Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kızılay olağan genel kurulunda yaptığı konuşmada; AYM (anayasa mahkemesi) hakkında, “Can Dündar ve Erdem Gül kararıyla kendi varlığına ihanet etmiştir” dedi.

Cumhurbaşkanının AYM hakkındaki görüşleri ve kararları değişmemişti. Bu kadar zaman geçmesine ve mahkemenin devam etmesine rağmen, “saygı duymadığını ve kararlarına uymayacağını” bir anlamda tekrar ediyordu.

Cumhurbaşkanının devam eden yargılama sürecinde bu kadar müdahil olması, işi bu kadar uzatması, AYM gibi en üst yasal makamın kararına bu kadar temelden karşı çıkış belirlemesi elbette hukuka saygıyı ve hukuka duyulan güveni olumsuz yönde etkiliyor. Bulunduğu makamın seçilmiş olduğu koşulları içerisinde “tarafsızlık” ilkesine aykırı olan bu tür davranışları yeni bir durum değil.

Bizzat kendisi tarafından açıklanmış olan, “fiilen sistem değişmiştir, kalan sadece yasaların buna uyarlanmasıdır” cümlesinde anlatılmak istenen “Başkanlık” rolüne de yasaları çiğnemeye de devam ediyor. Hatta yetkililere karşı yaptığı konuşmalarında “gerektiğinde mevzuatı bir kenara bırakın” diyerek yasa tanımazlığı alt birimlere de yaydığını görüyoruz.

Daha başkanlık sistemi yokken yasaları bu kadar hiçe sayan cumhurbaşkanı Erdoğan, başkanlık sistemi geldikten sonra yasalara ne kadar uyup uymayacağını da göstermekte. Asıl tehlikenin başkanlık sistemi olmadığını, başkanın kim ve nasıl yöneteceği olduğunu da bizlere farklı bir biçimde anlatmaya/uyarmaya çalışıyor.

Aynı toplantıda yaptığı konuşma içerisinde Kürt sorunu ve PKK ile ilgili olarak da; “Son terörist imha edilene kadar mücadelemize devam edeceğiz. Bu konuda en küçük bir tereddüdümüz yok. Biz, çözüm süreci dedik, bunlar aldattılar ve her numarayı yaptılar. Bunların hiçbir sözüne inanılmaz. Şimdi işi bitireceğiz. Terör örgütünü temsil edenler bazen çözüm, müzakere, görüşme gibi laflar ediyorlar. Ortada çözülecek de görüşülecek de bir konu yoktur. Bu böyle bilinsin. Önlerinde iki yol var; ya teslim olup, adaletin haklarında verecekleri karara razı olacaklar ya da kıstırıldıkları deliklerde birer birer etkisiz hale getirileceklerdir. Başka çareleri yok” dedi.

İki gün önce Başbakan Davutoğlu; “PKK Mayıs 2013 koşullarına geri dönerse çözüm süreci başlayabilir” demişti.

Devletin iki üst makamı birbiriyle çelişen ifadelerle konuşmakta, birisinin “olabilir” dediğine diğeri “asla” demekte olup, uygulanan politikanın günübirlik veya değişken olduğunu gözler önüne sermektedir.

Başbakan, uygun koşullar oluşursa “çözüm sürecinin” devam edebileceğini söylerken cumhurbaşkanı, tavizsiz bir şekilde, en ufak esneklik tanımadan, “terörist” olarak belirlediklerinin tamamı imha edilene kadar hiçbir görüşme olmayacağını vurgulamaktadır.

Hangisinin sözünün geçerli olduğunu da önümüzdeki günlerde göreceğiz.

“Son terörist imha edilene kadar” mücadelenin devam edeceğini söylemesi, özellikle de cümle içerisinde “imha” ifadesini kullanması, iyi niyet ifadesinden çok uzak olduğunu vurgulamaktadır.

Daha önceki yazılarımda da değişik biçimde izah etmeye çalışmıştım. “Terörist” temizliği adı altında, sokağa çıkma yasaklarının olduğu il ve ilçelerde yapılan ve devletin tüm savaş gücünün kullanıldığı operasyonlarda “imha” edilmeye çalışan “teröristler” kimlerdir? diye sormuştum, defalarca.

Bu soruyu sormama neden olan KCK/PKK’nin yaptığı açıklamalar nedeniyledir. Operasyonlar başladığından bu güne kadar KCK/PKK tarafından yapılan açıklamalara baktığımızda, bu savaşın içerisinde olmadıkları, katılmadıkları görünüyor.

Eş başkanlardan Cemil Bayık bir konuşmasında, “Savaş daha da tırmandırılırsa” koşuluyla savaşa gireceklerini vurgularken, HPG merkez karargâh komutanı Murat Karayılan ise, “HPG artık savaşa girmelidir ama şehirlere girmeden, kırsalda savaşmalıdır” diyerek şimdilik savaşın içerisinde olmadıklarını ifade etmekteler.

Bu durumda, sokağa çıkma yasakları adı altında TSK ve emniyetin birlikte yürüttükleri operasyonlarla yaşanan iç savaşın diğer muhatabı kimdir?

KCK/PKK bu savaşa henüz katılmadıklarını açıklıyorlarsa, TSK ve emniyet kimlerle savaşıyor?

“Son terörist imha edilene kadar” denilen bu savaşta imha edilenler kimler? Savaşın muhatabı, devletin “terörist” olarak ifade ettiği KCK/PKK savaşın içinde olmadığına göre oralarda savaşanlar, ölen/öldürülenler, “imha” edilenler ve edilecek olanlar kimler?

“Ortada çözülecek de görüşülecek de bir konu yoktur. Bu böyle bilinsin. Önlerinde iki yol var; ya teslim olup, adaletin haklarında verecekleri karara razı olacaklar ya da kıstırıldıkları deliklerde birer birer etkisiz hale getirileceklerdir. Başka çareleri yok” denilen cümle içerisinde “teslim olması gerekenler” kimler oluyor?

On binlerce evin, işyerinin yakılıp yıkıldığı, bine yakın sivil ve silahsız insanın öldüğü/öldürüldüğü, öldürülen çocuk sayısının 60 ı geçtiği, maddi kayıpların yanı sıra yaşanan travmaların yıllarca atlatılamayacağı bir savaş var ve bu savaşın bitirilmesi için yapıldığı söylenen tarafı “ben bu savaşın içerisine henüz girmedim” diyorsa burada hem garip bir durum var hem de acilen çözülmesi gereken bir yanlış var demektir.

Muhatapsız ve tarafı olmayan savaş nasıl bir savaştır ve kimlere karşıdır? Bu sorunun cevabı aynı zamanda, yaşadığımız sorunların kökü ve çözümünün anahtarıdır…

Artık farkına varmamız, artık aklımızı toplamamız, artık birlik ve beraberlik içerisinde davranmamız, artık içimize ekilmiş düşmanlık tohumlarını koparmamız gereken zamanlardayız.

Zaman çok kısa…