Sultan Kılıç / Demokrat Haber Malatya

Krikor Marc Kazourian’ın dedesi Toros, Malatya’da terzidir. Malatya merkezde ve Babuhtu’da iki evleri vardır. Yazın Babuhtu’da otururlar, bahçelerinde her tür ağaç ve bostan yetiştirirler. Akrabalarıyla, komşularıyla paylaşırlar ürettiklerini. Mutluluk budur, diye kaygısız yaşarken Ermeni soykırımı başlar apansız. Tüm Ermeniler gibi Malatyalı Ermeniler de Temmuz’da zemheriyi iliklerinde hisseder. Babuhtu’daki evlerinde gizlenirler bir süre, balta darbeleriyle parçalanma korkusuyla.

Kışlık evler taranmış, sıra yazlıklara, köylere gelmiş, çember daralmıştır Ermeniler için. Endişe, ölüm korkusu Babuhtu’nun bağlarını cennetlikten çıkarmıştır. Her tıkırtı, ölümün ayak sesidir artık.

Tüm mal varlıklarını, yaşanmışlıklarını, dost, komşu ve akrabalarını arkalarında bırakarak bir gece Malatya’dan çıkıp yollara düşerler. Gündüzleri saklanırlar mağaralarda, ağaç kovuklarında. Parçalanmış giysiler içerisinde, yazı yabanda çoğu zaman ot yemek zorundadırlar. Hastalıktan, açlıktan, susuzluktan, kavurucu sıcaktan, yakıcı soğuklardan daha beterdir öldürülmek korkusu. Zaptiyelere yakalanarak ölüm kafilesine katılırlar, Der-Zor çöllerine doğru sürülürler.

KESİK BAŞLARDAN OLUŞAN PİRAMİT

Bir yerde tepeler gibi yığılmış insan kafasıyla karşılaşırlar. Genç Toros Kazourian’ın göz bebekleri büyür, başı döner, midesi altüst olur, göğüs kafesine sığmaz soluğu, boğazına bir taş oturur, ağzı kupkuru olur, yutkunamaz bile. Kalbinin gümbürtüsünü zaptiyeler ya da yol kesen, Ermeni avına çıkan Kürtler, Türkler duyacak diye de ödü kopar. Gözlerinin önünde tüm ailesi katledilir Toros Kazourian’ın. Sevdiklerinin kanlı başlarıyla daha da heybetli bir hal alır piramit şeklindeki kesik baş yığını. Kendisi, öldü sanılarak yaralı terk edilir.

Yara bere içerisinde Halep’e, Halep’ten Beyrut’a, oradan da Marsilya’ya ulaşır Toros Kazourian. Aşçı olarak çalışmaya başlar. Kendisi gibi yaralı Malatyalı Ermeni Maryam Güreryan ile evlenerek yaşamın kıyısına tutunmaya çalışır. İki erkek çocukları olur. Çocuklarının biri ölür, diğer çocukları Hagop, soylarını sürdürür.

“NERELİSİN SORUSUNA ‘MALATYALIYIZ’ YANITINI VERİYORUZ”

“Fransa’da yaşıyoruz, evde Ermenice konuşuyoruz”, diyor 61 yaşındaki torun Krikor Marc Kazourian. “Babam Fransa’da doğmuş, ben Fransa’da doğmuşum, benim dört çocuğum Aram, Maryam, Civan, Astğik Yıldızcık Fransa’da doğdular; ama nerelisin sorusuna ‘Malatyalıyız’ yanıtını veriyoruz. Malatyalıyız sözünü inanarak, gurur duyarak söylüyoruz. Büyük bir hasret acısıyla söylüyoruz”, diyor Ermeniceden Türkçeye çevirmenimiz Arlet kuyrik aracılığıyla.

Dedesi aşçılık yapmıştır, babası duvar ustalığı; kendisi de hukuk bürosunda icra takipçisi olarak çalışır eşiyle birlikte.

“Ermeni soykırımı, soykırımda yaşatılan acılar, katliamlar, zorunlu göçler, mal mülk gaspları biz çocuklara doğrudan söylenmedi. Evde Ermenice konuşulurdu. Biz çocuklar evde Ermenice, dışarıda Fransızca konuşuyoruz. Büyükler kendi aralarında konuşurken içeri girdiğimizde derhal ya konu değiştirilir, ya biz anlamayalım diye konuşmada Türkçeye geçiş yapılır ya da işaret parmakları dudaklara konarak susulurdu. Bizim duymadığımızı sandıkları konuşmalarına kulak misafiri olduk önceleri. Okudukça, araştırdıkça büyüklerimizi konuşmaya zorladık, böylece öğrendik atalarımıza Türkiye’de yaşatılan acıları.”

YURTSUZ ERMENİLERİ YAŞATAN VATAN HASRETİ

“Babam 86 yaşında, oldukça dinç; ama Türkiye’ye gelmek istemedi o kadar ısrar ettiğim halde. Bakın, şu yol arkadaşımız doksan yaşında, bu da Fransa’da doğmuş bir Malatyalı Ermeni. Doksan yaşındaki bu insan, Malatya hasretiyle yollara düştü bu yaşta. Dedemin hasreti babama, babamın hasreti bana, benim hasretim de çocuklarıma aktarılıyor. Hepimiz Malatyalıyız burada doğmamış olsak da. Babam Malatya özlemiyle yaşıyor.”

“Fransa’da Manuel adında Malatyalı bir tanıdığımız vardı. Malatya özlemiyle yaşadı, nihayet geçen yıllarda Malatya’yı dünya gözüyle gördü. Fransa’ya döndükten üç ay sonra öldü. Bana göre onu yaşatan, hayata bağlayan Malatya hasretiydi. Hasretine kavuştu ve dünyaya veda etti. Babamın hasretine kavuşmasını istiyorum elbet. Diğer yandan, bu büyük hasretin bitmesi ya da hasretine kavuşulan sevgiliden yeniden ayrılmanın dayanılmaz acısı, babamı bizden koparırsa diye çok korkuyorum tabi”, diyor Krikor Marc Kazourian.

Bu arada fotoğraf makinesindeki aile fotoğraflarını gösteriyor Krikor. Küçük kızı Yıldızcık, oldukça güzel, sevimli görünüyor. Babası Hagop Kazourian da hakikaten pek yakışıklı ve dinç görünüyor. Babasının Malatya özelinde Türkiye ile ilgili duygularını soruyorum. Ermeniceden Türkçeye çevirmenimiz sevgili Arlet, anlattıklarını bana aktarmayı sürdürüyor. Krikor’un anlattıklarını bana aktarırken çoğu yerde Arlet’in gözleri doluyor.

“Babam şu anda 86 yaşında. 60 yaşındayken Ermenistan’da meydana gelen büyük depremde Hayistan’a (Ermenistan’ın Ermenice adı) gitti, orada depremzedelere yardım etti. Orada okul yapımında çalıştı duvar ustası olarak. İnsanları ve yaşamı seviyor babam.”

ERMENİ SOYKIRIMININ ACISI PAYLAŞILMADI

“Babam, atalarına Türkiye’de, ailesine de sürgün ve soykırım yollarında yaşatılanları hiç bağışlamıyor. Babam ve babam gibi kılıç artıklarının Türkiye’yi bağışlaması için yüz yıldır bir çaba gösterilmiyor. Türkiye’deki Ermenilere hâlâ hakaret ediliyor, korku ve baskı uygulanıyor. Türkiye’deki Ermenileri, baskı altında susturuyorlar.”

“Türkiye dışındaki diaspora dedikleri, dünyanın her yanına yayılmış olan Ermenileri susturamıyorlar. Bu nedenle Türkiye’deki yöneticilerin, Türkiye’de yaşayan ırkçıların ilan ettikleri en kötü Ermeni diasporadaki Ermeniler.”

“İnsanların zorla yerlerinden edilmesi, evlerine, tarlalarına, bahçelerine, birikimlerine el konulması, gasp edilmeleri, soyulmaları, yağmalanmaları, sonra da hadi bakalım def olun gidin denmesi… Gidin denmekle kalınmayıp, namuslarına el uzatılması, canlarına kastedilmesi… Soylarını kurutmak üzere katliamlara girişilmesi. Bu acıları yaşattıkları Ermenilerin, mucize eseri hayatta kalmayı başarabilenlerin dünyanın öbür ucuna kaçarak hayata tutunmaya çabalaması hiç kolay değil. Hadi unutun, demekle olmuyor. O piramit gibi yığılı Ermeni kafalarının içerisinde sevdiklerinizden birinin sevgili başını hayal ediniz. Bu katliamın hayali bile insan olanı altüst ediyor. Bu acı, unutun demekle unutulur gibi değil. Diaspora olmak zor zanaat…”

“Bir de bunca hakarete, toplu kıyıma uğrattıkları Ermenilerin hayat sigortası poliçelerini, yurt dışında bulunan sigorta şirketlerinden isteme yüzsüzlüğüyle utanmazlığın doruklarındaki Türkiye devletinin yetkililerini de öğrendik.“

SOYKIRIM ARŞİVLERİNİN ANAHTARI ERMENİSTAN’DA MI?

“Bir de hükümetlerin ve çoğu Türkiyelinin dilinde şu uyduruk gerekçe var: “Biz, arşivleri açmak istiyoruz; ama Ermenistan kaçak güreşiyor, arşivleri açmaya yanaşmıyor” deniyor. Bu kalıp sözü hiç düşünmeden tekrarlıyorlar. Madem Ermenistan arşivlerini açmaktan kaçınıyor, kendi masumluğunuza inanıyor, güveniyorsanız siz açın arşivlerinizi. Arşivlerinizin anahtarı Ermenistan’da mı? Onlardan arşivinizin kilidini mi alamıyorsunuz?”

“Babamın göz bebekleri büyüyor, sesi çatallaşıyor, ağzı kuruyor, başına ağrılar giriyor, yanaklarından gözyaşları süzülüyor atalarımıza yaşatılan acıları anlatırken. Beni hiç görmediğim, bana anlatıldığı kadarıyla hayal ettiğim masal ülkem Malatya’ya getiren, peşinden sürükleyen acılarımızdır.”

“Altmış bir yaşımdayım, sorularıma cevap vermek zorunda kalıyor babam; ama ben kendi çocuklarıma anlatmıyorum, anlatamıyorum. Onlar da bunları, öğrenecekleri yaşa geldiklerinde öğreneceklerdir. Babam kin de duyuyor, acıdan kıvranıyor da, korku ve endişe de var babamın duyguları arasında. Ama en baskını da babasının- anasının yaşadığı Malatya’ya, Babuhtu’ya duyduğu amansız hasret.”

“Fransa’ya gidince burada gördüğüm yerleri, tanıdığım insanları, çektiğim fotoğrafları göstererek anlatacağım. Her gün telefonda soruyorlar, bir an önce fotoğraflardaki Malatya’yı benden dinlemek istiyorlar.”

AİLEME MALATYA’DAN BİR AVUÇ HASRET GÖTÜRECEĞİM

“Babam da çocuklarım da Malatya’nın bir avuç toprağını, bir de mişmiş çekirdeğini istediler. Şimdi siz, götüreceğim mişmiş çekirdeğini bir avuç Malatya toprağına dikeceğimizi sanacaksınız belki; ama hayır. Sevgiliden bir parçayı, bir kavanoza koyup başucumuzda bulundurarak ona her gün sevgiyle, özlemle dokunacağız… Atalarımızın acılarına dokunacağız. Hiç kapanmayan yaralarımızın kabuklarına dokunacağız…”

“Sevgilinin bir tutam saçı gibi saklayacak babam Malatya’dan götüreceğim bir avuç toprakla bir mişmiş çekirdeğini. Atalarımıza yaşatılan acıların somutlaştığı bir avuç toprağı; yoğun acılarımızın, özlemlerimizin simgesi olarak somutlaştıracağız, acılarımıza dokunabileceğiz.”

“Hrant Dink’in: “Evet, bu topraklarda gözümüz var; ama götürmek için değil, taa dibine gömülmek için” dediği gibi. Babam, ata topraklarına gömülemeyecek belki, bu bir avuç Malatya toprağını, kalbinin üstüne koyarak defnedilmeyi isteyecek. Zorla koparıldığı, hiç kavuşamadığı, hasretinden öldüğü sevgilinin bir tutam saçıyla bu dünyadan göçer gibi…“

MEZAR TAŞINDA BULUŞAN AMCA TORUNLARI

“Malatya’ya geldiğimiz ilk gün yol arkadaşlarımız, Ermeni mezarlığına dağılarak aile mezarlarını ziyaret ettiler. Mumlar yaktı, karanfiller koydu, dualar ettiler gözyaşlarıyla. Ben de aralarında öylesine dolaşıyordum. Bir baktım eski, yekpare yontma taştan bir mezarın üzerinde Ermeni alfabesiyle soyadımız Kazourian yazıyor. Mezarın başında birileri dua ediyor.”

“Meğer, varlıklarından bile haberdar olmadığımız amca torunlarıymışız. Amca torunlarımız da İstanbul’dan gelmişler grupla, benim gibi. Sevinç, şaşkınlık, hüzün, heyecan hepsi birbirine karıştı. Çarpıldım, karmakarışık oldum, dikkatim dağıldı. Hemen telefonla babama müjdeyi verdim. Babamın sesi çatallaştı, benim yaşadığım karmaşık duyguları babam da yaşadı. Hasretle kucaklaştığımız kuzenlerimizle iletişimimiz sürecek elbet. Soykırıma uğrayan Ermenileri, mezar taşları mucizesi buluşturabiliyor.”

“Bana anlatılan Malatya yemyeşildi. Yeşil bağlar bahçeler arasında asmalı, serin avlulu, avlularından ya da tozlu yollarının kıyısından arklar dolusu sular akan serin avlulu kerpiç konakları, zanaatkârların çalışma sesleriyle şenlenen bir Malatya, sebzeleriyle ünlü bir Babuhtu vardı hayalimde. Bana anlatılan masal ülkesi yeşil cennet Malatya’yı merkezde bulamadım. Her yan beton bloklarla kaplanmış. Çevresini gezerken Horata’da, Venk’te, Orduzu’da, Aşağı Şehir (Battalgazi)’de, Çırmıhtı’da, Arapgir’de, Darende’de, Kündübek’te, Sürgü-Takaz’da, Kaptaj’da görebildim yeşili, suyu…”

“Ata topraklarımı gördüm, Malatyamda altı gün yaşadım, sıcacık dostlarla sarıldım, Aspuzu’nun suyunu içtim, havasını soludum, nefis yemeklerini tattım. Bir avuç ata toprağı, bir mişmiş çekirdeğiyle döneceğim Fransa’ya. Bir avuç acı hasreti kalbimin bir köşesinde götüreceğim. “

AKLIMIN BİR KÖŞESİNDESİN HER ZAMAN

“Aklımın bir köşesinde hep Malatya; Orduzu, Aslantepe Höyüğü, Çarmuzu, Babuhtu, Kiltepe Ermeni Mezarlığı, Kaptaj, Kündübek, Horata, Çırmıhtı, Venk, Bahri, Sevserek Han, Aşağı Şehir, Darende, Günpınar Şelalesi, Somuncu Baba Külliyesi, Arapgir, Surp Yerrortutyun Kilisesi (Taşhoran), Sürgü Takaz olacak. “

“Ve aklımın her köşesinde bize sevgiyle kucak açan, sarılan, Malatya’da yaşayan insanlar olacak. Hasretim diner sanıyordum; ama dinmedi. Tekrar geleceğim, bir dahaki gelişimde babamı da getirmeye çalışacağım”, diyor Krikor Marc Kazourian.

Krikor’la kâh bir yerden bir yere giderken otobüs yolculuğunda kâh bir yerde yemek yerken sohbet ettik. Krikor Fransa’ya ulaşmak üzere önce İstanbul’a gitti. Ben de söyleşimizi yazıya geçirmeye başladım. Gördüm ki merak ettiğim; ama sormadığım pek çok sorum varmış daha. Bir sorum var ki onu da okurlara sormak istiyorum.

KRİKOR, GASPÇILARDAN MEZAR YERİ İSTESE…

Dedeleri Malatya’dan sürülen; ataları göç, sürgün yollarında katledilen; evleri, bağları, bahçeleri, tarlaları gasp edilen Krikor Marc Kazourian, Fransa- Valance’de yaşıyor. Atalarının acılarının peşinden sürüklenerek ata topraklarına duyduğu özlemle 61 yaşındayken ilk kez Malatya’ya geliyor. Kendisine elini uzatan, kollarını açanların ırkını, inancını hiç merak etmeden kendisi de karşısındakilere sevinçle elini uzatıyor, kollarını açıyor.

Krikor dese ki: “Atalarıma sizin atalarınız bunca acıyı yaşatmış. Atalarımın mallarını, o zamanki ve ondan sonraki hükümetlerin devlet politikasıyla atalarınız gasp etmiş. Yüz yıldır da gasp ettiğiniz topraklarımızı işletiyorsunuz. Hani, ölümlü dünya, atalarımın toprağından iki metrekare yer verseniz de öldüğümde gömülsem bari…”

Ermenilerden özür dilemek kolay da… Özür dilesek, mesele kapansa iyi. Özür dileyince soykırımı kabul etmiş olacağız. Ondan sonra da tazminat ödeyeceğiz. Topraklarını da isteyecekler, diyor gaspçılar. Gaspçı olduklarını çok iyi biliyorlar çünkü. Bu nedenle en büyük korkuları, gasp ettikleri malları asıl sahiplerine geri verme ihtimali.

Şimdi turist olarak gördükleri için kucakladıkları Krikor’a, Krikor iki metre kare mezar yeri istediğinde nasıl davranırlar?