Gazete Duvar'dan Necmi Erbay, Diyarbakır'da yeni yılla yıla dair bir analizde bulundu.

Diyarbakır'da Yeni yıl heycanının olmadığını söyleyn Erbay'ın haberi şöyle: 

Yılbaşı yaklaştı. Başka yerde, örneğin İstanbul’da, Ankara’da yılbaşı için nasıl hazırlıklar var bilmiyorum. Ama Diyarbakır’da yeni yıla giriyoruz havası hiç yok. Ne hindi muhabbeti ne de kırmızı iç çamaşırı esprisi yapılmıyor.

Bilboardlarda yılbaşına ‘renk katacak sanatçıların’ boy boy afişleri de yok. Gençlerin devam ettiği Sanat Sokağı’nda da gözle görülür bir hareketlilik, kafelerde yılbaşına özel programlara dair bir ibare yok. 

Yakın zamanda, Sanat Sokağı’nda, el arabasında hindi satan bir adama rastlamıştım. Başındaki kalabalık dağılsın, öyle sohbet ederim, diye düşünürken, adam gözden kaybolmuştu. 

El arabasındaki hindiler ayakları bağlı, öylece yatıyorlardı. Bir daha da rastlayamadım adama. Birkaç gazeteci arkadaşıma anlattım gördüklerimi. Meğer adam hindiler sadece yılbaşı için satılmıyormuş ve zaten Sanat Sokağı’nın müdavimleri ile sakinleri adamı tanıyormuş. El arabasındaki hindileri canlı da satıyormuş adam, müşteri arzu ederse, sokaktaki inşaat alanında kesip, tüylerini yolup öyle de satıyormuş.

Bu bilgiyi paylaşan gazeteci arkadaşım, yılbaşı ve hindi konulu bir yazı yazacaksam, tavukçular pazarına gitmemi de önerdi.

ALACAK KARŞILIĞINDA HİNDİ

Beş yıldır yaşadığım Diyarbakır’da, defalarca önünden geçtiğim tavukçular pazarına daha önce hiç gitmemiştim. Pazar yerine varmadan kaldırımda onlarca hindinin ayakları bağlı şekilde sergilendiğini gördüm. Alıcılar, hayvanları kanatlarından tutup kaldırarak, elleriyle tartıyorlardı.

“Kaça satıyorsun bunları?” Satıcı genç bir adam. “60’a satıyorduk dayı, 50’ye indirdik, bitsin de evimize gidelim” dedi. Alıcı olmadığımı, gazeteci olduğumu söylüyorum. Şüpheyle bakıyor bana. Önce, “Bizim bütün televizyonlarımız kapandı dayı” diyor, sonra soruyor: “Sen hangi gazetede çalışıyorsun?” Gazete Duvar cevabını alınca, şöyle uzaklara bakarak düşünüyor biraz. Tereddüt ettiğini görünce, “Siyasi bir şey sormayacağım” diyorum. “Bu hindileri yılbaşı için mi satıyorsun, merak ettiğim bu.”

“Yok dayı” diyor, “Alacağım vardı, adam borcunu ödeyemeyince hindileri verdi. Ben de onları burada satıyorum.”

Cılız ve bitkin görünüyor hindiler. Bazılarında yaralar var, hastalıklı olabilirler mi? Yine, “Yok dayı” diye başlıyor söze, “Bunları yakaladık, ayaklarını bağladık, arabaya yükleyip getirdik. Bazılarında böyle küçük yaralar oldu.”

Lice’nin bir köyündenmiş. Adını söylemiyor, fotoğrafını çekmeme de izin vermiyor, “Dosyamız kabarık dayı” diyerek.

Yanından ayrılıp pazar yerine doğru giderken, kurduğu her cümlede bana ‘dayı’ demesine bozulduğumu fark ediyorum. O kadar yaşlı değilim, sadece sakallarım beyaz! Adam ‘dayı’ demeyi alışkanlık haline getirmiş olacak! Böyle teselli ediyorum kendimi.



YILBAŞI HİNDİSİNDEN SİYASETE


Tavuk pazarı, adına yakışır şekilde bir keşmekeş içinde. Hindiler tavuklar, güvercinler, tavşanlar, kazlar, ördekler… Pazarlıklar hızlıca yapılıyor, paralar alınıp veriliyor… Yerde bu hayvanlara ait tüyler… Diğer pazar yerlerinden farkı, burada satıcı ve alıcıların tamamının erkek olması.

Buradaki hindiler daha besili, güçlü görünüyor. Kafeslerin içinde, arada yerdeki buğday tanelerini yiyerek, tembel tembel dolaşıyorlar.

İbrihim Akyüz 23 yıldır bu pazar yerinde hindi, tavuk, tavşan, güvercin satıyor. Hindilerin fiyatı 100 lira. Yılbaşı öncesi hindi satışında artış var mı acaba?

İbrahim Akyüz, “Kimse de para yok ki artış olsun” diyor. Konu nasıl siyasete dönüyor, anlamıyorum ama, Akyüz siyasi tahliller yapmaya başlıyor. 

“Kimse memlekette yarın ne olacağını bilmiyor. Savaş mı çıkacak, FETÖ’cü ya da PKK’li diye hapse mi girecek, belli değil ki. Yılbaşı için hindi alacak, ama ya gözaltına alınırsa? Hindiyi nezarette mi pişirecek?”



HİNDİLER 5-6 KİLO ÇEKİYOR


Gülüyor, ama durumdan hiç memnun olmadığı her halinden belli. Konuyu yine hindilere getiriyorum. Bir hindi için 100 lira çok değil mi? “Her biri 5-6 kilo” diyor İbrahim Akyüz, “Başka yerde bu fiyata bulamazsın” diye ekliyor.

Nereden geliyor hindiler, kendileri mi yetiştiriyor? Öyle değilmiş, Diyarbakır’ın ilçelerinden, Mardin’den, Batman’dan geliyormuş hindiler. Köylülerin hindileri doğal ortamda yetiştirdiğini, bu nedenle etlerinin de lezzetli olduğuna dikkat çekiyor Akyüz.

Müşteriler için hindileri kestikleri, tüylerini yolup temizledikleri küçük bir bina işaret ediyor. “Orayı da gör, fotoğraf çek” diyor. Gidip bakıyorum. Küçük bir mezbahada yaklaşık on kişi çalışıyor, ama gördüğüm manzarayı burada anlatmayacağım.

ANGUT’UN UĞURLU OLANI

Hemen herkes gibi ben de seviyorum güvercinleri. Kafesin içinde olsalar da güzel görünüyorlar. Diyarbakır’da hastalık derecesinde güvercin seven insanların varlığından da haberdarım.

Onlarla ilgilendiğimi görünce, Akyüz, “Bunlar ucuz. İnsanlar çocuklarını sevindirmek için alıyor bunları” diyor. Sonra güvercin piyasası hakkında bilgi vermeye devam ediyor: “Ama 200 liraya satılan taklacı güvercinler de var. Diyarbakır’da meraklısı çok bu güvercinlerin. Çocukları kadar çok seviyorlar güvercinleri.”

İlerideki bir kafesin içinde kahverengi güvercinler var. “Bunlar neden ayrı bir kafeste?” diye soruyorum Akyüz’e. “Onlar güvercin değil, angut” diyor. Hiç canlı angut görmemiştim ama bildiğin güvercin bunlar.

İBRAHİM HUZURLU BİR GECE DİLİYOR

Akyüz ısrar ediyor, kafes içindeki kuşların angut olduğuna. Neden ayrı bir kafes içinde olduklarını ise şöyle açıklıyor: “Bunların uğurlu olduğuna inanıyor insanlar. Bereket getirdiğine inandıkları için evlerinde besliyorlar. Hatta geçenlerde bir adam geldi, çocukları olmuyormuş. Gittikleri hoca, ‘eve angut alın, çocuklarınız olur’ demiş bunlara. Adam iki tane alıp gitti.”

İbrahim Akyüz kahverengi kuşların angut olduğuna inandıramadı beni, ama ayrı bir kafeste tuttuğuna göre vardır bunların bir hikmeti. Ben yine yılbaşına ve hindilere dönmek istiyorum. Ama o, bir sürü siyasal ve ekonomik sıkıntı sıraladıktan sonra, “Aynen yaz, Diyarbakır’ın neyine yılbaşı eğlencesi? Yılbaşı akşamı çoluk çocukla evimizde olalım yeter” diyor.

İbrahim anlatırken, aklımdan şunları geçiriyordum: “Bana ‘dayı’ yerine ‘abê’ diyen İbrahim, sevmiştim seni, ama içimi kararttın be kardeşim.”

GEÇEN YILDAN BU YANA

İbrahim Akyüz’ün son söyledikleri Diyarbakır’da geçirdiğim yılbaşı gecelerini hatırlatıyor. En kötüsünü 5 yıl önce Roboski’de geçirmiştim. Çalıştığım televizyon kanalı, 28 Aralık’ta gerçekleşen katliam nedeniyle yayın akışını değiştirmişti. Şimdi birçok mahallesi yerle yeksan olan Şırnak’ta, bir otelde, canlı yayında Şırnaklı siyasetçi ve sivil toplum örgütü temsilcileriyle katliamı konuşuyorduk yılbaşı gecesi.

Geçen yıl İlkay Akkaya ve Yasemin Göksu Diyarbakır’daydı. Sur’da devam eden sokağa çıkma yasağının ve çatışmaların bitmesi için bir grup arkadaşlarıyla gelmişlerdi. Arkadaşları dönmüş, onlar Diyarbakır’da kalmayı tercih etmişlerdi. Kar yağarken pazardan alışveriş yapmıştık. Seslerini çok sevdiğim dostlarımın harika yemekler yapabildiğine de o gece tanık olmuştum.

O gece, İlkay Akkaya bir şarkı söyledi. Gecenin geriye kalan kısmında hep dışarıdan gelen sesleri dinledik, anlamaya çalıştık. Bomba mıydı patlayan, havai fişek miydi? Kim böyle bir zamanda havai fişek patlatır ki? Ya silah sesleri? Saat 12.00’yi çalınca birileri, önüne geçilemez yeni yıl coşkusuyla havaya mı sıkıyordu, yoksa bir hedefe mi ateş ediyordu?

Sur’dan silah sesleri yükselmiyor artık ama 6 mahallesine girmek hâlâ yasak. Sur’un yasaklı olmayan mahallelerine giriş çıkışlar denetimli gerçekleşiyor. Geçen yıldan bu yana Diyarbakır’da siyaset yapanların tümü gözaltına alındı; kimi tutuklandı, kimi şartlı tahliye edildi. Büyükşehir dahil bütün belediyelere kayyım atandı ve belediye eşbaşkanlarının çoğu tutuklandı. Başarısız darbe girişiminden sonra yüzlerce belediye çalışanı ihraç edildi, hâlâ çalışanlar yeni bir Kanun Hükmünde Kararname ile ihraç edilme endişesi yaşıyor.

Sözü uzatıp İbrahim gibi iç karartmayayım. Keşke eğlenceli bir yılbaşı yazısı yazabilseydim, ama Diyarbakır bu ahval içinde hazırlanıyor yeni yıla.
Herkese huzurlu bir yılbaşı gecesi diliyorum.