Radikal gazetesinden Ezgi Başaran; ‘Türkiye, Yahudiler ve Holokost’ kitabının yazarı Türkolog tarihçi Guttstadt ile ile Türkiye’deki antisemitizmi konuştu.

 

İşte o röportaj:

 

Yoğun gündemimizde arada kaynamış olabilir fakat geçen hafta yazar Roni Margulies, Taraf’taki köşesinde taze bir antiSemitizm örneği sundu. Uludağ Üniversitesi’nin İlahiyat Fakültesi dergisinde Dinler Tarihi hocası Yrd. Doç. Süleyman Sayar Yahudileri şöyle tarif ediyordu: “Gerek Mısır, gerek Babil, Yunan, Roma ve hatta İslâm hâkimiyeti dönemlerinde düşmanla işbirliği yaparak yaşadıkları ülkeyi çökertmeye çalışmışlar, ama her seferinde başarısızlığa uğramışlardır.” Bu vesileyle çoğunlukla görmezden gelinen ama bu toprakların içine işlemiş anti -Semitizm eğilimini akademisyen Corry Guttstadt ile konuşmaya karar verdim.

 

Türklerin ‘Bizde ırkçılık yoktur’ argümanı Nazi döneminde Almanya’dan kaçan Yahudileri ülkeye kabul etmesine dayanır. O dönemde tam olarak ne olmuştu, Türkiye gerçekten ‘ırkçı olmadığı için’ mi Yahudileri kabul etmişti?

Bahsedilen dönem, yani 1930 - 40’lı yıllar, aslında tam Türk milliyetçiliğinin ırkçılığa kaydığı bir dönemdir. Türk ‘ırkının’ üstünlüğü iddiaları, ‘nüfus mühendisliği’, gayri Türk nüfusa yapılan tehditler, Türk tarih tezi, güneş - dil teorisi... Nazi Almanyası’ndan kaçarak Türkiye’ye gelen Yahudilere gelince... Bu kişiler, Nazilerin iktidara gelmesinden sonra Yahudi veya muhalif oldukları için işlerinden kovulan bilim insanları, uzmanlar ve sanatçılardı. Türkiye bu insanları, üniversite reformu ve ülkenin kalkındırılmasında belli alanlarda uzmanlara ihtiyaç duyduğu için kabul etti. Sayıları da çok düşüktü. Eş, çocuk ve akrabaları ile toplam 550-600 kişi eder. Ayrıca sayılarını tam olarak bilmediğimiz yaklaşık 300 Yahudi de, mülteci olarak gelip, çocuk bakıcılığı gibi geçici işlerde geçimlerini sağlamaya çalışmıştır. Almanya’dan kaçan toplam 400 bin Yahudi göz önüne alındığında, Türkiye’ye gelen kişi, bu sayının yalnızca ‘binde biri’nden biraz fazladır. Yahudilerin sığındıkları ülkelere ilişkin istatistiklere baktığımızda, Türkiye’nin bu istatistiklerde hiç yer almadığını görürüz. Türkiye’nin bu Yahudileri Almanya’dan kaçmak zorunda kaldıkları için kabul ettiği iddiası da aslında yanlıştır. Aksini söylemek daha doğru olur: Türkiye, uzmanlara ihtiyaç duyduğu için bu insanları Yahudi olmalarına rağmen ülkeye kabul etmiştir. Bu bilim insanlarının çoğunun Yahudi olduğu Türkiye’de zaten pek söylenmemiştir.

 

GİZLİ İŞARET KONULDU

Kucak açmaktan öte fayda ilişkisi var diyorsunuz...

Evet. Zaten 1937’den itibaren Türk makamları, ‘ünlü olmayan’ yani profesör veya uzman olarak çağrılmamış Yahudi mültecileri ülkeden kovmaya başlamış ve girişlerini engellemek için çeşitli tedbirler almıştır: Temmuz 1938’de Türkiye, Alman pasaportlarında din hanesi olmadığı için Türkiye’ye giriş yapmak isteyen birinin Yahudi olup olmadığını anlayamıyordu. Çözüm olarak Alman Başkonsolosluğu’ndan, Yahudilerin pasaportlarına ‘gizli bir işaret’ konulmasını istemişti. Ağustos 1938’de apaçık Yahudileri hedef alan 2/9498 No’lu gizli bir kararname çıkarıldı. Bu kararnameye göre kendi ülkelerinde kısıtlamalara tabi tutulan yabancı ülke Yahudilerinin ‘bugünkü dinleri ne olursa olsun’, Türkiye’ye girmeleri yasaklandı. Türkiye’de yaygın ama yanlış bir iddia, bu politikanın Nazi Almanyası’nın etkisi, hatta baskısının sonucu olarak gösterilmesidir. Bunun anokronik bir izahı şöyle: Türkiye’nin bu politikaya başladığı veya bunu yoğunlaştırdığı dönemde, yani 1937 - 1938’de Nazilerin politikası, henüz Yahudileri öldürmek değil, onları Almanya’dan kovmaktan ibaretti ve Yahudilerin Türkiye’ye ve başka ülkelere kaçmaları Nazilerin işine geliyordu. Dolayısıyla, Türkiye’nin sözünü ettiğimiz bu politikası kendi ‘öz’ politikasıydı.

 

Almanların radikal anti - Semitizmi o dönem nasıl karşılanıyordu?

Türkiye kamuoyunda genellikle reddediliyordu. Nazi Almanya’nın diplomatları, Berlin’e birçok defalar Almanya’dan gönderilen anti - Semit propaganda malzemesinin Türkiye’ye ‘uygun olmadığını’ bildirdi. Ancak aynı dönemin bazı belgeleri bize, anti - Semitizmin sadece marjinal bir fenomen olmadığını, bilakis toplumun ve yöneten çevrelerin içine kadar girdiğini gösteriyor. 1950-60’lı yıllarda anti -Semitizmin Türkiye’de artık apaçık ortaya çıkıp yayıldığı dönemdir. Bunun bir örneği olarak Necip Fazıl Kısakürek tarafından çıkarılan Büyük Doğu dergisini ve taraftarlarını sayabiliriz. Hem Batı ve ‘Batılılaşmayı ahlaksızlığın’ arkasında, hem komünizmin felaketlerinin ‘azmettirici’ olarak ve asıl düşman olarak Yahudileri gösteren bu acayip teoriler, anti - Semitizmin tam tipik bir versiyonudur. Necmettin Erbakan da MilliGörüş hareketinde Yahudileri ve masonları dünyanın ve kapitalizmin bütün olumsuzluklarından sorumlu tutuyordu. 90’lı yıllarda Türkiye’nin siyasi yapılanması yeniden biçimlendi. Sol ve demokrat-liberal çevrelerde Kemalizm eleştirisi ön plana çıkınca yepyeni cepheler kuruldu. İslami kesimin en bariz anti - Semitleriyle ortak platformlar kuruldu. Abdurrahman Dilipak veya Mehmet Şevki Eygi gibi adamlara şimdi ‘İslami düşünür’ olarak hitap ediliyordu.

 

SOLCULARLA İSLAMCILARIN FİLİSTİN DAYANIŞMASINI SAMİMİ BULMUYORUM

Anti-Semitizmin bir ülkede yahut bir bölgede yeşermesi hangi değişkenlere bağlıdır?

Çağdaş anti-Semitizm, Yahudileri modernitenin bütün olumsuzluklarından sorumlu tutuyor: Kapitalizmin olumsuz yanlarından, modern yaşamın karmakarışık olması ve insanların yabancılaşmasına kadar birçok boyuttan sorumlu olanlar Yahudilerdir suçlaması getiriliyor. Dikkate değer bir olgu da şu: Avrupa’da ırkçı anti-Semitizm aslında, Yahudilerin asimile oldukları an, yani çoğunluk toplumundan azınlık olarak kolayca fark edilememeye başladıklarında ortaya çıkmasıdır. Bir anti-Semit için Yahudi olarak fark edilmeyen Yahudi en tehlikeli Yahudidir. Bence Türkiye’de ‘dönmelere’ karşı beslenen ve inanılmaz yaygın olan dönme-fobisi bunun çok çarpıcı bir örneğidir.

 

Peki ya Filistin’deki durum? Bu da o değişkenlerden biri değil mi?

Türkiye’deki solcular ve İslamcılar tarafından ikide bir öne sürülen ‘Filistin dayanışması’ bana çok samimi gelmiyor. Birincisi, Türk toplumunda Araplara karşı duyulan aşağılayıcı görüşler oldukça yaygın. İkincisi; bugün zaman zaman Yahudilere - İsrail’e karşı getirilen “Vatan hainleri, biz sizi misafir ettik, siz de Osmanlı topraklarından pay koparttınız” suçlaması, eskiden İngiliz ve Fransızların desteğiyle Osmanlı’dan kopan Araplara yapılıyordu.

 

Sizce Türkiye’de, İsrail’in politikalarına karşı olmakla anti-Semit olmak arasındaki eşik hangi durumlarda geçiliyor?

Gazze savaşı, Dökme Kurşun Harekâtı veya Mavi Marmara gibi olaylarda hemen hemen bütün Türkiye basınında bu oldu. Sağdan sola İslamcıdan ulusalcıya sayısız örnek vermek mümkün. Bir protesto mitinginde taşınan ‘Hitler haklıymış. Yahudiler her ülkede aynı, onlar insan olmaz’ pankartı bunun en korkunç örneğidir.

 

Makul veya sert bir eleştiriyle anti-Semitizm arasındaki çizgiyi hangi kıstaslar belirliyor?

İsrail’in var olma hakkını inkâr etmek eleştiri sınırlarını aşar. İsrail Birleşmiş Milletler‘in onayıyla kurulan bir devlettir. İnsan, ulus ve ulus devlet fikrine karşı çıkabilir. Ama İsrail‘i diğer ulus devletlerden ayrı tutup ortadan kaldırılmasını talep edip amaçlamak anti-Semitizmdir. Ulus devletlerin çoğu savaşlarda, topraklarında bulunan başka etnik grupları ezerek veya sürerek ortaya çıkmıştır. Türk ulus devleti, Ermenileri katlederek, Rumları kovarak kurulmuştur. Bunu en sert şekilde eleştirenler bile, Türkiye’nin ortadan kaldırılmasını talep etmez. İkinci kıstas: Siyonizmi bir ulusal ideoloji olarak değil, dünya hâkimiyetini amaçlayan bir plan olarak algılamak. Uluslar, ortaya çıkınca kendi var olma haklarını belirlemek ve ötekilerden ayırmak için genelikle birtakım muğlak, dine, kültüre veya ortak tarih gibi öğelere dayanarak bir ulusal ideoloji geliştiriyorlar. Bu bütün ulusal ideolojiler için geçerlidir. Türk ulusal ideolojisi ‘Siyonizm’den ne daha makul ne de daha abestir.

 

İsrail devletinin Filistin halkına uyguladığı şiddeti sonuna kadar eleştirebiliriz ama öyle değil mi?

Elbette ama bunu özel bir Yahudi meşrebe bağlamamak gerek. Bilinen ‘Siz öldürmeyi iyi biliyorsunuz’ sözü bunun bir örneğidir. Türkiye devleti, Kürtlere karşı veya Aleviler, Ermeniler gibi başka gruplara uyguladığı politikadan ötürü defalarca çeşitli uluslararası kurum ve platformlarda eleştirildi ve eleştiriliyor. Ama hiçbir yabancı siyaset adamı bir Türkiye temsilcisine ‘Siz öldürmeyi iyi biliyorsunuz’ demedi ve demez de. ’Gazze Şeridi büyük bir toplama kampıdır’, veya ‘İsrail’in Nazi yöntemleri uyguluyor’ gibi ibareler Türkiye’de hemen hemen her kesimden duyulabilir. Böyle suçlamalar hem Nazi zulmünü ve soykırımı inanılmaz biçimde banalize ediyor hem de İsrail’in meşruluğunu hedef alıyor, çünkü Holokost İsrail‘in kuruluş sebeplerinin biridir. İsrail devletinin politikalarını bütün Yahudilere, özellikle de Türkiye’deki Yahudilere mal etmek kabul edilemez.

 

Türkiye’deki Yahudi cemaatinin tüm bunlara suskun kalmasının sebebi korku mu?

Araştırmalarda halkın yüzde 70’inin Yahudileri komşu olarak istemediği ortaya çıkıyorsa ve politikacılar da onları ikide bir ‘500 yıl önce ülkeye gelen misafir’ olarak adlandırırıyorsa ve bunu ifade ederken aslında onlardan minnettar olmalarının beklendiği mesajını vermek istiyorsa… Zaten, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra bugünkü Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yaşayan ve nüfusunun 120 bin ile 150 bin arasında olduğu tahmin edilen Yahudilerin çoğunluğu bugün Türkiye’yi terk etti. Bugün 20 binden az Yahudi yaşıyor Türkiye’de. Türk Müslüman nüfusu aynı sürede 13 milyondan 78 milyona çıktı. Bence sorgulanması gereken, Türkiye’nin demokratlarının her yana sinmiş ağır anti-Semitizm karşısında neden o kadar suskun ve kayıtsız kaldığıdır. Anti-Semitizm Yahudilerin sorunu değildir, toplumun tamamının sorunudur.

 

Aydınların kulağı duymuyor

İslamcılar tamam da, ulusalcı cephenin de bu konuda pek parlak olduğu söylenemez değil mi?

Tabii ki. Bugün Türkiye’nin siyasi kariyerine, antisemit bir tiyatro örgütlenmesiyle başlamış bir başbakanı var. Karşı tarafta ‘laik-milliyetçi’ yani ulusalcı denilen çevrelerin de en fazla kullandıkları motif yine ‘anti- Semit komplo’ teorileri. İslamcılar Osmanlı ve Abdülhamid’i deviren Jöntürklerin arkasında, Türk milliyetçileri Kürtlerin arkasında ve Kürtler de kendilerini ezen Kemalistlerin arkasında Yahudileri gösterir. Konu böyle vahim olmasaydı bu absürd komplo teorilerine gülünebilirdi.

 

Anti - Semitizmin aydın kesimde de görmezden gelindiğini düşünüyor musunuz?

Aynen öyle. Tehlikeli olan, sadece anti - Semitizmin yaygın olması değil. Asıl endişe verici olgu, kimsenin bu sorunu fark etmemesi, karşı çıkmaması. Aydınların kulakları anti - Semitizmi duymuyor. Başka topluluklara yönelik saldırılara en azından muhalif kesim tepki gösterir. Hrant Dink’in öldürülmesi, Sivas ve Maraş katliamları demokrat kesimin belleğinde, oysa sinagoglara yapılan vahim saldırılar unutulmuş gibi. Anti-Semitizm konusunda Türkiye toplumunda herhangi bir duyarlılık yok. (Radikal)