Ağrı isyanı öncesi İran'a bağlı olan, 1932’de anlaşmayla Türkiye'ye verilerek Doğubayazıt'a bağlanan Silekos köyü, devlet kaydında yok.

Kimliklerini 1950'li yıllarda alan köylülerin çoğu hem İran hem de Türkiye vatandaşı. 2 ülkeye de zorunlu askerlik yapmışlar. Köyün iskanı olmadığı için elektriği de yok.

Mahmut Ruvanas'ın haberine göre, Ağrı Dağı isyanı öncesi İran'ın köyü olan ve 23 Ocak 1932’de yapılan anlaşma ile Türkiye'ye verilerek Ağrı'nın Doğubayazıt ilçesine bağlanan Silekos köyünün varlığını kabul ettirme hikayesi yaklaşık 80 yıldır sürüyor.

Filli olarak var olan ama devletin resmi hiçbir belgesinde adı geçmeyen Silekos köyünün iskanı ve elektriği  de yok. Yaklaşık 20 haneli köyde nüfus kimlikleri 1950'li yıllarda çıkarılmış. Köylülerden çoğu hem İran, hem de Türkiye vatandaşı olarak görünüyor. Her iki ülkeye de zorunlu askerlik yapmış çok sayıda yurttaş var. Daha sonra kimlik alan çok sayıda yaşlı da askere gitmek zorunda kalmış. Doğubayazıt'a bağlı Yangınyurt (Zorabe) köyü nüfusu üzerine kimliklerini alan Silekoslular, kendi topraklarında iskan haklarının bulunmamasından dolayı 300 yıldır kendilerine ait olan topraklarda mülteci gibi yaşadıklarını söylüyor. 

KÖYÜN RESMİYETTE İSMİ YOK!

Köyde yaşayan ve Ağrı isyanı sırasında 4 amcası öldürülen Mecit Bayraci (65) isimli yurttaş, Ağrı isyanında köye gidiş-gelişlerin yasaklanması ile birlikte ailesinin İran’a gitmek zorunda kaldığını belirterek, “1950’lerde ise kaçak yollarla tekrar köye gelerek buraya yerleşmeye başladılar. Köyümüzde yıllarca kaçak bir şekilde yaşadık. 1960’lara kadar köyümüz yasaklıydı. Köyümüzün resmiyette hala bir ismi yok” dedi.

‘YAŞLILARI BİLE ASKERE GÖNDERDİLER AMA TAPULARI VERMEDİLER’

Bayraci, “Kendi topraklarımızda mülteci gibi yaşıyoruz. Türkiye yurttaşı olduk fakat hala iskan hakkı verilmedi. Köyümüzün tapusunu vermiyorlar. Köyümüz eskiden İran’ın Kürt kenti Maku’ya bağlıydı. Babam da Maku doğumludur. Akrabalarımızın bir kısmı İranlı, bir kısmı Türkiye vatandaşıdır. Bu nedenle birçok akrabamız hem İran hem de Türkiye için ayrı ayrı askerlik yaptı. Bazıları da yaşları geçmesine rağmen sonradan yurttaş oldukları için askere gönderildiler” şeklinde konuştu.

AKRABADAN AKRABAYA KİMLİK MİRAS KALMIŞ!

Bayraci, isyan döneminden sonra babasının tekrar kendi köylerine dönüş sürecini ise şöyle anlattı: “Üçüncü Ağrı isyanında ailemizin bir kısmı İran’a giderken bir kısmı da Ağrı’nın Doğubayazıt ilçesinde kalmış. Babam Bekir Bayraci de İran tarafına geçenlerden. İsyandan sonra yani 1950’lerde kaçak yollarla tekrar köyüne geliyor. O esnada amcasının oğlu Ömer Bayraci de Doğubayazıt tarafında ve Türkiye nüfusuna kayıtlı olanlardan. Ömer Bayraci’nin hiç çocuğu yokmuş. Ömer Bayraci ölünce kimliğini de babam Bekir Bayraci almış ve ismi Ömer Bayraci olmuş. Babam da bu şekilde kimlik sahibi olmuş. Diğer akrabalarımız da o dönemde Doğubayazıt’ta yaşayan eş, dost ve akrabaların nüfus kimlikleri üzerine kaydolmuş. Bu şekilde yurttaş olmuşlar.”

‘KÖYÜMÜZÜN İSMİNİ DEĞİŞTİRMEYİ UNUTMUŞLAR!’

Bayraci, “Köy isimlerinin değiştirildiği dönemde bizim köyümüz resmiyette olmadığı için ismini değiştirmeyi unutmuşlar. Bazen Doğubayazıt’tan köye giderken askerlerin yol kontrolüne takılıyoruz. Kontrol sırasında askerler hangi köyden olduğumuzu soruyor. 'Silekos' deyince, 'orası neresi, öyle bir köy mü var?’ diye tepki veriyorlar” dedi. Osmanlı döneminden beri ailelerinin bir kolunun İran’da bir kolunun Türkiye’de olduğuna dikkat çeken Bayraci, “Her iki tarafta 100 ailemiz var. Silekos köyünde şuan 20 hane var. Ailemiz yaklaşık olarak 300 yıldan beri bu köyde yaşıyor. Ama hala devletin resmi kaynaklarında köyün adı geçmiyor. O yüzden kendi topraklarımızda hala göçmen durumundayız. Bu şekilde yaşamımızı sürdürüyoruz” dedi.

‘ESKİDEN SINIRIN BİR ANLAMI YOKTU’

Kasr-i Şirin anlaşması ile birlikte İran ile Osmanlı arasında çizilen sınırların önceleri bir anlam ifade etmediğini belirten Bayraci, “O dönemde akrabalar arasına çizilen suni sınırların pek bir anlamı yoktu. Dolayısıyla sınır hattında bulunan köyler taziyelere, bayramlara ve düğünlere rahatça gidip gelmişler. Herhangi bir sorun ve engelleme ile de karşılaşmamışlar. Ama engellemeler ve sorunlar Cumhuriyet döneminde başladı. Gidiş ve gelişleri engelleme son süreçte başladı” ifadelerini kullandı.

'DEVLET BİRBİRİMİZİ ÖLDÜRMEMİZİ İSTİYOR'

Köyün tapusu olmadığı için sürekli köyde kavga ve gerginliklerin olduğunu vurgulayan Bayraci, “Bu nedenle birçok defa mahkemeye gittik; fakat hiçbir çözüm bulamadık. Çevre köyler, köyümüzün toprakları üzerinde hak iddia ediyorlar. Hayvanlarını topraklarımızda otlatıyorlar. Sürekli bize baskı yapıyor ve bize hakaretlerde bulunuyorlar. Yetkililer de bir çözüm üretmiyor. Ne bize köyün tapusunu veriyorlar ne de bir çözüm buluyorlar. Devlet, kendi adamlarına ve kendine yakın olanlara birçok konuda müsamaha gösteriyor. Bu nedenle sürekli aramızda kavga çıkıyor. Devlet de birbirimizi öldürmemizi istiyor” şeklinde konuştu. Köyde elektrik olmadığını söyleyen Bayraci, suyu da kendi imkanları ile bu yıl içerisinde 10 kilometre öteden getirdiklerini belirtti. 

1932’DE TOPRAK DEĞİŞİMİ OLDU

Ağrı isyanında bazı aşiretler İran sınırını aşarak içinde Doğubayazıt ilçesinin de bulunduğu bir bölgeyi denetimleri altına alır ve Ağrı Cumhuriyetini ilan eder. Ancak Türkiye o dönemde İran sınırı içinde bulunan Küçük Ağrı Dağı'nın arkasına birliklerini ilerletmek için izin alarak isyancıların İran yolunu kapatıyor. Daha sonra 23 Ocak 1932’de 2 ülke arasında bir sınır düzenlemesi yapılarak Küçük Ağrı Dağı'na karşılık Türkiye, Van’ın Kotur kasabasını İran’a verdi. Bu şekilde yapılan sınır düzenlemesi ile Küçük Ağrı Dağı'nın eteklerinde bulunan onlarca Kürt köyü de Türkiye’ye verilmiş oldu. 

TINNE FİLMİNİ AKILLARA GETİRDİ

Silekos köyü, Sermiyan Midyat’ın çektiği “Ay Lav Yu” filmindeki Tinne köyünü akıllara getirdi. Filmde Tinne köyünün muhtarı Yusuf Ağa’ın resmi olarak kaydı bulunmayan köyünü tanıtmak için devlet büyüklerine mektuplar yazarak verdiği mücadele anlatılıyordu.