Burjuva adalet sistemi de olsa, toplumsal algıda devletlerden beklenen bir kişiyi yargılarken evrensel hukuk kurallarını dikkate alarak ve de yargılanan kişinin savunma hakkına saygı duyarak bir sonuca varmasıdır. Bu sürecin şeffaf olması, dışarıdan izlenmeye açık olması, kararlara daha yüksek mahkemelerde itiraz hakkının olması öngörülür. Bu sürecin sonunda o birileri senin hakkındaki hükümlerini açıklarlar; İNFAZ!… Türkiye’de bu hükümlerin ne biçim bir şey/gayrı insani olduğunu daha sıklıkta yaşamaya başladık. Ya da aslında bu ülke hiçbir zaman gerçek bir adalet olmadı, ama itirazlarımızı çoğaltamadığımız için yaşadıklarımız ile kaldık. Mahkeme salonunda ‘adalet mülkün temelidir’ yazısı altında onlarca yıldır yargılı infazlar yapılıyor.

Bütün bu yargılı infazlara rağmen nedense, yargının bağımsız olduğu, adaletin kestiği parmağın acımadığı gibi bir algı/söylem de bu toplum içinde yaygınca dolaşımda. Oysa "ve cellât uyandı yatağında bir gece/tanrım dedi bu ne zor bilmece/öldükçe çoğalıyor adamlar/ben tükenmekteyim öldürdükçe". Bu ülkede adalet sistemi tamamen erkek egemen sitem gibi çalışıyor, tıpkı kışlalar gibi. Tüm ırkçı/militer politikalar ile özgürlük/özgürleşme potansiyeli olan ne varsa yok etmek istiyor, yok ediyor. Roboski katliamının üzerinden iki yıl geçti. Savaş uçaklarının bombalaması ile paramparça edilen 34 insanın katilleri ortada yok. Kamera, böcek, radarlar ile hayatın her yerine giren sistem bu katliamın sorumlularını açığa çıkarmadı. Çıkarmayacak, zira zaten hukuk/yargı sistemi zaten böylesi katliamları örtbas etmek için çalışmıyor mu bu ülkede?

Ceylan Önkol, Uğur Kaymaz’ın katilleri nerede? Hrant Dink, Ape Musa’nın katilleri nerede? 9 Ocak’ta Paris’te üç devrimci Kürt kadınını katledenler nerede? Evet onlar katletmeye devam ediyorlar. Adalet adeta bir cadı avına çıkmışçasına Pınar Selek’in peşinde, Sebahat Tuncel’in peşinde. Adalet bu mudur? Adaletin bu olmadığını biliyoruz, yaptıklarını da! Kimi şeyleri açıkça ifade etmeli; ortalıkta olan şeyler bunlar. Hepimizin bildiği şeyler. Bu kadar açıklıkta iken her şey; “perde arkası açıklansın” demenin ne gereği var. Roboski katliamının emrini veren hala bu ülkede yürütmenin başında olan Recep Tayip Erdoğan. Bir insanı öldürünce katil, 34 insanı katledince büyük lider olunan bu ülkede bu başbakana sahip olanlar nefretlerini kusmaya devam ediyorlar.

Sakine Cansız, Leyla Söylemez, Fidan Doğan’ın katillerini saklayan bu devlet ve başında bulunan insan bundan sorumludur. Hrant Dink’i katledenleri açığa çıkarmayan, sorumlu valisini, emniyet müdürünü ödüllendiren bu devletin başı. Pınar Selek, Sebahat Tuncel’in avına çıkan gene bu sistem ve sorumlusu devletin başı. Durmadan planlar ile cinayetler örgütleyen, cinayetler işleyeni katilleri saklayan, katilleri ödüllendiren bir devletin başı olsa olsa cellat başıdır. Hani her gün öldürdükçe, “çoğalıyor” bunlar diye hayrete düşen celladın yaptığı ne ise bu ülkenin başındaki insan da bunları yapıyor.

Roboski ve Paris katliamlarının sorumluları açığa çıkarılıp yargılanmayana kadar bu iddia meşru bir şekilde devam edecektir. Üç perdelik ‘yargılı infaz’ oyunlarına kimseyi inandıramazlar. Tebaası inansa da artık bu ülkede başka bir çokluk yargının kararlarına inanmıyor, güvenmiyor, tam da Mihail Aleksandroviç Bakunin’in dediği gibi hukukun iktidarın bir fahişesi olduğu gerçeğini kendi hayatı içinde deneyimliyor. Gerçek bu olunca iktidar da hukukun pezevengi oluyor. Gücü elinde bulunduranın kendi lehine kullandığı bir güç olarak hukuk en güvenilmez kurumdur bugün. Yüzlerce yıl yapılmış derin analiz ve de soyutlamaların olması da gerekmiyor, her şey çok çıplak bir şekilde hayatın içinde akıp gidiyor.

Bütün bu yaşadıklarımızı düşünürken Tanrı ve Devlet isimli kitabındaİnsanın özgürleşmesi yalnızca buna bağlıdır, çünkü o doğanın yasalarına itaât eder; onlar insana dışarıdan insanî veya ilâhî, kolektif veya bireysel her ne olursa olsun, herhangi bir yabancı irade tarafından empoze edildiği için değil, kendisi onları böyle kavradığı için” diyen Mihail Aleksandroviç Bakunin’i bir daha okumalı. Böylelikle doğadan ne kadar çok koptuğumuzu görür ve doğanın yasalarını bir daha hatırlarız. Herhangi bir şekilde imtiyazlı birey ya da sınıf/sistem istemiyorsak buna ihtiyacımız var. Gezi süreci ile birlikte devrimci, sosyalist, anarşist olmayı bir kez daha tartışmaya başlamışken bunu yapmak devletin yargılı/yargısız hukuk infazlarına karşı bizleri daha güçlü kılacaktır. Bu şekilde bu ırkçı militer erkek egemen sisteme karşı daha doğrudan ve de etkili bir mücadelenin içinde olabiliriz. İktidarın fahişesi hukuktan bir şeyler beklemek yerine kuracağımız baskı araç ve yöntemleri ile onu yeni infazlar yapmaktan alıkoyabiliriz.