Fatih POLAT / Evrensel

Suzanna Geske, 18 Nisan 2007 günü Malatya’da Zirve Yayınevi’nde katledilen 3 kişiden biri olan Alman Tilman Geske’nin eşi. Eşi vahşi bir biçimde katledildiğinde üç çocuğu ile birlikte yaşadığı travmaya rağmen bu kentte kalmaya devam eden Suzanna Geske, çok güçlü bir kadın. Bunu onunla yaptığımız bu röportajın akışı içinde verdiği reflekslerle, söyledikleriyle anlayabiliyoruz.

Kendisiyle ile röportajımızı Türkçe yaptık. Çok iyi Türkçe konuşuyor. Sadece bir aksan farkı var. Bazı vurgu farklılıklarını da onun doğal konuşma biçimini yansıttığını düşünerek o haliyle aktarmayı tercih ettik.

1 NİSAN ŞAKASI GİBİ

Sohbetimize başlarken bugünkü davanın kendisinde bıraktığı ilk izlenimi soruyoruz. Gülüyor ve şöyle diyor: “Talep, talep, talep. Bittiii. İki cümle. Bugün zaten 1 Nisan. Şaka gibi.”

O böyle girince, biz de sonra yeniden bugün görülen davanın103. duruşmasına dönmek üzere, en baştan başlamak istiyoruz ve o vahşi katliam gerçekleştiğinde dava sürecinin nasıl başladığını soruyoruz. Anlatıyor:

“Olayın ardından bir avukat çıktı, İsmail Bey. Bu dava için bir avukat lazım, dedi. Sonra Avukat Orhan Kemal Cengiz Bey yardım etti. Sonra sanırım, 2007 kasım gibi ilk dava görüldü. Ben Almanya’da da hiç dava görmemiştim. Bir dava nasıl olur bilmiyordum. Ben olayın bu kadar karmaşık olabileceğini de hiç düşünmemiştim. Benim için davanın başında sadece olayı doğrudan gerçekleştirenler vardı. Ama Avukat Orhan Kemal Cengiz Bey davanın başında bir konuşma yaptı. Ben çok şaşırdım. O anlatınca benim kafamda şöyle bir işaretler, nasıl söylüyorsunuz...”. “Çaktı” diye araya giriyoruz ve ellerini başına götürerek devam ediyor: “Evet çaktı. Haa, bu ülkede böyle şeyler mi var!.. O zamanlar zaten gazete okumaya başladım. Benim için o ana kadar 5 kişi, 3 kişiyi öldürmüş nokta. Bir de buna neden olan nefret vardı. Ama Orhan Bey, arkadaki güçler, şunlar bunlar anlatınca ben çok şaşırdım. Ondan sonra olayı anlamaya başladım. Davada askerler de yargılanmaya başlandı. Kafes Eylem Planı filan. Ondan sonra ben ‘İslamcılar öldürdü’ diye değil, daha kapsamlı bakmak gerektiğini gördüm. Aslında din burada kullanıldı. Şimdi başka ülkeler, Türkiye’de Müslümanlar böyle yapıyor, diye düşünüyor. Aslında öyle değil. Din kullanıldı.”

KOMŞULARIMIZDAN KÖTÜLÜK GÖRMEDİK

O bunları anlatınca, “Davada Hurşit Tolon ve eski jandarma alay komutanının da aralarında bulunduğu askerler ve öğretim üyeleri ortaya çıkınca neler hissetiniz?” diye soruyorum. Çok şaşırdığını söylüyor.

- Peki, eşinizi kaybettiğiniz o saldırı gerçekleştiğinde o güne kadar yaşadığınız kenti sorguladınız mı, ‘Yahu ben nerede yaşıyorum’ diye düşünerek ülkenize dönmeyi düşündünüz mü örneğin?

- Zaten o ana kadar bizim ya da başka Hıristiyanlar hakkında neler söylendiğini, gazetelerde nelerin yazılıp çizildiğini biliyorduk. Alıştık artık. Ama biz, komşularımızdan burada hiç kötülük görmedik. Ayrıca burada bir hayat kurmuştuk. Zaten bir travma yaşadık, bir de bütün düzenimizi bırakıp gitsek ikinci bir travma daha yaşayacaktık. Çocuklarım okula gidiyordu, hiçbir kötülük görmedim bu açıdan da. Çocuklarımın müdürleri, müdür yardımcıları hep iyiydi. Konuşuyorduk onlarla.

- Kaç çocuğunuz var?

- Üç. İki kız bir erkek.

Gülerek, ‘büyüdüler’ diyor. Büyük kızı Michal 21 yaşındaymış ve ODTÜ’de İngilizce öğretmenliği okuyormuş. “Şimdi Erasmus kazandı, çok mutlu” diyor.

-Nereye gidecek?

-İsveç.

Ortanca çocuğu olan oğlu Lukas ise 18 yaşındaymış. Malatya’da Anadolu teknik lisesini bitirmiş. Mekatronik üzerine okuduğunu söylüyor. Küçük kızı Miriam da 16 yaşındaymış: “Malatya’da 3 sene TED koleje gitti. Şimdi bir sene de Almanya’da ek okul yapıyor.”

‘BİZ ONLARI AFFETTİK’

Babalarının katledildiği o olay olduğunda tepkilerinin ne olduğunu soruyoruz. “8 yaş daha küçüklerdi ama gazete okuyorlardı, İnternette yayımlananları okuyorlardı. Neler olup bittiğini anladılar hemen.” diyor.

- Peki şimdi nasıllar?

- İyiler. Her biri davaya birkaç kere geldi. Bu sabah yine söyledim. ‘Anne çok sıkıcı gelmek istemiyoruz’ dediler. Geçen yıl davada tutuklu olan gençler, elektronik kelepçe ile denetimli serbestlik kararıyla bırakıldılar ya, o zaman bir sarsıntı geçirdik. Ama sonra küçük kızım “Ben gidip onları ziyaret edebilir miyim?” diye sordu. “Ne yapacaksın?” dedim. “Hiç, gidip affettiğimi söylemek istiyorum” dedi. “Olmaz” dedim.

“Peki bunu neden yapmak istedi? Dini açıdan mı, yoksa hümanist bir duyguyla mı?” diye soruyoruz. “Dini” diyor ve ekliyor: “Çünkü, benim affettiğimi bilsinler diye düşünüyor ve onların bütün hayatlarını mahvettikleri için üzülüyor.”

- Peki bunları yazabilir miyim?

- Yazabilirsiniz, çünkü bunlar gerçek. Eski zamanlarda da vardı, şimdi de hâlâ var. Biz onları affettik.

- Ama arkalarındaki güçlerin yargılanmasını istiyorsunuz, öyle mi?

- Hayır ben onları affettim, ama sonuçta ben kırmızı ışıktan geçerken polis beni görürse, ‘Ben kusura bakma’ dersem, o da ‘Tamam seni affettim, ama kırmızı ışıkta geçtiğin için şu cezayı ödemen lazım’ der.

Onların da bu yaptıklarının cezasını alması lazım.  Biz kendi açımızdan affettik. Böylelikle kalbimiz de rahat. Bundan huzur çıkar, esenlik çıkar. Ama nefret duyarsanız o sizi de hasta eder.

‘SÖYLEYECEK SÖZ BULAMIYORUM’

Suzanna Geske, “Asıl cezayı o çocukları yönlendirenler çeksinler. Çünkü onların da hayatlarını mahvettiler. Bir tane Rahip Santoro, bir Hrant Dink öldürüldü. Öldürenler hapis yatarken, yaptıranlar rahatlar” diyor.

Duruşmaya dönüyoruz ve soruyoruz: “Neler oldu bugünkü duruşmada sizce?” Sanıkları kastederek; “Herkes çok rahat. Herkes serbest ya, birbirleriyle konuşuyorlar, şakalaşıyorlar. Avukatlarla da. Söyleyecek söz bulamıyorum. Aşağıya indim tutanak almak için. Onlar da tutanak alıyorlar. Sen tek kişisin, onlar çok. Geliyorlar öyle bakıyorlar ya, ilginç bir şey!” Bunları söylerken gülüyor, ama daha çok “hayret bir şey!” der gibi gülüyor.

“Peki, bugünkü duruşmada asker sanıklar ve avukatları, bir gün önceki Balyoz davasında tüm sanıkların beraat ettiklerini belirterek, bunun kendi davalarına da emsal teşkil etmesini istediklerinde neler hissettiniz?” diye soruyoruz; “Ya benim gülmem geldi. Önce Ergenekon’dan, Balyoz’dan yüzlerce kişiyi içeri koydular, şimdi hepsi beraat ediyorlar. İki tarafı da saçmalık aslında. Aslında herkesi tek tek yargılaması lazım ya. Bakması lazım, bu gerçekten tutuklanacak mı? Şimdi de hepsini bırakıyorlar, bıraksınlar ne yapayım.”

- Adalet duygunuz zedelendi mi?

- (Gülüyor) Ya duvarda okuyorum ya, ‘Adalet mülkün temelidir’, aslında öyle olmalıydı, ama gerçekten değil!

Son duruşmada mahkeme başkanı, esas hakkındaki mütalaaya dair esas hakkındaki savunmaların hazırlanmasını talep etmiş olmasına rağmen, davanın o kadar da çabuk bitebileceğine inanmıyor. Ve davanın uzamasına da en çok avukatları için üzülüyor. Bu dava için para almadıklarını belirttiği Erdal Doğan ve diğer avukatlardan minnetle bahsediyor.

ALMANYA’YA GİDİNCE MALATYA’YI ÖZLÜYORUM

Suzanna Geske’ye neden yaşamak için Türkiye’nin İstanbul, İzmir, Ankara gibi kentlerini değil de, Malatya’yı seçtiklerini soruyoruz. Şu yanıtı veriyor: “İstanbul çok karma karışık bir şehir. Ankara fazla Alman gibi. Biz daha doğuya gitmek istedik. İlk Adana’ya gittik. Sonra Malatya’ya geldik. Eşimin İngilizcesi de vardı. Almanca, İngilizce tercümanlık bürosu açtı. Durumumuz iyiydi. Ancak bizi hep misyoner olarak algıladılar. Oysa biz hiç dışarı çıkıp İncil falan da dağıtmadık. Zaten eşim çok çekingen bir adamdı. Biri ancak bana sorarsa o zaman Hıristiyanlığı anlatabilirim, derdi. Zaten öyle misyonerlik bizim tipimiz de değil. Hiç yapmadık da. Biz sadece yaşamak istedik ve işyeri açtık. Bize bir sene iş için izin verdiler. Uzatmak istedik. Uzatmak için on dört ay bekledik. Ondan sonra ‘hayır’ dediler, iş yerimizi kapattılar Ankara’dan. İşte ondan sonra Kayra’ya (Kayra, Zirve Yayınevi’nin eski adı) gitti. Çünkü bir ofis lazımdı. Arkadaşı da, ‘Bana o kadar oda lazım değil, birini sen kullanabilirsin ofis olarak’ dedi. Eşim öyle oraya gitti. Yoksa Zirve ile alakamız yoktu. Sadece arkadaştık. Bugün Malatya’daki hayatlarının nasıl gittiğini, tanınıyor olmaktan dolayı bir sıkıntı yaşayıp yaşamadıklarını soruyoruz. “Aslında çok normal. Bizim komşularımızın yarısı Sünni, yarısı Alevi. Hiçbir sorun yok. Zaten birisi özel olarak kötülemedikten sonra kimse kimse için kötü düşünmez. Ama birisi ‘onlar kötü’ deyince, sen de onlardan uzak duruyorsun, ama gerçekten kimse ne yaptıklarını bilmiyor” diye anlatıyor. Gülerek devam ediyor: “Bir olay oldu. Bizim sitede dört blok var. Son blokta bir market var. Markete gidince birisi gelip bana dedi ki, “Bir şey sorabilir miyim? Burada misyoner bir aile yaşıyormuş.”. Ben de “He, dedim,” bana soruyor, ‘Gerçekten mi?’ O yine ısrar edince, ben de ‘Ya, dedim, aşağıda bir aile yaşıyor da, onlar sizin düşündüğünüz gibi bir aile değil.” Gülüyor;  ‘Ve o kabul etti, çok komikti. Dedim, ‘Aradığın öyle bir kişi yok’. Yani bir hayalet peşindeler.”

Geske, 11 yıldır Malatya’da yaşadıklarını söylüyor ve Almanya’ya gidip biraz uzun kaldığında, burayı özlediğini anlatıyor.

VATANDAŞLIK İÇİN BAKAN İLE BİLE GÖRÜŞTÜM

Geske’nin Türkçeyi bu kadar iyi kullanmasında burada yaşıyor olmak dışında özel bir çabası olup olmadığını anlamaya çalışırken, “Hiç Türkçe edebiyat, roman filan okudunuz mu?” diye soruyorum, “Ben çok kitap okuyorum. Son zamanlarda çok Almanca okudum doğrusu. Kolay geliyor diye” diyerek gülüyor. Tür olarak polisiye seviyormuş. Türkçede Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ını okuduğunu söylüyor. Almanca dışında İngilizce de bildiğini anlatıyor. “Hiç çeviri gibi bir iş düşündünüz mü” diye sorunca yanıtı şu oluyor:

 “Yapamam. Çünkü belgem yok.”

 - Niye belgeniz yok?

 - Benim çalışma ve öğrenme hakkım yok Türkiye’de.

 - Peki Türkiye’de geleceğe dair en büyük hayaliniz ne?

 - Vatandaşlık.

 “Peki bunca zamandır neden bu talebiniz karşılanmadı?” sorumuza ise şu ilginç yanıtı veriyor:

“İlk başvurumuzda teknik bir hata yaptık, reddedildi. İkinci başvurumuzda, Recep Tayyip Erdoğan’ın Almanya’ya gittiği bir dönemden sonraydı. Galiba 2011 olabilir. Erdoğan Almanya’da ‘Türkler Almanya’ya gelmiş, Alman olmuş. Ben Almanları Türkiye’ye davet ediyorum, gelsinler Türk olsunlar’ dedi. Ben hemen (parmağını kaldırarak) ‘ben burada’ yaptım. Bir gazeteci geldi ve vatandaşlık başvurumun ne olduğunu sordu. Ben de bunu anlattım ona. Benim vatandaşlık talebim gazetede sayfada manşetten yayımlandı. Onun hemen ardından nüfus dairesinden bir kadın beni aradı, ‘hemen gel’ dedi. Gittim, İçişleri Bakanlığından yazı gelmiş ve beni vatandaş olmam için davet etmişler. Çocuklarımla birlikte 2012’de başvuru yaptık. Ama o zamandan beri bir yanıt gelmedi. Erdoğan beye dilekçe yazdım. Adalet Bakanı ile (Bekir Bozdağ) Ankara’da yüz yüze görüştüm.”

Hâlâ vatandaşlık başvurusuyla ilgili bir yanıt alamadığına ifade eden Suzanna Geske, bunun nedenini anlamakta zorlandığını söylüyor.