Cumhuriyet ve çay tarımı öncesi kendi hâlinde ve kapalı bir halk olan Lazlar için hayat Lazistan'da Lazca akıyordu. Sonra Lazca gereksiz görülen ve unutturulan bir dil haline geldi,dili yaşatma mücadelesi ise geç başladı.


İsmail Güney YILMAZ / BİA


Lazları tanıyor musunuz, duyuyor musunuz seslerini? Lazların bir dilleri olduğundan haberdar mısınız ya da Lazca diye ayrı bir dil olduğunu duymuş olsanız da bu dil nasıl bir dildir, nedir, ne değildir hiç merak ettiniz mi?

Yoksa Lazca size göre de Türkçenin Doğu Karadeniz şivesi ya da olmadı Pontus Rumcası varyantı mı?

Yoksa bu dil Gürcüce ile Rumcanın melezi acayip bir şey mi?

Colchis diye bir şey duydunuz mu ya da "Altın Post"? Lazika? Gubaz? Makron? (T)zan? Megrel?

Kulağınıza daha önce "Ogni" diye bir şey çalındı mı peki? Veyahut Mç'ita Muru3xi, Mjora, Skani Nena, Tanura? Helimişi Xasani, İskenderi 3'itaşi?

Bu ülkenin serhada yakın kuzeydoğu sevahilinde yaşayan Güney Kafkasya kökenli kadim bir halk var, bu halk, kendine "Lazi" der, Laz diye bilinir. Bu kelimeler onların dilinde...

Doğu Karadenizli Türkler, yöresel bir ad olarak benimsedikleri "Laz" (1) adından dolayı bir ayrım yapmak için onlara "Mokhti Laz" (2) derler.

Laz halkının anadili olan Lazca (Lazuri Nena) bugün yok oluşa karşı bir yaşam mücadelesi veriyor.

Cumhuriyetin boy vermesi, yani yeni bir milliyetçilik ideolojisinin, bambaşka bir ulus/millet anlayışının ortaya çıkışı ve akabinde çay tarımının bölgeye girişine (3), yani yerel prekapitalist ekonominin tasfiyesi öncesine dek kendi hâlinde ve kapalı bir halk olan Lazlar için hayat Lazistan'da Lazca akıyordu.

Türkçe, yalnızca bölge dışına çıkınca ya da bölgedeki Laz olmayan nüfusla iletişimde gereken ve genelde yetişkin erkeklerin işine yarayan bir araçtan öte pek bir anlam taşımazdı o zamanlar. Ancak çay ve dolayısıyla devletin tam olarak Lazistan'a (4), (5), (6) girmesiyle, -tahminen- dört bin yıldır yaşayan bir dil olan Lazca da, uzun ömründe görmediği denli büyük bir tehlikeyle yüz yüze geldi.

Bu tehlikenin adı gereksiz görülmek ve unutulmaktı. Yeni ekonomik form ve yeni eğitim anlayışıyla bölgeye yavaş yavaş ama emin adımlarla girmeye başlayan genç cumhuriyet, resmî ideolojisini ve kendisi için hayırlı olan anlayışı / görüşü / bakışı Lazistan'a sokmak için, belki doğrudan doğruya zor araçlarını yürürlüğe sokmadı ama etkileri ve uzantıları günümüze dek süren bir psikolojik ve karşı konulması güç bir savaşı başlattı.

Laz halkına karşı devletçe yöneltilmiş bu psikolojik harekâtın en önemli ayakları "vatandaş Türkçe konuş" şiarıyla (ya da "emri"yle) özetlenen eğitim anlayışı ve bölgedeki ekonomik kabuk değişimiyle halka dayatılan kültürel değişim gerçekliğiyken, akabinde bunlara medya ayağı da eklemlendi. Ki asimilasyonda devlet güdümlü medyanın zaman içinde ulus devlet için vazgeçilmez ve başat öneme haiz bir araç olacağını ayrıca vurgulamaya da pek gerek yok sanırım.

Laz baktı ve şunu gördü; "Bizim konuştuğumuz dile ne okulda; ne gazetede; ne de televizyonda yer var. Bu dil gereksiz !"

Lazcayla mücadele kolu

Lazlar, okumaya, öğrenmeye meraklı bir millettir, okulların yaygınlaştığı dönemde, kız erkek ayrımı yapmaksızın çocuklarını okula göndermeye başladılar. Fakat bir sorun vardı, çocukların anadili Lazcaydı ve okula devam edebilmeleri için kendi dilleriyle hiçbir ilgisi olmayan bir dili öğrenmek zorundaydılar.

Böylece Laz çocuklarına ev içinde, Lazca konuşmaması yönünde baskılar yapılmaya başlandı, gerekçe Lazca konuşan çocuğun Türkçeyi düzgün öğrenemeyeceği,  öğrense de bu dilin bozuk olacağı ve okulunu iyi okuyamayacağıydı.

Evde ebeveynlerinden baskı gören çocuk, okulda da ağzından doğal olarak Lazca kelimeler kaçtığında öğretmenlerinden dayak cezası yiyordu (7), çocuklara teneffüs saatlerinde ve okul dışında da rahat yoktu, çünkü ispiyoncu çocuklardan "Lazcayla mücadele kolu" oluşturulmuştu. Bu çocuklar, Lazca konuşanı gördüklerinde öğretmenlerine şikâyet ediyorlardı.

Tüm bu sıkıntıları yaşayan çocuk da hâliyle anadili Lazcadan uzaklaşarak büyüyordu.  Bu çark 30'lardan günümüze dönmeyi sürdürüyor ve anne babalar Laz çocuklarına Lazca yasağına büyük oranda, aynı gerekçelerle devam ediyorlar.

Fırtına Vadisi istisna

Yetmişlerin ikinci yarısı Lazcanın eriyişinin ve Türkçe karşısında gerilemesinin hızlandığı süreç oldu. Bu etki otuzlarda, kırkların etkisi ve bölgede elektriğin ve televizyonun yaygınlaşmasıyla, dış dünyayla ilişkilerin daha da artmasıyla açıklanabilir.

Andığımız dönemin Lazca açısından en önemli kaybı ve belirleyeni, artık bölgede ilk dil olarak Lazcayı öğrenen çocuğun görülemeyecek kadar az olmasıdır. Fırtına vadisi gibi bazı küçük bölgeler istisnadır.

Burada ilginç olan, o dönem Lazistan'da çok güçlü ve etkili olan devrimci örgütlerin (8) meseleye dair hemen hiçbir şey yapmamış olmaları (9). Hatta çoğu tanıklığa göre solcu gençler de Lazcaya burun kıvırmaktaydılar ve onların gerekçeleri de "Lazcanın ilkellikle eşdeğer" oluşuydu. (10)

Lazca yasaktı. Devletçe yok sayılıyordu. Lazca yer isimleri Türkçe yeni isimlerle değiştirilmişti. Lazca hakir görülüyordu ve en önemlisi Lazlar da kendi dillerine soğuk bakıyorlardı. Ve bu duruma ses çıkaran kimse yoktu.

Devletin asimilasyon politikaları son derece sistemli ve "yeni ulus yaratma" hülyasıyla eşgüdümlü olarak yürütülüyordu. Burada devletin, Lazları, Kürtlerden sonra özel olarak ilgilenilmesi gereken bir topluluk olarak gördüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz.

Bu özel ilginin sebebi de, elbette T.C.'nin Lazlara özel gıcığından değil; ki bunun için hiçbir gerekçeleri yok zaten.

Lazlar, Lazistan işgal altında olmamasına karşın Kurtuluş Savaşı'na inanılmaz ve son derece nitelikli destekler verdiler. (11) Devletin Lazlara karşı bu ilgisi Lazların küçük de olsa bir toprak bütünlüğüne sahip bir millet olmalarından kaynaklanan çekincelere dayanıyordu.

Paranoyalarıyla nam-ı diyar Türk milliyetçiliği ve devlet aklı Lazları ve Lazcayı yok etmek için öylesine eylem plânları düşünmüştür ki, kimileri öğrenildiğinde insanın kanını dondurur. Asimilasyon için önerilen politikalardan biri, uygulanamamış olsa da özellikle dikkat çekici.

Söz konusu plâna göre Lazların, Lazistan'da bir arada yaşaması engellenecek, bölgede kesinlikle Türk memur ve öğretmenler çalıştırılacak ve bölgeye yüzde 50 oranında Türk nüfus yerleştirilecektir. (12)

Lazca için mücadelenin başlangıcı

Laz dili, kimliği ve kültürü için mücadelenin geçmişi pek eski değil ama epeyce eski zamanların münferit ya da dar bir grupça yürütülmüş işlerini ve bazı kişileri anmadan geçmek olmaz.

Bunlardan takip edebildiğimiz kadarıyla en eskisi Hopalı Faik Efendi'nin Abdülhamit'in istibdat döneminde Lazca bir kitap yazmış olması.

Kitabı Abdülhamit'in polislerince yakılan Faik Efendi de hapse atılmış; bir iddiaya göre öldürülmüş.

Lazlar daha sonrasında, İstanbul'da Meşrutiyet döneminde iki dernek kurdular (1914'te Laz Talebe Cemiyeti ve 1919'da Laz Tekâmül-ü Millîye Cemiyeti). Yine aynı dönem içinde, andığımız derneklerle ilişkili midir bilemiyoruz ama İstanbul'da yaşayan az sayıdaki Laz yurtseverce "Tuta do Muru3xi" (Ay ve Yıldız) ve "Lazım" adında iki derginin yayınlandığını da biliyoruz. Ancak ne yazık ki bu dergilerin nüshaları mevcut değil.

Kızıl Lazistan

Kurtuluş Savaşı döneminde Menşevik Gürcü hükümeti desteğiyle kurulan ve halkça destek görmeyen Lazistan Selâmet-i Milliye

Cemiyeti'den adlı ilginç örgütlenmeden sonra Cumhuriyet'in ilk yıllarında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'ndeki (SSCB) Laz

Kongresi'ne Türkiye Lazlarından katılımlar olduğunu ve bunların kovuşturmaya uğradığını biliyoruz.

SSCB demişken, ilk Lazca gazetenin de Sohum'da Mç'ita Muru3xi (Kızıl Yıldız) adıyla 1929'da yayınlandığını, bunu da pek çok Lazca kitabın takip ettiğini de belirtelim. Aynı gazetenin Türkiye'ye sokulmasıysa 1930'da Mustafa Kemal'in imzasıyla yasaklandı. (13)

Laz kültür ve kimlik mücadelesinin sembol isimlerinden Helimişi Xasani de, baskılara dayanamayıp -kendisi pek çok Laz aydın gibi TKF üyesiydi- Sovyetlere geçti. Orada çok değerli ve bugünün Laz aktivistleri için işaret fişeği niteliğindeki Lazca eserlerini vermeyi ölene dek sürdürdü.

20'li ve 30'lu yıllarda MAH'ın (bugünkü Milli İstihbarat Teşkilatı) "Kızıl Lazistan" diye andığı Sovyet yanlısı ayrılıkçı bir örgütün faaliyet gösterdiğini de söyleyelim (14)

Dergiler: Ogni, Mjora, Skani Nena, Tanura

Türkiye'de Lazcanın yaşatılması için asıl mücadele ise 80'lerde Almanya'da "Lazebura" (Laza özgü) adı altında başlayan faaliyetlerin de etkisiyle toparlanan bir grup Laz aydınının 1993'te "Ogni" (Duy) adlı dergiyi İstanbul'da çıkarmasıyla başladı.

Ancak dergi yayınlanır yayınlanmaz Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne düştü. Sonradan beraat etse de, süreç -kimi gazetelerin dezenformatif propagandalarının da etkisiyle - sabote edilmiş oldu. Sadece altı sayı çıkabilen Ogni, en azından bir ses oldu, birbirlerinden haberleri olmayan ve Lazca ve Lazlık için çalışmak isteyenleri buluşturmuş oldu.

Ogni'den sonra Lazca radyo programları yapıldı, önemli kitaplar yayınlanmaya başlandı .Ogni'yi çıkaran çevre sonunda 2000'de Mjora'yı (Güneş) yayınladı ancak bu derginin de ömrü uzun olamadı. Çeşitli baskıları kaldıramayıp ikinci sayıdan sonra yayınına son vermek zorunda kaldı.

Bu dönemden sonra kitap yayınları hızlandı, sözlükler, dilbilgisi kitapları çıktı. 90'ların başından beri yapılmak istenen şey sonunda oldu ve cumhuriyet tarihinin Laz adını taşıyan ilk derneği Laz Kültür Derneği (LKD) 2008 yılında kuruldu.

Dernek Skani Nena (Senin Sesin) adlı hacimli bir dergi de çıkardı. Ama bu derginin yayını dördüncü sayısından sonra dernekteki önemli ayrışmadan sonra sekteye uğradı. LKD'den ayrılan grup da bugün Tanura (Şafak) adlı dergiyi çıkarmakta.

Bugün Laz kültür hareketi, emekleme dönemini hayli aşmış gözükse de, dağınık görünümü sebebiyle (15) sesini duyuramıyor ve etkili olamıyor. Çok yol kat edilmiş ve önemli işlerin altına imza atılmış olsa da (16) bugünkü görüntü yine de pek iç açıcı sayılmaz.

Nenaşk'uni Moğuras! *

Bir dili yaşatmak için gereken şüphesiz yılmadan ve sürekli o dilde çeviri ve telif eserler üretmek ve o dile, dilin kullanıcısı olan halkın ilgisini çekebilmekten geçiyor.

Lazlarda anadillerine karşı bir ilgi yükselişi olsa da, bu açıkça görülüyor ki hiçbir şekilde yeterli bir ilgi değil. Evet, çocuklarına Lazca isimler veren, Laz alfabesiyle yazabilen insanların sayısı arttı ama bu ilgi "Lazcayı yaşatır" diyebilecek durumda değiliz.
Lazcaya karşı yönelen bu ilginin "niteliksiz" bir ilgi olduğunu, durumda pek bir değişiklik yaratmadığını söylersek haksızlık yapmış olmayız.

Hatta bu Lazca merakının Kazım Koyuncu'nun popülaritesi ve onunla beraber Laz kültürel üretimlerinin görünürlüğünün kısmen artmış olmasıyla ilintili içi boş "pop" bir merak olduğu da söylenebilir.

Laz halkına gereken bir kültürel rönesanstır ve mesele halkın bu yeniden inşa sürecini başarıp, başaramayacağı hususunda keskinleşiyor. Bir avuç aydın saygı duyulması gereken işler yapsalar da, taşın altına ellerini koysalar da, Laz halkının bir kültürel rönesansı becerebilme kudreti ve hevesine sahip olduğunu söyleyemeyiz. Çok fazla değil hepi topu elli senelik bir süreç kaldı Lazcanın ayakta tutulabilmesi için. İşte bu kısa elli yıl Laz dilinin en uzun elli yılı olacak gibi görünüyor.

Bu uzun elli yılda eğer halkın ilgisini Lazcaya yöneltemezsek, Lazca yayını "sıradan" bir şey hâline getirmeyi başarıp nitelikli Lazca ürünler sunamazsak, bugün yaptığımız her şey ve bırakacağımız tüm bir miras, ne yazık ki "nostaljik" bir anlam ihtiva etmekten öte bir şey ifade edemeyecek.


* Lazca; "Dilimiz Ölmesin!"

Notlar:
(1) Doğu Karadenizli Türkler dışında Yunanistan'daki Karadenizli Rumlar, Pontus Rum kültürü etkisinde kalmış Gümüşhane'nin kuzey bölgeleri, Artvin Gürcüleri, Hemşinliler ve geçmişinde güçlü bir Gürcü kültürü olan Posof halkı da "Laz" diye adlandırılır genelde. Hemşinliler ve kısmen Gürcüler dışındakiler, yerel bir ad ve lakap olarak "Laz" adının kullanımından rahatsız olmazlar ve kendileri için bu ismi yoğun şekilde kullanırlar. Lazlar, Çayeli ve Şalpazarı arasındaki gruba Pontuslu Rum anlamında "Xorumi" derler.

(2) "Moxt'i", Lazcada "gel" anlamına gelir. Hemşince bilen Hemşinliler ise Lazlara "Con", Gürcistan'daki Gürcüler "Tçani" derler. Lazlara Eski Yunanlılar "Tzan", eski Ermeniler "Tsen" derlerdi.

(3) Çay tarımının bölgede yaygınlaştırılması,1924 tarihli 407 sayılı kanunla karalaştırıldı. Ancak ilk başarılı adımlar 30'lu yıllarda atılabildi,1938'de ise Rize'de çayla ilgili ilk yapılanmaya gidildi. Çay tarımı 50'lerde hızla yaygınlaşmaya başladı, 70'lerden sonraysa artık çay bölgenin tek ekonomik ziraî  ürünü oldu. Örneğin, çay, Pazar ilçesinde puro tütününü tamamen sildi.(Lazlar çayla nasıl tanıştı?)

(4) Lazistan, Rize'nin Atina (Pazar), Art'aşini (Ardeşen), Vi3'e (Fındıklı), Artvin'in Arkabi (Arhavi), Xop'a (Hopa) ilçeleriyle kısmen Çamlıhemşin (Viçedibi, Vija) ile Borçka'yı kapsar. Murgul'da da Gürcülerle karma birkaç Laz köyü mevcut. İkizdere'de (Xuras) 17. yy.'da Ardeşen ve Fındıklı'dan göç etmiş Lazlar, Hemşinli ve Türklerle beraber dört köyde yaşıyorlar ama bunlar Lazcayı unutmuş durumdalar. Yine de İkizdere Lazlarının hafızasında yoğun şekilde Lazca kelime ve cümle var. Ancak bu Lazca biraz "yozlaşmış" gibi duruyor. Bir kaç örnek: "biçkin" (biliyorum= miçkin/miçkun/mişk'un), "eu voor" (iyiyim/ k'ai/vrosi/vorsi vore) ...

(5) 1924'e dek bölgeden daha geniş bir alana (Of ve Batum arası) "Lazistan" deniyordu. Ancak etnik coğrafî terimlerin yasaklanmasıyla bu isim de egemenlerce tedavülden kaldırıldı. Lazlar, bugün kendi coğrafyalarına "Lazona"ya da "Lazepuna" derler ve bu da Lazistan'ın tam karşılığıdır. Çünkü bir ism yasaklanmakla yok olmuyor ve yalan olmuyor pek tabii.

(6) Lazistan nüfusunun çok büyük bir çoğunluğu Lazdır -burada sayılara ve oranlara girmemeyi uygun buluyorum- ancak Lazlardan başka halklar da elbette varlığını sürdürüyor. Bu halkların nüfusça en büyüğü Hemşinlilerdir. Hemşinliler, Pazar, Ardeşen, Fındıklı ve Hopa'da Lazlardan sonraki en yüksek nüfusa sahip halk. Hemşinli nüfusu açısından Pazar ve Hopa diğer bölgelere göre açıkça öne çıkar. Hemşinli nüfus Çamlıhemşin'de de Lazlarla beraber yaşıyor ve hemen hemen bu halkla beraber yarı yarıya bir nüfus oluşturuyor. İlçe genelinde -sadece Kale-i Bala köyü Türk, diğer köylerin kuzeyde kalanları Laz, güneydekiler Hemşinli. Hemşinlilerin Hemşince (Hemşin Ermenicesi) bilenleri sadece Hopa'da yaşıyor. Borçka Hemşinlileri de bu dili bilir. Diğer Hemşinliler (Pazar, Abu ve Baş Hemşinliler) Hemşince bilmezler ve Ermenicenin etkisinde kalmış özgün bir Doğu Karadeniz Türkçesi kullanırlar. Lazistan'da Hemşinli nüfus dışında az sayıda Türk de var fakat meselenin bu yönü biraz karışık. Rizeli, Trabzonlu, Erzurumlu, İspirli, Anzerli, Bayburtlu, Gümüşhaneli adlarıyla geldikleri yörelere göre anılan Türkleri kendi aralarında birleştiren ortak bir bağ -her ne kadar hepsi Türkçe anadilli de olsa- yoktur. Zaten "Türkler" diye sınıflandırdığımız grup içindeki Rizelilerin "Xorumi" diye anıldıklarını belirtmiştik. Bunlar Rumca etkisinde bir Doğu Karadeniz Türkçesiyle konuşurlar. Trabzonlular da böyledir ama yine de farklar var. Lazistan'daki tek Xorumi köyü Pazar'daki Venek köyüdür. Bu iki halk dışında yörede çok az sayıda Gürcü (Pazar ve Hopa'da, anadilleri Gürcüce. Tek köyleri Pazar'da Hamidiye), Poşa (Kafkas Çingenesi. Pazar, Ardeşen, Arhavi, Hopa. Normalde anadilleri Lomavren yani Çingene Ermenicesidir ama bugün kendi aralarında yalnızca bu dilin etkisinde kalmış bir Doğu Karadeniz Türkçesiyle konuşuyorlar. Aralarında Lazca ve Hemşince bilenler de var. Tek köyleri Pazar'da Şileyit köyünün Lazcada "Dervişepuna", Lomavren'de ya da Kürtçede "Xoşnişin" olan mahallesi) ve Kürtler (özellikle Pazar ve Hopa. Ağrılı, Ardahanlı, Karslı Kürtler. Anadilleri Kürtçe, ancak yeni nesilleri Laz aksanıyla Türkçe konuşuyorlar).

(7) Tanıklıklar ve yaşanmışlıklar için bkz.; http://www.lazuri.com/tkvani_ncarepe/nu_ab_hayde_biga_ezdi_jile_bulut.html    http://bianet.org/bianet/toplum/105059-usaklar-ha-bu-lazcayi-konusmayin-da
http://www.medyatrabzon.com/news_detail.php?id=23874
http://tr-tr.facebook.com/note.php?note_id=161511343903380

(8) Devrimci Yol, Halkın Kurtuluşu, Acilciler, Halkın Yolu, Halkın Birliği, Kurtuluş.

(9)  THKO liderlerinden, kendisi de Hemşinli olan Cihan Alptekin'in kaleme aldığı "Lazlar" başlıklı tanıtıcı bildirinin ve Lazistan'daki eylemlerde zaman zaman duyulan "Lazepe ti Konan!" (Lazlar da Var!) sloganının iki istisna olduğunu biliyorum. Bu konuyla ilgili, dönemin de önemli tanıklarından ve birebir aktörlerinden olan Sadık Varer'in ilginç yazısını tavsiye ederim; http://bianet.org/biamag/biamag/126289-lazlar-ve-siyaset. Yine benim kaleme almış olduğum Lazların siyasal eğilimleriyle ilgili hayli kapsamlı bir yazıda da meseleyle ilgili ilgi çekebilecek bazı değinmeler var; http://ismailguneyyilmaz.wordpress.com/2010/02/12/lazlarin-siyasal-egilimlerine-bir-bakis/ .

(10) Lazlar ve sola ilişkin birkaç değinme daha yapmadan geçemeyeceğim. TKF'nin ilk program tüzüğünde Lazistan'ın Kürdistan'la beraber self determinasyon (kendi kaderini tayin) hakkından bahsediliyor. Hikmet Kıvılcımlı Yol adlı kitabında Lazlardan özel olarak bahsediyor. Şu an ne yazık ki kaynak gösteremeyeceğim ama Devrimci Yol savunmasında "Türkiye'de Türkler dışında iki ulus vardır, bunlar Kürt ve Laz uluslarıdır" satırlarını hatırlıyorum. Varyos Yayınlarından 1995'te çıkan MLKP Program Tüzük'te de Lazlar için ayrı bir parantez açıldığını söyleyelim. Kaldıraç adlı ekibin de Lazlara karşı özel bir ilgisinin olduğu görülüyor (Lazuri Mektebi adlı Lazca dil kursu çalışması, Lazlarla ilgili yazılar ve eylemlerde Lazca ya da Lazlara dair sloganlar, dövizler).

(11) Nâzım'ın Arhavili İsmail Hikâyesi adlı eserini okumak bir fikir edinmek için yeterli olacaktır.

12) Rıdvan Akar, "Bir Bürokratın Kehaneti Ya da 'Bir Resmî Metinde Plânlı Türkleştirme Dönemi'", Birikim, sayı 110,İstanbul,1998

(15) Laz Kültür Derneği (İstanbul), ondan ayrılan Laz Kültür ve Dayanışma Derneği (Ankara) ve Lazika Yayın Kolektifi. Lazebura grubu (Almanya ve İstanbul), Sima Vakfı (İzmit), kolkhoba.org, Gola Kültür, Sanat ve Ekoloji Derneği. Arhavi'de Çkuni Berepe (Bizim Çocuklar) adında bir dernek daha var ve Karamürsel'de de bir Laz derneği kurma çalışmalarına başlandığını öğrendik. Ancak bu son ikisi bir "odak" olmaktan ziyade, yerel, kendiliğinden hareket niteliğinde. Laz hareketindeki parçalanmaların sebepleri; "Marksist"-"devletçi" zıtlaşmasından, anti demokratlık, pasifistlik, popülizm, sekterlik, Sorosçuluk, AB'cilik suçlamalarına dek uzanıyor. Lazebura, LKDD, Sima ve Gola'nın bir temasları olsa da, bu, bu örgütlerin tam anlamıyla ittifak hâlinde oldukları da söylenemez. Keza Lazebura grubu -"Lazuri Mektebi" adıyla- Halkların Demokratik Kongresi meclisine bir temsilci sokmuş olsa da, diğer gruplar HDK'yı desteklemediler. Bkz.; http://www.acikgazete.com/yazarlar/selma-kociva/2011/10/31/lazlar-acisindan-bir-degerlendirme.htm?aid=44009

(16) Boğaziçi Üniversitesi Doğu Dilleri ve Edebiyatları bölümüne Lazca dersi konuldu. İlk Lazca telif ve çeviri roman yazıldı, İstanbul ve Ankara'da beş-altı Lazca kursu var ve bu sayı artmaya devam ediyor.