2015 yılında İngiltere’deki maden işçileriyle dayanışan LGBTİ örgütlenmesinin tarihini anlatan “Pride” filmini izlerken, “Türkiye’deki LGBTİ Hareketi Cumartesi anneleriyle mücadelesini ortaklaştırmadan, Cumartesi annelerinin yanında oturmadan ve Cumartesi anneleri de LGBTİ cinayetlerine karşı çıkarak ‘onlar bizim çocuğumuzdur’ demeden direnişimiz güçlenemez ve mücadelemiz ortaklaşmaz” demiştim.

2015 yılında Cumartesi Anneleri eyleminde bir arkadaş ile tanıştım. Siyah şapkasını takıp Cumartesi annelerine, ardından da F tipi hapishaneleri protesto oturumuna katılırdı. Eline kaybedilenlerden birinin bir fotoğrafını alıp oradaki isyana ve yasa katılırdı.

Jinda adında Bitlisli Trans bir kadındı. Nasıl tanıştık, açıkçası orayı şimdi tam hatırlamıyorum. Ama Cumartesi annelerinde tanıştığımı çok iyi biliyorum..

Onu orada her hafta görünce ‘işte bu’ demiştim; birbirimizin mücadelesine ortak olursak başarabileceğimizi düşünüp heyecanlanmıştım.

Suruç’ta yaşam nöbetine gelen lubunyaları görünce çok farklı duygular hissetmiştim. Oradaki sohbetler ve ilişki beni çok etkilemişti. Suruç Katliamı’nın yıldönümü yaklaşırken, birçok yerde, zılgıtlarını duyduğumuz Suruç Gazisi Loren arkadaşımız hala hapiste. Canlarımızı katledenlerin değil, yaralanan arkadaşlarımızın hapsedilmesi katilin kim olduğu çok açık net gösteriyor. “Pride” filmini İsmail Beşikçi vakfında beraber izlediğimiz Med Ali Barutçu Suruç’a gidip geri dönmeyen arkadaşlarımızdandır...

Başlarken, 2015 yılında Cumartesi annelerinde tanıştığım Jinda adındaki trans arkadaşımı yazacaktım. Fakat ülkede o kadar hızlı yaşanan ve canımızı acıtan olaylar oluyor ki, o acıyı hissetmeden başka bir acı yaşanıyor.. Ülkede insanların psikolojik olarak yaşadıkları travmalar donmuşluktur. Hislerimize yönelsek toplum olarak silkelenecekmişiz gibi geliyor bana! O kadar yaşanmışlık var ki; anlatacak ve yaşanmış o kadar acı var ki, yazmaya başladığımızda ya da anlatmaya başladığımızda, olaydan olaya anlatmak zorunda kalıyoruz. Suruç’ta çocuğunu kaybeden bir ananın söyledikleriyle Jinda’nın son yaşadıklarını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Suruç’ta hayatını kaybeden Deniz arkadaşımızın annesinin ses kayıtlarını dinlerken şöyle demişti: “Bizim o kadar çok derdimiz var ki nerden başlasam bilmiyorum. Bütün okyanuslar mürekkep olsa, bütün ağaçlar kalem olsa, bütün yapraklar kağıt olsa bizim dertlerimizi anlatmaya yetmez” (Ez ji ku da destpêkim ez nizanim. Derdê me wisa zê deye, Hemu dar bibin pênus, hemu pel bibin rupel û hemu behr bibin mürekkep, derdê me binivise xelas nabe)

Trans kadın arkadaşım Jinda ile tanıştığım süreçte, Ermeni Kültür Derneği’nde Nor Radyosunda “Tutsakların Sesi” adlı bir program yaptığım için, Her cumartesi önce Cumartesi Annelerine ardından F tiplerini protesto oturumuna radyo programı için katılırdım. Her Cumartesi Jinda ile karşılaşırdık. O zaman Hêvî LGBTİ derneğinde yer alıyordum. Jinda’yı Hêvi derneği ile tanıştırdım. Dernek kuruluş aşamasında olduğu için derneğin aktif çalışmalarına katılıyordu. O dönem Kamp Armen direnişi vardı. Her hafta sonu ellerinde poşetle alışveriş yapıp oraya geliyor ve orada sabaha kadar kalıyordu. Jinda Boyner mağazasında çalışıyordu. Trans kimliğin görünürlüğü için mağazada çalışması çok önemliydi. Bu iş yerinde yaklaşık 4 senedir çalışıyordu. İlk işe girdiğinde Trans dönüşüm sürecine başlamamıştı. Fakat bedeni ve ruhunu birleştirmek için çabaladıkça ve trans kimliğinin görünür olmasıyla beraber iş yerinde sorunlar yaşamaya başladığını bizimle paylaşırdı. İş yerinde yaşadığı mobing ve kimliğiyle ilgili yaşadıkları sorunları bir araya geldikçe anlatırdı.

Gelen müşterilerin bakışları ve sözlü hakaretleri dışında mağaza müdürünün “Sakal bıraksan saçını kessen bunları yaşamazsın” gibi transfobik yaklaşımlarına maruz kaldığını anlatırdı. Birkaç sefer kendini orada yalnız hissetmesin diye Kartal’da çalıştığı mağazayı birkaç lubunya ile ziyaret edip yanına gitmiştik.

Maltepe cezaevinde kalan trans bir kadın arkadaş, ikimizin de görüşçüsü olduğu için hapishane ziyaretinden kaynaklı da sürekli görüşürdük Jinda’yla. Hapishaneye giderken erkek gardiyanlar hep onu arayacaklarını söyler, o da buna karşı çıkardı. Ben İstanbul’dan ayrıldıktan sonra hapishanedeki gardiyanlar ile yine tartışmıştı. Hapishanede 2 ay görüş yasağı almıştı.

Sürekli Jinda’yla iletişimdeydik. İki gündür ruh halinin çok kötü olduğunu yazıyordu. 4 senedir çalıştığı Boyner mağazasından “Müdüre hakaret” gerekçesiyle işten atıldığını söyledi. Mağaza yetkililerin kimliğini kabullenemediklerini ve gerekçe aradıklarını anlattı.

Jinda, “Zorunlu seks işçiliği yapmak istemediğini, transların farklı iş alanlarında çalışarak trans kimliğin görünürlüğü için önemli olduğunu vurguladı” dedi. “Boyner Mağazası’nın 4 yıllık çalıştığım emeğimin tazminatını vermesini istiyorum. Ayrıca transfobik olan bu kurumu duyurmak istiyorum. Seks işçiliği yapmak istemiyorum. Bu ülkede özgürce yaşamak istiyorum. Bu ülkede herkesin özgürce yaşamasını istiyorum” diye diyor.

Sesi duyulsun istedim…