Aris NALCI / VAN / DEMOKRAT HABER

Depremin 6. günü Van’dayım. Adapazarı depreminde de ancak 6. Gün gidebilmiştim bölgeye. Ermenistan’dan gelen kurtarma ekibinin tercümanlığını yapmıştım bir süre orada. Bu defa ise bir otobüs firmasının deprem bölgesine yardıma gidenler için kaldırdığı ücretsiz seferle Van’a doğru yola çıktım.

Aslında ta yoldan başlayarak uzun bir hikayedir Van depremi için bölgeye giden yardım konvoyları. Zira yol boyunca televizyonları sadece radyodan takip edip Van’da yağma haberleri ile efsanelere inanarak yol değiştirip Ağrı yolundan gitmeye karar vermeleri bile Türkiye’nin batısında yaşayanların ne kadar doğuya uzak olduğunu gösterir.

Bazı islami partilerin gençlik kolları mensupları ile geçirdiğimiz 25 saatlik yolun ardından Van’a Erciş’ten giriş yapıyoruz.

Önce kimsenin otobüsten inmesine izin verilmiyor. “Evellalah yağma olabilir” deniyor. Unutuluyor yağma varsa eğer sebebi çocuğuna yedirecek bir şey bulamayan insana başka seçenek kalmamasıdır. Konuşurken kullanılacak dil ile çözülebilir belki bu yağmalar. Ama siz bölgeye “yağma var aman” diye girerseniz zaten o yağma olur. Öyle de oluyor. Otobanda Jandarma’nın eskortundaki önümüzdeki kamyona doğru giden bir grup kamyondakileri indirdiği gibi yok oluyor ortalıktan.

Otobüsümüzdeki gençlerin (hepsi ama hepsi istisnasız ilk kez Van’a gelen) kararı kesin artık. Depoya gidiyoruz oradan dağıtsınlar biz Bitlis’e dönelim akşam kalmaya. Geldiği gibi kaçan gönüllüler görüyorum yanımda. Ben utanıyorum onların söylediklerine, onlar utanmıyor.

Otobüsteki bir kısım da ellerindeki birkaç çikolata ve benzeri oyuncak ile Erciş merkezde inip tamamiyle yıkılan iki caddeye dağılıyorlar. Çocuk gördükleri yerlerde onlara dağıtacaklar.

Bu depremin en kıymetlileri zira çocuklardı. Azra bebeğin yaşama bağlanması belki önayak oldu ama deprem enkazlarının altında  kurtulan çocukları önümüzdeki günlerde psikolojik travmalar bekliyor. Bunun önüne geçmek için bir an önce adım atılması gerek.

İstanbul’dan benimle bölgeye yardım gönderenlerin paketlerini Akhtamar Hastanesi’ne ve bölgedeki diğer sivil toplum kuruluşlarına teslim ediyorum.

Erciş Merkez’den ayrılırken Erciş Van yolu üzerinde yıkılan yapıları daha iyi görüyorsunuz. Neredeyse yıkılmayan bina yok. 3 katı geçen her bina yerle bir. Dikkatli bakarsanız içerideki eşyaların halen sağlam olduğunu görürsünüz ama bina 50-60 derece öne kaymış.

Erciş yolu üzerinde kurulan Acil Durum Afet Müdürlüğü Kriz Masası’nda iniyorum. Şehrivan Gazetesi’nden dostum Selim içeride halen diğer gazetecilerle görevini yapmaya çalışıyor. Arı gibi çalışıyorlar basın mensupları. Selim’den gazetenin girilemez, evinin de tamamen yıkık olduğunu öğreniyorum. Ama Selim halen iş başında. Ofisini kriz masasına kurmuş. “Bir çadır verdiler bir de üstümdeki şu montu” diyor. Mont da Alman ekibin gönderdiklerinden.

Merkez’e gitmem gerektiğinden onu kriz masasında bırakıp merkeze doğru yola çıkıyorum. Otogarda beni karşılayan ve İstanbul’dan gelen yardımların bir kısmını teslim alacak olan arkadaşım karşılıyor beni. Askeri okuldan mezun olmasına ramak kala “ben bu işin …” deyip bırakan ve Van’a yerleşen bir esnaf.

“TURKCELL ARADI DEVLET ARAMADI”

Yol boyunca hükümet ve devlet yetkililerine sinirini boşaltıyor. Sokakta konuştuğum herkeste aynı duygular var. Biri gelse de ona dert yansak içimizdeki siniri boşaltsak diye düşünüyorlar. Ben de yüklenici oluyorum bu duruma.
“Deprem olduğundan beri çadırda kalıyoruz. Bizim binanın içerisinde kullanılan tüm taşlar düşmüş. İki yaşında bir oğlum var. Ya o evde olaydı da o mermer taşlar üstüne düşeydi. Hesapladım binaya tam 8 ton ağırlık bindiriyor o mermerler. Havalı olsun diye koymuşlar ama güvenliği düşünmemişler” diyor ve ekliyor: “Deprem olduğu günden beri çadırda kalıyoruz. Hiçbir devlet yetkilisi aramadı beni. Ama her gün telefon operatörüm arayıp çadır gönderelim mi, yardım lazım mı diye soruyor. Bu sistem onlarda var da devlette niye yok. Varsa neden hala beni devletimden kimse aramadı. Ne yerel ne ulusal düzeyde kimse arayıp bir şeye ihtiyacın var mı demedi bizim apartmandakilere. Hepimiz çadırlardayız. Annem artık karımı da beni de çocukları da bırakmıyor. Gitmemizi istiyorlar bu şehirden. Ben istemiyorum ama ne yapacağımı da bilemiyorum.”

UMUTLAR AZALDI

Enkaz kaldırma çalışmaları neredeyse durmuş. Artık kimsenin enkaz altındakilerden umudu yok. Umudu olanların umudunu da kazı ekipleri vurdukları kepçelerle çökertiyor.

Enkazların birinin yanında bekleyen bir amca “Bu enkazın altından cep telefonuyla yerini bildirdi biri bir gün oldu haber yok. Kimseyi de çıkarmadılar. Şimdi kepçe vuruyorlar” diyor.

İnanmak istemiyorum. Amcanın hayali olduğunu düşünmek istiyorum, ama merkezde bir kahvede bir başkası da aynı hikayeyi anlatıyor aynı enkazı tarif ederek. Etti iki…

VAN HAYALET ŞEHRE DOĞRU

Van’a her gidişimde kaldığım otellerden birinin lobisine gidiyorum. Otel sahibi ve akrabaları karşılıyor beni. Nasılsın diye sormaya gerek kalmadan duvarları görüyorum. Kolon kirişlerde bir şey yok ama otelin mermerleri ve merdivenleri de dökülmüş. Bir oda istiyorum en azından eşyalarımı koyayım bir duş alıp çıkayım diye.

“İstanbullu işi mi olsun” diyor.
“O ne?” diyorum.
“İstanbullular üst kattan ister hep de ondan, havalı olsun diye”
“Yok” diyorum “oda olsun işte tek göz bişi”.
Batı doğu farkını işte burada da görüyorum. Belli ki İstanbullular hep “kıl” müşteri olmuş. Üstten alttan sorunu yapmış.

Otel sahibi Ercüment: “Gece bir çık bak kimse kalmadı şehirde. Herkes akrabasının yanına kaçıyor. Bir 10-15 yıl geriye gittik bu depremle. Gece Van’daki evlerde ışık yanmıyor artık” diyor.

“Anlamıyorum bu gelen yardımlar nereye gidiyorlar. Biz burada valiliğin tam karşısındayız. Bir şey dağıtıldığını ya da insan girdiğini çıktığını o kadar görmüyoruz” diye de ekliyor.

Gerçekten de gece Van’daki evlerde hiç ışık yok. Restoranlar kahveler açık. Herkes toplu hareket ediyor. Sokaklarda dolanıyor insanlar. Köşe başlarında bidonlarda ateş yakıp ısınmaya çalışan sohbet edenleri görüyorum. Ama evlerde kimse kalmaya cesaret edemiyor.

Herkesin elinde bir telefon sürekli ona bakıyorlar. Depremlerin şiddetlerini izlemenize olanak veren cep telefonu programlarını izliyor herkes. Sürekli elinde. Ben yazarken önce 5.9 ardından da 4 küsür ile sallandık mesela yanımdakilerin telefonları hemen çalmaya başladı.

Sürekli sallanmaya devam da ediyoruz. İnanın bana sürekli dipten gelen bir ses ve sallanan zemin üzerinde yaşamak kolay değil.

GÖÇ

Devlet tiyatrolarında çalışan bir başka arkadaşım ailesini topladığı gibi İzmir’e gitmiş. Okulların tekrar 14 Kasım’da eğitime başlayacağının duyurulmasının ardından çocuğunu, eşini ve kardeşlerini de alıp İzmir’deki akrabalarına gitmişler. “Bu sallantılar bir geçsin. Belki döneriz” diyor.

Van’ın entellektüellik kapasitesi yüksek, üreten ve üretene destek olan, gelecek vaat eden bir ailesinin böyle kaybolduğunu gözlerimle görüyorum.

İşte bir anlamda şunu da görüyorum. Van’dan büyük şehirlere göç yeniden başlayacak. Yok denecek kadar azdı Van’daki göç oranı. Hakkari’den ve yakın illerden gelenler çoktu. Van göç almaya başlayan bir memleketti. Şimdi nüfus yeniden hareketlenecek belli. Bu kez Van göç verecek. İstanbul, İzmir, Ankara hazır olsunlar.

Çok önemli bir üretim merkezi olma kapasitesine sahip Van. Yıllardır buraya benimle gelen herkes söyler. “Neden çalıştırmıyorlar?”, “neden değerlendirmiyorlar?” diye.

Van merkezinde küçücük bir alanda kurulan şimdi depremle yıkılan yüksek binalar Van’ın nüfusunu göl dışında bir merkeze kaydırmıştı. Oysa ki Van’ın tarihinde Ermeniler Van kalesi etrafında daha sonra diğer halklar da güney ve kuzeyde yine göl etrafında yerleşim birimleri oluşturmuştur.

Cumhuriyet tarihi ile birlikte neden merkezin böyle küçücük bir yere sıkıştırıldığını anlamamışımdır. İşte deprem bu merkezleri vurdu: Erciş ve Van merkez. Zira binaları yükselttikçe kaliteden kaçınıldığı ortaya çıktı.

Civar köylerde ve yerleşim yerlerinde eski binaların, yığma taş yapıların hiçbirinde sorun yok. Çatlak bile yok. Bir köylü “Ermeni taşlarıyla yaptığımız evler sağlam çıktı” diyor Erciş’te bana.
Bir diğeri şehir merkezinde aldığı 100 bin TL’lik binanın müteahhitinin binanın alt katında otomobil galerisi yapmak için birkaç kolonunu kestiğini bu yüzden de binanın yıkıldığını, şimdi müteahhiti bulamadıklarını söylüyor. Kimse de zararı ödemeye meyilli değil.

Tüm bunlar olurken akşam yemek için girdiğimiz bir kebapçı masasında şunları konuşuyoruz: “Simav depreminde (Mayıs 2011) hükümet evleri yıkılanlara yardım edeceğini söylemiş. Arkadaşımın evi yıkılmıştı. Para geçen ay yatmış abi hem de 750 TL. Bize de böyle olacak kesin. Herkes başının çaresine baksın”…

Anlayacağınız kimsenin hükümete ya da devlete güveni kalmamış bölgede.