36 resmi dilli Bolivya bölünmedi. Ben de 'Can Baba' gibi düşünüyorum: Ülke bölünsün! Yalakalar bir tarafa/üreten emekçiler bir tarafa!.. “

Metin Yeğin Radikal’de yayınlanan yazısında Bolivya örneğinden Can Baba’ya selam gönderdi:

Bir kamyonet kasasında gidiyorduk. “Tarija’nın dağ köylerinden birinde festival var” demişlerdi. Bolivya’nın güneyinde, Arjantin’e komşu bir yer. Genellikle Guarani’ler yaşıyordu. Ayrıca Kecua, Aymara, Quechua, Guarayu ve 32 dil daha konuşuluyordu. Son Bolivya anayasasında İspanyolca ile birlikte 36 dil, ‘resmi dil’ ilan edildi. Hayatımda sevebileceğim tek resmi bir şey oldu galiba. Belki biraz evrak başlıkları büyüdü. Memurlara biraz daha iş çıktı. –“Az memur çok memur yoktur. Memur memurdur” diyordu Kafka.- Kimse ölmedi bu kadar resmi dil oldu diye.

Rahat bir yolculuktu. Kamyonete uzanma şansı vardı. Sadece sallanmasına aldırmamak gerekiyordu. Dağ köyüne otobüs yoktu. Zaten olsaydı da hiçbir şey fark etmezdi. Kesinlikle aynı şekilde sallanıyordu. Sadece uzanma şansın yoktu. Belki koridorda ayaklara aldırmadan yatılabilirdi. Birkaç tavuk, koçanının yapraklarına sarılmış, şekerli ezilmiş mısır, mısır ekmeği, mısır böreği, içinde her şey olan İndian kadın bohçaları ve üstünde şapkaları, bazılarının kenarına tutturulmuş tüyleri arasında eğer yer bulunabilirse uyunabilirdi. Bir yerde durduğunda tuvalete gitmek de tehlikeliydi. Dönünce yer bulamayabiliyordun. Birisinin tuvalete gitmesini gözlüyordun. Otobüsler de pek dakik sayılamazlardı.

Yedi saat, dokuz saat ve birkaç gün gecikebiliyordu. Otobüse binip beş saat bekledikten sonra gitmekten vazgeçilebiliyordu. Bu, sadece müşteri bulunup bulunmamasına ilişkin değildi. Yol kesme gibi güzel bir geleneğe sahiptiler. Köylüler, işçiler, İndianlar, kadınlar ve tabii ki madenciler ve herkes, bir şey talep ettiklerinde tutuşturulmuş otomobil lastikleri, dağdan birleşmiş kol gücüyle yuvarlanmış kayalar, ustaca düzenlenmiş kontrollü heyelanla yola kaydırılmış toprakla haklarını talep ediyorlardı. Hepsinin ellerinde kullanılabilir, küçük dinamit lokumları da oluyordu. Yolcu otobüslerinin şoförleri durmadan telefonla birbirleriyle konuşup kesilmemiş yollar arıyorlardı. Bulamazsa geri dönüyorduk. Tabii ki geri dönüş yolları da kesilmemişse.

Kahire’den Gazze’ye doğru yola çıkmıştık. Ablukaya karşı, Mavi Marmara’dan çok önceydi. Yanımızda ilaçlar ve biraz gıda vardı. 14 ülkeden 24 kişiydik. Mısır polisi uygun bir yerde bizi derdest etmek için peşimizden geliyordu. Gazze’ye 120 kilometre kala bir kontrol noktasında artık gidemeyeceğimizi söylemişlerdi. Karar almıştık. Koşarak aşağı indik. Elimizde koca bir pankart yolu kestik. Üstünde Gazze’nin ablukasına son yazıyordu. Bize aldırmadılar yan yolu açtılar. Hemen orayı da kestik. Gene aldırmadılar. Arabaları yanımızdan doğru geçmeleri için yönlendirdiler. Çöldü. Her yeri kesemedik. Arabalar desteklemek için korna çalıyorlardı. Yanımızdan geçip gidiyorlardı. Yürümeye karar verdik. Durdurup bizi gözaltına alacaklarını düşünüyorduk. “Ya durdurmazlarsa” dedi bir İskoç kız. Güldük. Gerçekten durdurmadılar. 10 kilometre yürüdük. Çöldü.

Bir pankart ve 24 kişiydik. Muhtemel komik ve güzel görünüyorduk. Bir araya gelip ya durdurmazlarsa diye konuşuyorduk. Geri döneceğiz dedik. Otobüs yanımıza geldi. Yürüyebilecek kişileri seçtik. Yanımıza su aldık. Pasaportları aldık. Yeniden başladık. 10 metre sonra durdurdular. Derdest ettiler.

Bir şarap festivaliydi. Herkes içmeden önce biraz toprağa döküyordu. Yazmıştım. Para Pachamama, toprak ana için diyordu. Lama kesmişlerdi yemek için. Kendi yetiştirdikleri evcil lamalardan. Özgür lamalara dokunmuyorlardı. Eğer bir özgür lama öldürürseniz Lama Tanrısı sizi öldürür. Bu efsane değildi. Tabii ki doğruydu. Özgür lamalar yükseklerdeki çöllerde yaşıyorlardı. Bir tohumu yiyerek başka tarafa taşıyorlar, onları gübreliyorlar, dengeyi sağlıyorlardı. Büyümemiş bir bitkiyi kesinlikle yemezdi. Eğer özgür lamaları öldürseler bütün florayı yani kendilerini öldürüyorlardı.

Bolivya anayasası masal gibi başlıyordu. “Evvel zaman içinde, dağlar yükseldi, ırmaklar yatağını buldu, göller oluştu. Amazon bölgemiz, Chacomuz, platomuz, yaylalarımız, ovalarımız yeşilliklerle ve çiçeklerle kaplandı. Bu kutsal Toprak Ana’yı çeşitli yüzlerle donattık ve o günden bu yana, her şeyin çoğulluğunu ve varlık ve kültürler olarak çeşitliliğimizi taşıyoruz. Halklarımız böylece mutluluk içindeydi ve uğursuz sömürgecilik günlerine dek ırkçılığı asla bilmedik” diyordu. Darısı gelebilir mi ki başımıza?

36 dilde Bolivya bölünmedi. Bense ‘Can Baba’ gibi düşünüyordum: Ülke bölünsün istiyorum. Yandaş, yalaka ve yavşaklar bir tarafa/Onurlu, şerefli, üreten emekçiler, işçiler bir tarafa...!