Kamil Sümbül / Demokrat Haber

İnsan yaşamında silinmesi güç olan dönemler olduğu gibi, unutulması zor olan tanıdık simalar da vardır. Yaşamdan silinmesi güç olan bu dönemler ve simalar, bir ömür boyu hafızalardan silinmez.

1976'da Ankara'ya gelip yüksek okula başlamıştım. 70'li yıllar; gerek Kürd gerekse Türk sol ve devrimci hareketlerin hızla geliştiği, anti-faşist mücadelenin had safhaya ulaştığı bir dönemdi. Kürt hareketleri o dönem Türk solundan ayrışıp kendi bağımsız örgütlenmelerini netleştiriyordu. Faşist gruplar devlet desteği ile okullar ve mahallelerde olduğu gibi iş yerlerinde de saldırganlaşıp, her gün birçok Türk ve Kürd devrimci yurtsever insanı vurmaktaydı. Sabah evden çıktığımızda, akşam eve dönüp dönmeyeceğimiz belli değildi.

O dönem; gerek okullarda, gerek iş yerleri ve mahallelerde onlarca kişi ile tanışıp dost olmuştuk. Dostluk ve samimiyetimin en fazla olduğu Türk arkadaşlardan biri Hakan'dı.

70'li yıllardaki devrimcilerin verdiği kayıplarda; insan aklının kavramakta çaresiz kaldığı, anlatılıp tanımlanması zor olanlar vardı. Bu kaybedilen dostları yazıya döküp anlatmak için kelimeler bulmak kolay değildi. Hakan Şenyuva'nın vurulması da; anlatılacak, yazılacak kelime bulunamadığından susmak, insanın içine atması gereken bir kayıptı. Bilemiyorum; susmak, içine atmak bir 'anlatım' şekli olabilir miydi? İnsan ister ki en anlatılmaz olanı bile dile getirsin, kelimelerle yazıya döksün. Bazen bu yılları alabiliyor. Bazı acı kayıplar insanın boğazında düğümlenir, dilini yutar. Bazen çok kısa birkaç kelimeyle anlatmak ister, bazen de sahifeler yetmez. Hakan'ı faşist kurşunlarla kaybedişimizin üzerinden 35 yıl geçmesine rağmen bilinç altımdaki duygular beni zorlayıp dışa vurmamı istiyordu.

Türkiye; yalnız 70'li yıllardaki kayıplar değil, tarihi boyunca hesabı verilmeyen birçok kayıplara sahne olan bir ülkedir. 70'li yıllarda devrimcilerin söylediği bir şiir vardı, toplantı ve mitinglerde okurduk; ''Vaktimiz yok ölenlerin matemini tutmaya...''

Fakat yaşam öyle demiyordu. Birileri yas tutuyor, yılları bulan bir acı çekiyordu. Yıllarca çektikleri acıyı paylaşıp, yasını tutmanın, çekilen acıyı hafifleteceği gerçeğini tam öğrenememiştik. Birinin çektiği acıya saygı duymak varken, diğer birilerine öfkeyle, nefretle bakmanın acıları çoğaltacağını düşünmemiştik.

Hakan ne zaman aklıma gelirse; boğazımda bir düğümlenme olur, konuşacak söz biterdi benim için. Yıllarca Hakan'a karşı bir duygu beynimi kemirir, ailesine bir taziye gönderememenin eksikliğini hisseder, mezarına bir çiçek bırakamamanın ezikliğini taşıdığım duygular bilinç altımda büyüdükçe büyürdü. Geçen haftalarda, köken olarak Kürd olup Dev-Yol içinde çalışmış olan bir arkadaşla sohbet ederken gittiği Ankara'da çektiği resimleri Facebook'ta görünce ona; 70'li yıllardan samimi olduğum ve aynı okulda okuduğum Dev-Yol'cu arkadaşları sormuştum. Çok ortak tanıdığımız ortaya çıkmıştı. Devamla arkadaşa; aslında benim en çok saygı duyduğum ve ölümünü hala kabullenemediğim insanlardan birinin Hakan olduğunu söyleyince, o da onunla ilgili anılarını bana anlatmıştı. Onunla konuşurken yıllarca bilinç altımda kalıp ortaya çıkmayı bekleyen, boğazımda düğümlenen Hakan'ı anma duygularım artık ortaya çıkmıştı. Ben de ölümünün 35. yılını fırsat bilip bir yazı ile onu anmak istedim.

Hakan'la ilk tanışmamız 1976 yılında olmuştu. Kendisi Eti Bloklarında oturmaktaydı. Blokların birinin girişinde ise eniştemle birlikte amcazadem ortaklaşa küçük bir market işletiyorlardı. Hakan’ın akrabalarımla çok iyi bir diyaloğu vardı. Onlara yardım bile eder, politik bazı açıklamaları da anlayacağı dilde anlatırmış. Akrabalarımın benden bahsetmeleri ve yakında gelecek demeleri ile gıyaben tanışmış olmuştuk. Akrabalarımın bakkal dükkanının olduğu yer Eti Blokları'ydı. Hakan ve ailesi ile birlikte çok renkli ve ünlü kişiler bu bloklarda oturmaktaydı. Aklımda kalanlar; 27 Mayıs darbesinin önde gelen generali ve sonradan Milli Birlik Komitesi başkanı olan tabii senatör Fahri Özdilek, eski Ankara belediye başkanı Ekrem Barlas, bazı generaller, Talat Aydemirle birlikte yeni bir darbe girişiminde bulunan birkaç emekli subay, Profesörler ve unuttuklarım... Benim için ilginç bir yerdi ve boş zamanlarımda akrabalarımın yanına gider, onlara yardım ederken birçok üst katmanlarda yer alan şahısları da arada bir görmüş olurdum. Çermik gibi Kürdistan'ın en geri kalmış kasabalarından birinden gel ve Türkiye'yi yöneten bir kısım elitle karşılaş, devrimci olup o elit tabakayı devirme hayallerini kur, benim için çok ilgi çekiciydi.

Amcazadem bana; senin de solcu olduğunu ona anlattım. Çok iyi bir insan, Çermik yöresinin bir deyişi ile; ''Analar böyle birini daha çaputa sarmamış'', der öve öve bitiremezdi. Ben de bir an önce tanışmak istiyordum zaten. İlk tanıştığımızda, sıcakkanlı, samimi ve alçak gönüllü olduğu davranışlarından belli oluyordu. Dükkanın dışına çıkıp sohbet ederken, devrimci mücadeleyi, politik konuları konuşmaya başladık. İkinci görüşmemiz Gazi Mahallesi’nde olmuştu. Mühendisliğin daha ilk sınıfındaydım ve ablamın yanında kalmaktaydım. Gazi Mahallesi’nde bir de Çermik'li hemşerilerimin bir kahvehanesi vardı ve arada bir gidip otururdum. Mahallenin gençlerinin çoğunun devrimci sempatizanları olduğu duvar yazıları ve afişlerden belli oluyordu. Hakan’ı kahvehanenin önünden geçerken görünce selamlaşıp gelip yanıma oturmuştu.

Politik sohbetlerimiz haftada birkaç gün ya kahvede ya da dükkanın önünde devam etmekteydi. İlk başlarda beni etkilemek için sosyalizmi, işçi sınıfını, Türkiye'deki gizli faşizmi, faşizme karşı mücadeleyi anlatırken onu dinliyor ve bazı sorular soruyordum. Özellikle Kürd sorunu ve ulusların kaderlerini tayin hakkını, bunun kürdlere nasıl uygulanması gerektiğini sorup tartışıyorduk. Dönem 1. MC (Miliyetci Cephe) dönemi idi ve faşist saldırılar Türkiye genelinde olduğu gibi Ankara'da, Beşevler ve Gazi Mahallesi’nde de artmaya başlamıştı.

Bu arada Van Muradiye depremi olmuş, mahallede yardım kampanyası başlatmıştık. Hakan canla başla çalışıyor, Eti Blokları’nda oturan üst tabakalardan çuvallarla elbise getiriyordu, mahallede ev ev dolaşıyorduk. Çok da yardım toplamıştık. Sıra yardımları nereye teslim etmemize gelmişti. Benim, Van Öğrenci Yurdu’nda yardım malzemeleri toplanmakta, benim tanıdıklarımdır, en iyi onlar yerine ulaştırır, önerime diğer Dev-Yolcular karşı çıkıp kendi gruplarına teslim etmek istiyor, ben bastırıyordum. Hakan çok olumlu bir tavırla; “Önemli olan topladığımız yardımların yerine ulaşmasıdır. Deprem Van bölgesinde olmuş, en iyisi oraya bırakalım” deyince bazı arkadaşları memnun olmamıştı. Ben'le Hakan Van yurduna gidip konuşmuş, Dev-Yol'un yardımları ile birlikte Van'a gidilip dağıtılacağı cevabını alınca Hakan da rahatlamıştı. Mahalleye dönüp tüm yardımları kamyonetle birkaç sefer yaparak Van Öğrenci yurduna teslim etmiştik.

Deprem yardımları konusundaki olumlu tavrı, dar grupçu düşünmemesi daha da dikkatimi çekmiş, sevgi ve saygım artmıştı. Bu arada kahvedeki tartışmalarımız da giderek artıyordu, mahalledeki Kürd gençleri ve hemen mahallenin yanında bulunan 5 evlerdeki Kimya Sanat Lisesi’nde okuyan Kürd öğrencilerini de tanımaya başlamıştım. Gazi Mahallesi’ne faşistleri sokmamak için geniş bir katılım Hakan'ın olumlu tavırlarıyla güçlenmekteydi.

İdeolojik tartışmalarımızın temeli Kürd sorunu, sömürgecilik, ayrı örgütlenme, devrimin nasıl olacağı, Kemalizm, THKP-C’nin görüşleri idi. Hakan'a Rızgari dergisinin 1 ve 2. sayılarını okuması için vermiştim. Evlerine götürdüğünde Hava Kuvvetleri’nde General rütbeli babası Rızgari'yi görünce birden kızmış; Kürd sorununun olmadığını söyleyip, “bir daha bu dergileri görmiyeyim” demesine rağmen Hakan ve kardeşleri tartışmak istemişler fakat babasının; “Sosyalizm, devrimcilik her şey tamam kabulüm, fakat kürd sorununu kabul edemem” diye kızdığını, dergileri ondan sakladıklarını ertesi gün bana “Senin verdiğin Rızgari dergisi yüzünden peder beni evden kovacaktı” diye gülerek anlatmıştı.

Bana Mahir Çayan'ın Bütün Yazılar kitabını hediye olarak verip okumamı istemişti. Ben de ona İsmail Beşikçi'nin Bilim Yöntemi kitabını vermiştim. Birkaç gün sonra yine kahvede karşılaştığımızda; Bilim Yöntemi'ni okudum fakat kafam karıştı, değişik bir perspektifle bakıyor. Bazı sorunları koyuş yöntemini hiç düşünmemiştim, Kürd sorununu tanımaya başladım, diye devam etmişti.

Mahalledeki Kürd kökenliler benimle birlikte tavır takınmaya başlayınca bazı arkadaşları rahatsız olup beni; Kürd kökenlileri ayartmaya çalışmakla, milliyetçilikle suçlamışlardı. Hakan daha esnek ve olumlu davranmış fakat görüşmelerimizde çaktırmak istemese de bir soğukluk oluşmuştu, nedenini anlamıştım. Aramızdaki bu soğukluk kısa sürmüştü.

ODTÜ'de zaman zaman anfilerde seminer ve konferanslar verilmekteydi. İki konferansa beni götürünce, ilk kez kafamdaki o meşhur okulu görmüş oldum. Bana Deniz Gezmiş’in kaldığı yurt odasını bile göstermişti.

Anti faşist mücadele ise gittikçe kızışmaktaydı. Faşistler 5 evlerdeki okulların çoğunu devlet desteği ile düşürmüşler, hemen yanı başındaki Gazi Mahallesini de düşürmek için saldırılarını artırmışlardı. O dönem Hakan'ın korkusuz oluşunu ve cesaretini; birlikte karşılaştığım birkaç olayda gözlerimle görmüş takdir etmiştim. Her zaman oturduğumuz hemşerim Çermiklilerin kahvesi faşistlerce iki kez kısa aralıklarla bombalanmış ve ön cephesi tahrip olmuştu. Hemşerilerim olan baba ile oğlu birlikte çalıştırmakta idiler ve güçlükle geçimlerini yapmaktaydılar. İlk bombalamada tüm ön camlar ve kapı tahrip olmuştu. Hemşerim okuma yazması olmayan biri idi ve beni suçlayıp; “Bunları hep sen getirdin, başıma ne işler açtın, nasıl altından kalkacağım”, demesine üzülmüştüm. Hakan bombalama olayını duyunca hemen gelmişti ve ona anlattım. Hakan hemen para toplayıp yaptırırız, zaten para toplayacaktık, demişti. İki saat bile sürmeden marangoz ve camcı kahveye gelip tamire başlamış kısa sürede camlar takılıp, kapı ve pencere tahtaları tamir edilince, hemşerim şaşırmıştı. Çok iyi biliyordum ki toplanan paralar masrafın dörtte biri bile olmamıştı, Hakan kendi cebinden ödemişti.

İkinci bombalamada yine hemşerim her ne kadar bana bir şey demese de üzgün ve kahvesine gelmemizi istemediği belli idi. Yine Hakan'nın girişimi ile birlikte birkaç saat içinde camları takılınca memnun olmuş kalan parayı biraz da ona vermiştik. Hakan tüm arkadaşlarına; herkes günde birkaç çay içecek, meşrubat satın alacak, deyince hemşerimin işleri de düzelmeye başlamıştı. Devrimci gençler bir kahveye yerleşince normal halktan kimse cesaret edip gelemiyordu. Ankara'da o dönem devrimcilerin gittiği çok sayıda kahveler taranmaktaydı.

Arada bir Cebeci bölgesine gittiğimde onu hep Siyasal Bilgilerin önünde bulurdum, sohbetlerimize orada da devam ederdik. “Gel seni Kürdistan’a götüreyim, Diyarbakır ve çevresini gör”, teklifimi seve seve kabul etmiş, uygun bir zamanda birlikte gidelim sözü vermişti.

Gazi Mahallesi ve Kimya Sanat Lisesinde okuyup yatılı kalan kürd öğrencileri, ayrıca Atatürk Orman Çiftliğindeki Öğrenci yurdunda kalan Urfa Ceylanpınar ve Viranşehirli arkadaşlar, anti faşist mücadelede ön saflarda olmaları bizlerin gururu olmuşlardı ve Hakan onlardan övgü ile söz ederdi. Gazi Mahallesindeki arkadaşlardan biri olan Seyithan Öksüz'ü; 12 Eylül darbesi ile tutuklanıp ağır işkencelerden aldığı darbelerle tahliye olduğundan bir süre sonra kaybetmiştik. Işıklar içinde uyusun.

1978 başlarında ben mahalleden ayrılıp başka bir semte taşınmıştım. Kendi grubumun çalışmaları da artınca Gazi Mahallesine gidişlerim azalmış, Hakan ise SBF öğrenci derneği yönetimine seçilmiş, aynı zamanda başkanı da olmuştu. 1978 ortalarında grubum Anakara'daki yüksek okullarda örgütlülük düzeyimizi geliştirmek, anti-faşist mücadelede yer almak için okullarda okuyan öğrenci arkadaşlarla toplantılar yapmaya başlamıştık. Okullarda nasıl bir tavır alacağımızı, hangi gruplarla öğrenci derneği kongrelerinde ittifak yapabileceğimizi konuşurduk.

Siyasaldaki arkadaşlarımız okul toplantılarında söz haklarının kısıtlandığını söylemişlerdi. Birkaç hafta sonra Siyasal bahçesinde karşılaşınca yine oturup konuşmuş; Arkadaşlarımızın söz hakkı kısıtlanmış, senden bunu beklemezdim, diye sitem ederken Hakan; Sizinkilere, anti-faşist mücadelede Cebeciyi savunmak için yer almalarını söylediğimde biri; Bizim görevimiz faşizme karşı mücadele değil, Sömürgeciliğe karşıdır, demesi bizleri şaşırttı. Gazi Mahallesinde tam tersi bir tavrınız vardı, demiş ardından; Hukukta KSD'yi (Hakan çoğu Dev-Yolcular gibi Kurtuluş grubu demezdi hep KSD derdi) desteklediniz, biraz alındım, demesine; Şu sömürgecilik tezini kabul edin sizinle ittifak yapalım, biliyorsun Dev-Yol'u çok severiz. Anti-Faşist mücadelenizi takdir ederiz, demiştim.

SBF'nin o yılki kongresinde arkadaşlarımıza söz hakkı verilmiş ve rahatça konuştuklarını bana anlatmışlardı. Bağlı olduğum grupta ayrılıklar başlamış ve giderek bölünmüştük. Bir arkadaştan beni aradığını duyunca Cebeciye gitmiş, kahvede oturmuştuk. Benden ayrılıklarımızı sormuş ben de anlatmıştım. Bana; Kürd hareketlerini yakından izlemekteyim, demişti. Kürdistan’a gitmemizi konuşunca; Çok gelmek istiyorum, Oligarşi Cebeciyi düşürmek için çok planlar yapıyor, okul derneği çalışmaları da zamanımı çok alıyor. Sonbaharda mutlaka gitmeliyiz, demişti. Sonra bir daha görüşemedik.

10 Haziran akşamı Mamak askeri cezaevi C-Blokta kalmaktayken Dev-Yol'cu arkadaşlar bir arkadaşlarının faşist kurşunlara hedef olup yitirdiklerini, saygı duruşunda bulunacaklarını söyleyince koğuşun ortasına ve ranzalar arası boşluğa ayakta dizildik. Konuşmacı arkadaş Hakan'ın adını söyleyince bir tuhaf oldum, beynimden vurulmuşa döndüm, yerimden kıpırdayamadım bir süre. O gün ağzımı bıçak açmadı, arkadaşlar bendeki değişimi merak etmekteydiler. Ranzama çekilip uzandım ve kafamı yastığa gömüp kimseyle konuşmak istemedim. Akşam sayımı yapılmaya doğru ranzamdan kalktım.

Haziranın sonuna doğru ilk duruşmada tahliye olmuştum. İlk işim Eti Bloklarına akrabalarımın dükkanına gitmek oldu. Ablası Canan ve küçük kardeşi Hünkar’ı tanıyordum ve bir baş sağlığı dilemek istiyordum. Akrabalarım dışarıya hiç çıkmadıklarını, derin üzüntüde olduklarını söyleyince geri dönmüştüm. Cenazesine katılan bir arkadaşla konuşurken bana; babasının çok iyi bir konuşma yaptığını, hepiniz benim oğlumsunuz, diye devrimcilere hitap ettiğini söylemişti.

Hakan; günlük yaşamında üst sınıftan geldiği ve paşa oğlu olduğunu hiç belli etmezdi. Konuşurken devamlı; sınıf intiharından geçmekten bahseder, bir emekçi gibi yaşamak isterdi. Hep birinci sigarası içer, ailesinin Mercedesine binmeyip gideceği yere dolmuş ve otobüsle giderdi. Hakan için sınıf intiharından geçmek; emekçilerin yediği yemeği, giydiği elbiseleri giymek ve Birinci sigarasını içmek, demek gibiydi.

Farklı görüşlerde olmamıza rağmen bu kadar samimi olmamızı hep düşünmüşümdür. Hakan Paşa oğlu ve elit bir tabakadan gelip hep kolejlerde okurken, ben ise bir Kürd kasabasından geliyordum. Kasaba şartlarında orta halli bir ailenin çocuğu, Türkiye şartlarında ise alt tabakadan gelmekteydim. Birbirimize ilgimiz bu farklı sınıf ve ulus kökenlerinden olsa gerekti.

1981 yılında Diyarbakır askeri 5 nolu cezaevinde yatıyordum. Faşist Cunta'nın baskı ve işkencelerinin en azgın dönemiydi ve bir cehennemi yaşıyorduk. Arada bir Kenan Evren'in konuşmaları olduğunda Tercüman gazetesini içeri vermekteydiler. Cunta Anayasa hazırlamak için bir Danışma Meclisi seçecekti. Gazete aday adaylarının ismini yayınlamıştı. Birden Hakan’ın babasının aday olmak için baş vuranlar listesinde ismini okuyunca nefesim tutuldu, kalbim sıkıştı. Çektiğimiz cehennem azabını bir nebze unutup Hakan’ı düşündüm. Cunta babasını seçmemişti, belki oğlu Hakan'ın da etkisi vardı. Kim bilir Hakan'ın da kemikleri sızlamıştır. O cehennem koşullarında haftalarca Hakan gözümün önüne geldi ve onunla geçen anılarım canlandı.

Işıklar içinde uyu Hakan, öğrencilik yıllarımda unutamadığım dostlardan birisin. Dürüstlüğünle, samimi inancınla, korkusuz cesaretinle, taşıdığın erdemlerle her zaman kalbimde yaşamaktasın. Hala çok sevdiğin ve bir gün ısmarlamam için dakikalarca yorum yaptığın tulumba tatlısını yiyemiyorum, bezelye yemeğini gördüğümde aklıma geliyorsun. Eğer uygun bir zamanda fırsatım olursa çiçeğim ve birkaç kilo tulumba tatlısı ile yanına geleceğim. Tulumba tatlılarını mezarlik girişindeki yoksullara dağıtacağım. Söz!

HAKAN ŞENYUVA KİMDİR?

16 KASIM 1957- 10 HAZİRAN 1979

İstanbul’da doğdu. İlk okul öğrenimini Paris, Diyarbakır, Ankara ve Lüleburgaz’da yaptı. Orta ve lise öğrenimini sırasıyla, Konya Maarif Koleji, T.E.D Ankara koleji, İngiltere’de Isle of white-pembridge koleji, Belçika Moms International okulunda ve tekrar T.E.D Ankara Kolejine dönerek 1975 yılında tamamladı.

Siyasal Bilgiler Fakültesi üniversite sınavlarındaki ilk tercihlerinden biriydi. 1975 yılında sınavları kazanarak kaydını yaptırdı.

Kısa zamanda arkadaşlarının arasında açık sözlülüğü, cesareti, özverisi ile sevilen biri oldu. Sorumluluk bilinciyle yapılması gerekenlerin içinde yer aldı, örgütledi. Alçakgönüllülüğü ile çevresindeki tüm arkadaşlara örnek oldu. Yerinmedi, yüksünmedi.

SBFDER yönetimine seçildiği 1978 yılı ülkenin ve SBF’nin ağır saldırılara uğradığı yıl idi. Onu SBF’de, Cebeci’de, Gazi mahallesinde faşizme karşı direniş siperlerinin en önünde görebilirdiniz.

SBFDER ‘in 1979 yılı Nisan ayında yapılan genel kurulunda başkanlığa getirilmesi kimseyi şaşırtmadı.
10 haziran 1979 günü direniş örgütlenmesinin ön saflarındaydı...

Bugün hala aramızda...