Rita Ender / Evrensel

Marx, “Yahudi Sorunu”nu tarif ederken; “Yahudi sorunu, Yahudilerin yaşadığı her devlete bağlı olarak farklı bir biçim alır.”(1) demişti.

Yaşasaydı, Türkiye Cumhuriyeti’nin “Yahudi Sorunu”nu tam olarak nasıl tarif ederdi bilemeyiz ama sanırım; “Hamdolsun ki Türkiye’de antisemitizm yoktur” demezdi. Çünkü Türkiye’de antisemitizm vardı ve var. Holokost anması için devletin resmi tören yapıyor olması veya Struma anması düzenlenmesi antisemitizmi yok etmiyor. Ancak dikkat çekiyor.

Türkiye Yahudileri açısından en dikkat çekici günlerden biri yakın zamanda yaşandı: “26 Mart 2015, Perşembe: Edirne Sinagogu coşkulu bir törenle açıldı.”

Harabe halindeyken restore edilen sinagogun açılış töreninde Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç bir konuşma yaptı ve dedi ki; “Ülkemiz dünyanın faklı yerlerinde zulüm görmüş Yahudilerin ihtiyaç duydukları sığınacakları huzur limanı olmuştur.”

Peki, bu huzur limanında; sınır şehri Edirne’deki Büyük Sinagog neden yeniden açıldı? Niye kapanmıştı?

Bugün “eski Yahudi mahallesi” olarak tarif edilen “Kaleiçi”nde yer alan Edirne Büyük Sinagogu bir padişah fermanı (II. Abdülhamit’in fermanı) ile yaptırılıyor. 1905 yılında şehirde büyük bir yangın çıkıyor, 13 sinagog tahrip oluyor ve büyük bir sinagog yapılması kararı alınıyor. Ferman çıkıyor ve Avrupa’nın en büyük sinagoglarından biri olan Edirne Büyük Sinagogu, Fransız mimar-mühendis France Depré tarafından inşa ediliyor.

Padişah gidiyor ama fermanı hükümsüzleşmiyor. “Millet” yerine “vatandaş”lıktan bahsediliyor fakat Edirne Büyük Sinagogu, Edirneli Yahudilerin hayatının merkezinde kalmaya devam ediyor. 1920’li yıllarda 20 bin civarında nüfusu olan Edirne Yahudilerinin binlerce dini ritüeline ev sahipliği yapıyor. Bu ritüellerdeki kimi dualar, Türkiye’deki sinagog müziğinin;  Maftirim’in gelişimi açısından çok belirleyici oluyor.  Ciddi bir Tevrat öğretisi burada gelişiyor.

Etrafında, Büyük Sinagogu çevreleyen sokaklarda Yahudiler yaşıyor. Ve her zaman olduğu gibi yaşamdan öyküler çıkıyor; içinde güzel Yahudi kızı Liza’nın olduğu, Madam Raşel’in cevizli börekitas yaptığı ve şerbete batırdığı…  

Fakat hikâyelerde bile hayat her zaman şerbetli olmuyor.

Bir Haziran günü; 14 Haziran 1934’te Meclis’te 2510 Sayılı İskân Kanunu kabul ediliyor.  Bugün, bu kanunun “Trakya Olayları” olarak anılan saldırıların meydana gelmesine ortam hazırladığı pek çok araştırmacı tarafından dile getiriliyor.

Kanunun kabul edilmesinden yaklaşık iki hafta sonra Edirne, Çanakkale, Kırklareli gibi yerlerdeki Yahudi mahalleleri yağmalanıyor.  Yahudilerin evlerine, iş yerlerine saldırılıyor. Ve Yahudiler evlerini, işyerlerini terk edip, şehirlerini, ölülerini geride bırakarak kaçıyorlar.(2)

Az sayıda kişi kalmak için direniyor. Orada tekrar bir cemaat hayatının olamayacağını bilerek ve anılarına sarılarak… 1969 yılında Edirne Büyük Sinagogu uzun bir dönem için “son kez” açılıyor, kapıları açmak haham David Azuz’a kısmet oluyor. (3)

Sonra o kapı kırılıyor. İçerisi harabeye dönüyor. Çatı dökülüyor. Yıldızlar dağılıyor, avizeler kırılıyor, kitaplar yerlerde yırtık duruyor. Ve 2 taş tablet üzerine yazılan 10 Emir’in 5’inin yazılı olduğu tablet yok oluyor.  Çok yüksek ihtimalle çalınıyor. Ve tesadüf bu ya; çalınan tablette yazan emirlerden birine karşı gelinmiş olunuyor: “Çalmayacaksın!”

Çalmayacaksın emri bugünkü hukuk düzeni açısından da elbette bir kural. Üzerinde çok da tartışılmayacak, buna gerek duyulmayacak açıklıkta bir kural. Fakat her kural öyle değil. Mesela Büyük Sinagog’un bugünkü kaderini çizen mazbut vakıflara ilişkin kurallar er ya da geç, belli ki tartışılacak.

Çünkü eski (2762 sayılı) Vakıflar Kanunu’nun 1. maddesinde belirtilen; “Kanunen veya fiilen hayri bir hizmeti kalmamış olan vakıflar, Vakıflar Umum Müdürlüğünce idare olunur.” hükmü uyarınca kimi cemaat vakıfları kapandı ve mülkleri devletin idaresine geçti.

Edirne şehrinde de, kaybolan Yahudi nüfusu ve ilgili madde gereğince, 1994 yılında Edirne Büyük Havra Vakfı mülkiyetinde bulunan Edirne Büyük Sinagogu’nun idaresi, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne geçti. 2010 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün aldığı karar ile Sinagog restore edilmeye başlandı. Fakat açılış gününe dek, restore edilen Sinagog’un nasıl kullanılacağı konusunda belirsizlikler yaşandı.  Çünkü örneğin Edirne Valisi Dursun Şahin, Sinagog’un müze olacağını söyleyerek tarihe geçen şu beyanatı yaptı:

‘…O eşkıya kılıklı insanlar orada Müslümanları katlederken, biz de onların burada sinagoglarını yapıyoruz. İçimde büyük bir kinle söylüyorum bunu. Biz de onların mezarlıklarının etrafını temizliyor, projelerini kurula gönderiyoruz. Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’ndan tescilini bekliyoruz. Bizim yaklaşımımız nerede, onların yaklaşımı nerede? Yani bunu izleyicilerin takdirine sunuyorum. Buradaki tadilatı sona gelen sinagog, sadece müze olarak, içerisinde hiçbir şey olmadan, o şekilde müze olarak tescil edilecek.’(4)

Sinagogun bugün için sadece bir müze olmadığı şu anda aşikâr. Fakat Vali Bey’in bu açıklamasında yer alan mezarlıklar meselesine, bir meslektaşının yapmış olduğu katkı da unutulacak gibi değil… Edirne’deki Yahudi mezarlığı ile ilgili karar alan zamanın Edirne Valisini, bir zamanlar Edirne Yahudi Cemaatinin başkanı olan Yuda Romano’nun torunu İgal Romano,  büyük sinagogun açılış gününde, şu sözleriyle andı: 

 “Mezarlığımızı istimlak etmek istedikleri zaman Edirnelilerin cemaat başkanı  olan büyükbabam yetkilileri kararından vazgeçirmek için dedi ki ‘Yapmayın. Bu mezarda dünyaca ünlü hahamlar, din adamlarımız, alimlerimiz var’. Hiç unutmam o zamanki vali istimlak kararını çıkardığının ertesi günü, vefat etti. Yine de alınan istimlak  kararını uyguladılar. Mezar taşlarımızı çaldılar, sattılar. Bir haham 10 talebesiyle birlikte bu mezarlıkta yatardı. Düşünün ki ne kadar değerliydi tarihimiz için.  O hahamın ismi Rav Dezannuvyas’tı. Köylüler gelirdi  dedeme hatırlarım, ‘O hahamın mezarına gidelim de birlikte dua edelim, ekinlerimiz için yağmur yağsın’ derlerdi.”(5)

Yağmur yağması için adına dua edilen ölüler huzur içinde uyuyor mudur bilinmez ama polis eskortu ve çok ciddi güvenlik önlemleri ile gerçekleşen bir açılış töreninde Türkiye’nin bir “huzur limanı” olduğunu söylemek pek gerçekçi değil… Gerçek olan Sinagog’un bugün Anadolu’nun diğer şehirlerinde olduğu gibi otopark olmuş olmaması ve gazete manşetlerinde yer aldığı gibi gerçekten “coşku” ile açılmış olması.

Her şeye rağmen,  coşkuyla yaşamak istediğimiz yerde beraber kalabilmek umuduyla…

1 Karl Marx, Yahudi Sorunu, Ankara, Sol Yayınları, 2009, s13

2 Rıfat N. Bali, , İstanbul: İletişim Yayınları, 1999,s. 246.

3 Bkz: Riva Hayim, “Edirne Sinagogu’nu açmak için yola çıkan 800 Sefarad ve 5 numaralı otobüs”,

Agos, 28.03.2015: http://www.agos.com.tr/tr/yazi/11051/edirne-sinagogu-nu-acmak-icin-yola-cikan-800-sefarad-ve-5-numarali-otobus

4 Engin Özmen, “‘Sinagog sadece müze olacak”, Milliyet, 21.11.2014

5 Bkz: Riva Hayim, “Edirne Sinagogu’nu açmak için yola çıkan 800 Sefarad ve 5 numaralı otobüs”,

Agos, 28.03.2015: http://www.agos.com.tr/tr/yazi/11051/edirne-sinagogu-nu-acmak-icin-yola-cikan-800-sefarad-ve-5-numarali-otobus