Ümit Kardaş Taraf’taki köşesinde Çerkes Soykırımı'na değindi. İşte o yazı:

ADIĞE (ÇERKES) SOYKIRIMI

Çerkeslerin eski geleneksel tarihleri her etnik kimlikte olduğu gibi folklorunda, mitolojik öykülerde ve Nart Destanı’nda saklıdır. 26 bölüm ve 700 metinden oluşan ve sembolizm ağı ile örülmüş bu destan Bakır-Tunç Devri’nden önce panteonun yaşlı üyelerinin tarih sahnesine adım atışını anlatır. Bu destanın ahlak ve davranış biçimleri Çerkeslerin yetişmesinde ideal kurallar oluşturdu ve daha sonraları Adığe Habze’yi (Çerkes geleneklerini) meydana getirdi. Destanın dili Adığebze (Çerkesçe) tarih sahnesine çıkan değişik kabileleri birleştiren unsur oldu. Çerkes gelenekleri bu dille yaşatıldı.

Yarın 21 Mayıs 1864. Çerkes tehcirinin 150. yılı. Ancak Çerkes sürgünü 1858-1862, 1863-1864 ve 1865 olmak üzere üç aşamada yaşandı. Aslında bu trajedinin başlangıcı, Kabardeylerin 1794 yılında Rus baskısına karşı başlattıkları ve aralıklarla devam eden ayaklanmadır. Kabardeyler Rus-Osmanlı sınırı olan Kuban nehrinin Osmanlı tarafına göçe zorlandılar. Kuzey Kafkasya halkı, Osmanlı-Rus yayılmacılığı arasında hegemonya mücadelelerinin kurbanı oldu.

1858-1864yılları arasında Çarlık birlikleri Çerkes topraklarını arındırma planını uyguladılar. Rus askerleri Çerkesleri kuşatıyor, köylerini yakıp yıkıyor, zorla tahliye edilen nüfusu sıtmanın kol gezdiği bataklık ovalara yerleşmeye mecbur ediyor, Çerkeslerin ev, hayvan ve ürünleri etnik temizliğe uğratılmış köylere yerleşen Kazakların malı oluyordu. Rus orduları Çerkesleri ata topraklarından çıkarıyor, kabileler hâlinde Karadeniz kıyılarına sürüyordu. Natuhaçlar, Şapsığlar, AbadzehlerUbıhlar ve diğer kabileler sadece mal mülklerini değil, sevdikleri insanları kaybediyorlardı. Kafileler dağ geçitlerini aşarken donanlar, ölenler oluyor, hayvanlar cesetleri parçalıyordu.

1864 Kasım’ında Novorossiysk’de toplanan 24.790 AbadzehŞapşığ ve Bjeduğ’dan 14.900 kişi Osmanlı topraklarına gidebildi. Diğerleri hayatlarını kaybetti. Gemiler yüzbinlerce insanı taşımaya yeterli olmadığı için Dağlılar uzun bir süre barınaksız beklemek zorunda kaldılar. Açlık, soğuk ve hastalık binlerce çocuk, kadın ve yaşlının ölümüne neden oldu. Teknelere tıka basa doldurulan insanlar teknelerde ölüyor, bazı tekneler batıyordu. Teknelere binebilen insanların ancak yarısı Osmanlı topraklarına ulaşabiliyordu.

Göçmen grupları büyüdükçe Osmanlının hazırlıksız olduğu anlaşıldı. Sağ gelenleri burada da ölümler bekliyordu. Trabzon ve Samsun civarında her gün 200-250 Çerkes ölmekteydi. Çamurlar içinde kurulmuş çadırlar insanların mezarı oluyor, baharla gelen tifüs ölümleri artırıyordu. Varna limanına gelen 80.000 Çerkes tifüs ve sıtmaya yakalanmıştı, ancak doktor ve ilaç yoktu. Resmî görevliler cesetleri gömmede yetersiz kalınca mahkûmlar getirildi. Kadınlar çocuklarını yerli halka vermek için yalvarır hâle gelmişti. Türk köyleri bile yokluk içinde iken aç ve umutsuz Çerkeslerin durumu daha vahimdi. Çukurova’ya yerleştirilen 74.000 Çerkes göçmenden sıtma nedeniyle ölümlerden sonra geriye 4.000 kişi kalıyordu. Sağ kalanlar artık bir zamanların mağrur Dağlıları değil Sultanın tebası Osmanlı köylüsü hâline gelecekti.

Osmanlının aç ve hasta insanları kitleler hâlinde kabul edecek gücü yoktu. Osmanlı Devleti, Çerkes göçünü orduya insan kaynağı sağlamak, bataklık ve verimsiz toprakları işlemek, Hıristiyanlara karşı demografik dengeyi sağlamak ve Çerkes halkını milis gücü olarak kullanmak için teşvik etti. Osmanlı yönetimi en baştan Çerkes soylularına ayrıcalıklar tanıdı. Çerkes halkının ise açlık ve sefaletten kurtulmak için Osmanlı ordusuna “gönüllü” katılmaktan başka bir çaresi yoktu.

Cumhuriyet ise tek tipleştirici ideolojisiyle Çerkeslerin de tarihlerini, dillerini ve kimliklerini unutturmaya çalıştı. Çerkesler, Ruslar tarafından bugünkü anlamıyla soykırıma tabi tutulmuşlardı. Tıpkı Osmanlı Ermenileri gibi.

Çerkeslerve Ermeniler acılarını ortaklaştırmalı. İnsanlar bu acıları ortaklaştıramazlarsa, güç her zaman bu trajedileri yaşatacaktır. Dünya barışı için herkes bir başkasının acısını acısı gibi hissetmeli.