ölüm kokuyor şehirler.

Ülkem ceset/ölüm kokuyor…

İnsanlar ölmemeli, Cizre ölmemeli, Silopi ölmemeli, Sur ölmemeli…

Sur ölünce Diyarbakır ölür.

Sur ölünce insanlık ölür, bilmiyor musun?