Newroz’da bir can daha aldı bizden Türkiye Cumhuriyeti. Şuna kesinlikle inanıyorum; Türkiye Cumhuriyeti kürdün bir gün bile olsa, kendi dili, renkleri, coşkusu, öfkesi, sloganları, dilanı, zırgıtları ile yaşamasına tahammül edemiyor. Geçmiş bize şunu çok gösterdi, birkaç tane Newroz kutlaması dışında bütün Newroz’larda içimizdeki birilerini o renklerimize sardık ve sonsuzluğa uğurladık. Türkiye Cumhuriyeti coşkunun, halayın, insanların haykırışlarının bir birine karışmasından çok korkuyor. Onurlu, direngen, kendine güvenen, talep eden ve bunu gerçekleştiren kişi ve kitlelerden, halklardan çok korkuyor. Onun içindir ki her fırsatta bu katliamlar ile bunu engellemeye çalışıyor. Çok ölüm şekilleri ile karşı karşıya bıraktı bizleri.

Ölümün her şekline alıştık mı?

Öldürüldükçe yeni ölmelere daha kolay mı alışır olmaya başladık?

Kemal’in ölümü çok yeni şeyler söylüyor bize. Kemal Amed’in haykıran, hesap soran, devletin bütün katliam ve baskılarına rağmen kendisini yeniden yeniden yapan sesine kendisini katmak için Malatya’dan çıkıp geldi. Şimdiye kadar edinilen bilgiler Kemal’in bir başına çıkıp geldiğini gösteriyor. 21 Mart’da Newroz alanına da bir başına yürüyordu. Bugün için insanlarda bir kaygı, endişe vardı. Son iki yıl içinde halkların böylesi buluşmalarına devlet hep katliam ile cevap verdi. Yüreklerde bir korku vardı, “acaba” vardı, endişe vardı. Ancak bütün kaygı, korku ve endişeye rağmen yüreğindeki isyanın sesine de “hayır” diyemedi ve o gün bir kez daha dereler, nehirler gibi Newroz alanına aktı.

Bunlardan bir tanesi de Kemal’di. Kemal polis noktasında durduruldu. Kemal’in üzeri arandı, Kemal’in üstü çıplak. Bütün bunlara neden olan toplum içine de giydiren ortak korkulardı. Kemal’in kimliğinde doğumunun Adıyaman olması devletin kolluk güçlerine kirli planlarını hayata geçirmek için canlı bomba “meşruiyeti”ni sağlıyordu. Haber sitelerine küçük bir haber düştü; “Newroz alanına giderken, çantasında bıçak olan, canlı bombayım diyen…” gün içinde başka bir haber çıkmadı. Newroz alanında yüzbinler Kemal’i görmedi, duymadı. Kemal, devletin toplum içinde yarattığı korkuyla ölüme gönderildi.

Hiçbir Newroz alanında Kemal için tek kelime, tem cümle duymadık. Her şekilde direnen, teslim olmayan, biat etmeyen Kürdü öldürmeyi birinci görev bilen devlet yetkililerinin “canlı bomba şüphesi” sözü adeta herkesi bağladı. Öyle değil mi; çantasında bıçak varmış, doğum yeri de Adıyaman… Kemal’i ölüme korku içindeki gözleri, parçalanan yüreği ile bir başına ölüme gönderdik. Başka zamanlarda; korku ve kaygıların, endişelerin bu kadar kök salmadığı bir zamanda olsaydık Kemal ölüme gitmeyecekti duygusunu içinde atamıyorum. Ölümün o kadar çok haline alıştırdı ki bizi, bu kez ölümün yeni bir haline yüreklerimiz çürüyor. Öfkenin, yürek yanmasının, hesabını soramamanın, bütün bunlar bir araya geldiğinde yürek çürümesinin yeni bir halini yaşıyoruz.

Kemal’in ortaya çıkan resimleri ancak HDP/DBP açıklama yapmaya başladı, Kemal’in cenazesine katıldı. Ancak hemen hemen iki gün bir açıklama yapmadılar. Son bilgilerde Kemal’in 10 Ekim saldırısında da Ankara’da olduğunu öğreniyoruz. O büyük korkuyu yaşayan Kemal suskun biri olmaya başlamış, içine kapanmış. Kemal 10 Ekim 2015 tarihinden 21 Mart 2017 tarihine kadar neler yaşadı? Kemal’in öldürülmesinde korkularımızın, kaygılarımızın, “acaba”larımızın yükü nasıl üzerimizde atılacak. Belki de bu yükü hiç atmamak lazım, ama alışmamak da lazım!

Kemal’i o kadar yalnız bıraktık ki; şimdi sanki bir vicdan tazeleme telaşındayız. Kemal’in hikâyesi, Kemal’in yaşadıkları, Kemal’in özlemleri haber sitelerine inen resimleri ile karşımızda duruyor. Kemal’i biz yalnız gönderdik, ancak Kemal işte orada bir yerde.

Kemal’e borcumuz var…