Gazeteci Ersin Çaksu, Minbic’i IŞİD’den kurtarma operasyonunda yaşamını yitiren Minbic Askeri Meclisi Üyesi ve Şems El-Şemal Taburu Komutanı Faysal Ebu Leyla’yı anlattı.

ANHA’da yayımlanan yazıda Çaksu, Ebu Leyla’nın ismini almasını şöyle anlattı: “İsmi başlangıçta herkese garip geliyordu çünkü ataerkilliğin çeteler eliyle kurumsallaştırılmaya çalışıldığı topraklarda bir erkek evladı olduğu için değil, “Ben kızımın babası olduğum için gururluyum” diyecek kadar içselleştirilmiş devrimci bir kişiliğe sahipti Ebu Leyla. Ki bu yüzden kendine isim olarak kızının adını vermişti yani ‘Leyla’nın babası.’

Ersin Çaksu’nun “Savaşın şiirselliği ve ölüme alaycı bakıştı Ebû Leyla…” başlığyla yayımlanan anlatısı şöyle:

Ortadoğu’ya korku iklimi serpilmeye çalışılan ölü toprağına karşı yaşamı  filizlendirenlerdendi Ebu Leyla. Aynı çağda var olma ve tanışma onurunu yaşayanlara çok şey öğretti, yaşamı ciddiyetle yaşadı ama insan icadı savaşta biraz alaycıydı hep. Erkekliğin kutsandığı bir coğrafyada o kızının babası olmakla gurur duydu ve ona yazdığı mektupta, “Yaşasamda şehit de olsam eminim babanla gurur duyacaksın” diyordu. Ne söylense biraz eksik kalacak Ebu Leyla için ama “unutulmaya karşı mücadeledir tarih” bu yüzden “kahramanlık çağı bitti” diyenlere inat anlatmak gerek O’nu…

Rojava Devrimi ya da Kobani direnişi kimine göre “Küçük bir mucize”, kimine göre “Direnmenin yeni adı”, kimilerine göre ise “Başka bir dünya mümkün” diyenlerin bu çağda sarıldıkları umuttu. Estirdiği rüzgarın etkisi bugünlerde Ortadoğu’da yeni devrimlerin kapısını aralarken, orada o mucizeyi yaratanlara insanlık tarihi çok şey borçlu olacak. Tarihin en barbar çetelerinden birinin yarattığı korku iklimini tersine çevirmek için ölümle alay edercesine şiirsel bir savaşa girenlerdendi Ebu Leyla.

Şiir gibi yaşayanlar içindir her dize derler ya Cegerxwîn ‘Kimim ben’ şiiri belki de onun yaşamını ve savaşını özetliyordu.

Sevgili dost, ağlama, aslan yatağıdır dağlar.

Yiğitlerin kelleriyle örülür, kurtuluşun duvarları

Zorla, savaşla, güçle, elde edilir yüceliş.

Boyun eğen esirdir, haydi, yücelere çıkalım.

Özgürlüğün sarayı çok yüksekte, yücelerdedir.

Kelleremiz için iki yer vardır yalnızca.

Esirliğin kirinden, pas tutmuş hançerim

Kimse kansız kavuşmamış özgürlüğüne

Derin koyaklarda uyusan bile, karabasanlar görürsün

Keder kalır sana korkaklık yorganını çekersen başına

Bizler sağ ve yiğitken, düşmanın bağımızdan yemesi ayıp değil mi?

Birçoğumuz onu belki de 10 Eylül 2014 tarihinde Kobani’nin batısında ilan edilen Burkan El Fırat Ortak Operasyon Merkezi’nin kuruluşunda tanıdık. O zamanlar daha Kobani’ye yönelik kapsamlı sadırılar olmamıştı, orada tarihi bir direniş verilmemiş ve sonrasında özgürleştirilmemiş, sonrasında ise Girê Spî (Til Ebyad), Sırrîn, Eyn Îsa, Hol, Xatûniye, Şedadê, Hesekê, Tişrîn ve daha nice yerler IŞİD çetesinin işgalinden kurtarılmamıştı. Kurtarılmadığı gibi IŞİD’in herkesin zihninde yer en “önlenemez bir ilerleyişi” vardı.

KIZININ İSMİNİ GURURLA TAŞIYAN SIRA DIŞI BİR KOMUTAN

İşte o günlerde bugünün Demokratik Suriye Güçleri’nin çekirdeğini oluşturacak Burkan El Fırat kuruluyordu. IŞİD’in kara faşizmine karşı YPG/YPJ ile ortak operasyon merkezi kuran birkaç taburdan biri olan Şems El Şimal Taburu’nun (Kuzey Güneşi) başında Feysal Seidûn, yani herkesin bildiği ismiyle Ebu Leyla vardı. Uzun boyu, tebessümü eksik etmediği yüzü, siyah sakallı ve başında kaşkoluyla duran sıradışı komutan…

İsmi başlangıçta herkese garip geliyordu çünkü ataerkilliğin çeteler eliyle kurumsallaştırılmaya çalışıldığı topraklarda bir erkek evladı olduğu için değil, “Ben kızımın babası olduğum için gururluyum” diyecek kadar içselleştirilmiş devrimci bir kişiliğe sahipti Ebu Leyla. Ki bu yüzden kendine isim olarak kızının adını vermişti yani “Leyla’nın babası.”

EBU LEYLA’DAN LEYLA’YA MEKTUP

Ebu Leyla kızı Leyla’ya yazdığı mektupta şunları söylüyordu: “Sevgili Leylam’a bu bizim savunma görevimizi nasıl yaptığımızdır, sen ve senin gibi çocukların geleceği için çalışmak ve savaşmak. Umuyorum ki sen büyüdüğün vakit babalarımız ve dedelerimiz bizim için hirbirşey yapmadı diye bizi suçlamazsın. İçinden geçtiğimiz bütün riske ve tehlikeye rağmen, senin için ve senin gibi çocuklar için daha güzel bir gelecek için savaştım. Bu ülkede özgür ve güvenli yaşamak için. Sevgili ülkem Suriye’ye özgürlük gelene kadar bu devrime devam edeceğimiz gibi. Seni çok özledim, benim canım Leylam. Yaşasam da şehitte olsam eminim babanla gurur duyacaksın. Öpüyorum baban Ebu Leyla. Kobani.”

VAHŞETE KARŞI SİPER EDİLEN BİR GÖĞÜS

Burkan El Fırat’ın kuruluşundan 5 gün sonra yani tarihler 15 Eylül 2014’ü gösterdiğinde IŞİD çetelerinin Kobani’ye yönelik o kapsamlı saldırısı başladı. Şengal’de vahşi yüzünü gösteren IŞİD Kobani’de de aynı tabloyu sergilemek için harekete geçirilmişti. YPG/YPJ savaşçılarının insanüstü direnişi sayesinde IŞİD’in o çok istediği kaçırma, tecavüz ve katletme politikasının önüne set çekilirken, Batı cephesinde vahşete karşı göğsünü siper edenlerden biri de Ebu Leyla’ydı.

HEP EN ÖN MEVZİLER ARASINDA MEKİK DOKURDU

Hep en ön mevzide olan ve bir mevziden diğer mevzi arasında mekik dokuyan o yerinde durmaz Ebu Leyla’nın peşinde de “ona kendilerinden çok güvenen” savaşçıları eksik olmazdı. Bölgenin coğrafyasına ugun renkte giydikleri toz rengi kıyafetleriyle hemen dikkat çekerlerdi. Derken çatışmalar, kentin içine girdiğinde de Burkan El Fırat’tan kimi taburlar kenti terk etmek isteğinde ise Ebu Leyla ve taburu, devrimci bir hamleyle kentte savaşın en yoğun olduğu Doğu Cephesi’ne geçmek için dayattılar, kendilerini.

SÛK EL HAL’İN DİLİ OLSA DA DİRENİŞİNİ ANLATSA…

Doğu Cephesi’nde de çatışmaların en yoğun olduğu Sûk El Hal (Sebze hali) bölgesini tutan Ebu Leyla ve sayıları belki de 20’yi geçmeyen savaşçısı, IŞİD’e karşı irade savaşına girdiler. “Sûk El Hal’in dili olsa da direnişini anlatsa…” dedirtecek kadar büyük direnişlerin sergilendiği Doğu Cephesi’nde geceli gündüzlü çatışmalar devam ederken; savaş boyunca dinlediğimiz telsizlerden en çok Ebu Leyla’ya yapılan çağırıları dinlerdik.

TELSİZLERDE SÜREKLİ ONUN ADI YANKILANIRDI

YPG komutanlarının “Heval Feysel vegere cihê xwe (Feysel Heval yerine dön)” çağrılarını duyduğumuzda Ebu Leyla’nın yine IŞİD mevzilerinin üstüne üstüne gittiğini anlamak onu tanıyanlar için zor bir şey değildi… Telsizlerden “Heval Feysel te mala cebilxanê xerab kir (Heval Feysel cephanenin/mühimmatın ocağını yaktın) çağrıları geldiğinde ise Ebu Leyla’nın yine o çok sevdiği BKC silahıyla düşman mevzilerini ateş altına aldığını anlardık.

‘VURDUKLARIMI SAYMIYORSUNUZ, ATTIĞIM MERMİLERİ SAYIYORSUNUZ’

Bir YPG komutanının bir gün kendisine “Heval Feysel niye bu kadar cephane harcıyorsun?” diye sorduğunda bize dönerek, “Bakmayın böyle dediklerine onların cephanesi de hepsi benim” demesi ise herkesi güldürmüştü. Aynı mevzu başka bir seferinde açıldığında ise “Vurduğum IŞİD’lileri saymıyorsunuz, attığım mermileri sayıyorsunuz” demesi ise Ebu Leyla’nın bildiğini okuyacağının gösteriyordu…

‘DÛR NEÇE HEVAL…’

Zılgıt ve marşlarla IŞİD’in üzerine yürürken adeta ölümle dalga geçen o adam, gün içerisinde devamlı olarak bir çalışma içerisindeydi. Ya bir mevziyi onarırdı, ya geceden aldığı tecrübeyle sızma yapılacağını tahmin ettiği yerlere mayın döşerdi. O yüzden de elleri devamlı çamur olan Ebu Leyla yemeğe gelmeden önce yoldaşlar hafif bir tebessümle “Feysel Heval ve çamurlu elleri yine geldi” derlerdi. Çatışmaların nispeten durulduğu anlarda da en çok sevdiği parçalardan olan “Em biçûk bûn, evîndar bûn / Ew tiştên berê bûn xewn û çûn (Çocuktuk sevdalıydık / Onların hepsi rüya oldu, geride kaldı)” ile İbrahim Rojhilat’ın “Dûr neçe heval / Zemheri tofan e / Bahoz û boran e (Uzaklara gitme heval / Zemheridir, tufandır / Fırtınadır, borandır) parçasını söyleyerek, savaşçılarına moral verirdi.

KOBANİ DİRENİŞİNİN BÜYÜKLÜĞÜNÜ ŞU SÖZLERLE TARİF ETMİŞTİ

Hiçbir zaman düşmeyen dinamiği ve neşesiyle cepheden cepheye koşan ve o yorulmak bilmeyen Ebu Leyla ile 7 Kasım tarihinde yaptığımız ropörtajda söylediği şu sözler ise Kobani direnişinin büyüklüğünü gösterdiği gibi bugün Kuzey Suriye’yi IŞİD’ten temizleyen Kobani direnişçilerinin kararlılığını daha o günden gösteriyordu: “Herkes Kobani’yi ve Kobani’nin direnişini gördü. Belki önceleri Kobani’nin adını bile bilmeyen insanlara ‘Şam nerede?’ diye sorarsanız, size ‘Şam, Kobani’nin güneyindedir’ cevabını verecektir.”

MÜRŞİTPINAR’IN FEDAİ RUHU

Aynı ropörtajda “Kobani’de yürütülen savaş fedai bir savaştır. (…) Kobani sadece keleşleri, bombaları ve kendi imkanlarıyla 52 gündür direniyor ve inşallah daha da direnecek ve zafer bizim olacak. IŞİD ve Kaide sistemi Kobani’de yediği darbeyi tarihlerinde başka yerde yemedi” diyen Ebu Leyla, yaşamı ile de Kobani savaşının fedai ruhunu gösteriyordu. Nitekim tarihler 29 Kasım 2014’ü gösterdiğinde IŞİD’in Kobani’ye yönelik en büyük saldırısı başlıyordu. O güne kadar üç koldan (doğu, batı ve güney) yapılan saldırılara 4’üncü bir kol eklenmişti ve IŞİD Türkiye üzerinden saldırıya geçmişti.

YİNE YÜRÜMÜŞTÜ ÜZERLERİNE ÜZERLERİNE...

Kobani direnişine 29 Kasım Mürşitpınar Sınır Kapısı saldırısı olarak geçen bu organizasyonda Türkiye üzerinden getirilen bomba yüklü araç içeriye sokulup patlatıldığında Mürşitpınar Köyü’ne getirilen 50’yi aşkın çete kapıyı tutmak için saldırıya geçti. Kapıyı tutmak ise yaralı YPG/YPJ savaşçıları, Asayiş üyeleri ve sivillere kalmıştı. Ancak patlama sesiyle birlikte kapıya koşanların başında Ebu Leyla ve Şems El Şimal’in diğer bir komutanı Ebu Fırat vardı. Çeteleri tarayarak, kapının Türkiye tarafına koşan Ebu Leyla’nın o hemen hemen herkesin izlediği görüntüleri, onun fedai ruhunu gözler önüne seriyordu.

BURASI NE RAKKA NE DE MUSUL, BURASI KOBANİ’DİR

IŞİD’le girdiği her çatışmada telsiz üzerinden Arapça olarak onlara “Burası Musul değil, Rakka da değil. Burası Kobani’dir, Kobani…” diye seslenen Ebu Leyla Mürşitpınar Sınır Kapısı saldırısında başından ağır bir şekilde yaralandığında, bu onun Kobani savaşındaki 7’inci yarası oluyordu. Savaşçılarının kendi değimleriyle “O ateşe atlarsa bir an olsun düşünmeyiz” dediği Ebu Leyla, orada yaralanırken; aynı fotoğraf karesinde onun yanında kapıya doğru koşan Ebu Fırat ise şehit düşmüştü.

MİNBİC AYRI BİR ANLAM İFADE EDİYORDU ONUN İÇİN

Tedavisi tamamlandıktan sonra tekrar Kobani’ye dönen ve taburunun başına geçen Ebu Leyla, Kobani köyleri, Sirrîn kasabası, Tişrîn barajı ve daha birçok hamleye katıldı ve komuta düzeyinde yer aldı. Suriye iç savaşının başlamasıyla Halep’te devrimci güçlerin komutanlığını yapan ve sonasından ise Minbic, Cerablus, Bab ve Tişrîn Barajı’nda hem çeteci unsurlara hem de rejime karşı savaşan Ebu Leyla için Minbîç’in özgürlüğü ayrı bir anlam ifade ediyordu.

SİLÊMANÎ’DE YAŞAMINI YİTİRDİ

Aslen Kobani’li olan Ebu Leyla, savaş öncesi Minbîç’te yaşıyordu. Onun için Minbîc Askeri Meclisi’nin de genel komutanlık üyesi görevini üstlenmişti. Aynı zamanda Demokratik Suriye Güçleri’nin kurucusu ve genel komutanlarından olan Ebu Leyla, 1 Haziran 2016’da startı verilen Minbîç’i kurtarma operasyonunda 3 Haziran günü Xefiet Ebu Qelqel Köyü’nde, bir havan topunun yakınına düşmesi sonucunda ağır yaralandı. Başından aldığı şarapnel parçasıyla yaralanan Ebu Leyla, kaldırıldığı Silêmanî’de (Süleymaniye) doktorların tüm müdahalesine rağmen kurtarılamayarak şehitler kervanına katıldı.

YOLDAŞLARINDAN MİNBİÇ’İ KURTARMA SÖZÜ

Ebu Leyla’nın şehadeti üzerine Minbîc Askeri Meclisi, yaptığı yazılı açıklama ile onun anılarına bağlılık gereği, Minbîç’i kurtarma operasyonunun “Komutan Şehit Faysal Ebu Leyla” adıyla devam edeceğini duyurdu. “Minbîç’i Özgürleştirme Operasyonu’nu onun belirttiği planlama ile sürdürecek ve tüm Suriye’de başarı ve zaferi elde edinceye kadar izinde yürüyeceğimizin sözünü veriyoruz” denilen açıklamada Ebu Leyla’nın anılarını yaşatma sözü verildi.

EBU LEYLA’YI ANLATMAK

Şiir gibi yaşayıp, şiir gibi savaşıp, şiir gibi şehit düşen Ebu Leyla bugün o çok sevdiği uğruna 7 kez yaralandığı Kobani’de Şehit Dicle Şehitliği’nde toprağa verilecek. Bir kahramanın ardından neler söylenir,  kurulan her cümle geleceği kuran kahramanları biraz anlatır biraz ise eksik kalır. Milan Kundera “İnsanın iktidara karşı mücadelesi, hafızanın unutuşa karşı mücadelesidir” diyor. Bize düşen Ebu Leyla ve onun gibi kahramanlarla aynı çağda yaşamanın verdiği onur ve unutulmaya karşı onlara vefa borucu olarak, hatırlamanın mücadelesi ile anılarını ve onların yaşamlarını bir parça olsun anlatabilmek."