Lupelius adını Stefano D’Anna adlı yazarın kitabında duydum. Yazar tıpkı Lupelius gibi onun Tanrılar Okulu’nu kurmak üzere hem zihinsel hem fiziksel olarak çıktığı yolculuğu anlatıyor kitabında.

Lupelius’un inancına göre doğduğumuz andan itibaren kazandığımız bir hak bedensel ölümsüzlük. Ancak bu bilgi bize unutturulduğu için ölüyoruz. Doğduğumuz andan itibaren ölmenin bir son olduğu bilgisi üzerine kurulunca her şey korkularımız da peşi sıra geliyor ve her türlü esaretimiz başlıyor.

Yemek yemeğe ihtiyacımız yok mesela çünkü doğuştan organlarımız kendi ihtiyacını karşılamak üzere yaratılmış.

Bir obez yemek yerken çığlık çığlığa ölmek istediğini bağırıyor bu bilgiye göre.

Yediğini kusan, toplumun ve bilimin anoreksiye hastası olarak tanımladığı, tedavi olarak, zorla yemek yedirilmeye çalışılan insanlar ise Lupelius’un insanlığa hatırlattığı bu bilgiyi azıcık da olsa hatırlayan, ne bildiğini bilmeyen insan grubundan oluyorlar.

Anoreksiya en çok kadınlarda görülüyor nedeni yine sonradan öğrenilmiş bir bilgi yüzünden. Kadınlar ince ve güzel olmalı. İdeal beden ölçüleri kişinin takıntısına -toplumu ne kadar ciddiye aldığına- göre değişiyor.

Başlangıcı 1960 dayanan Anti-psikiyatri akımının bir kolu, psikiyatrinin aslında bir bilim dalı olmadığını, bu tarz insanların hasta olmadıklarını ve ilaçla tedavinin sadece onların –hallerini- sabitlemenin dışında başka bir ihtiyacı karşılamadığından bahsediyor. Ancak fikirlerini bilimsel olarak kanıtlayamadıkları için söyledikleri de aykırı bir akım, fantezinin ötesine geçememiş.

Tıpkı Lupelius felsefesi gibi Okültizm öğretisini biraz karıştırdığınızda onların da psikiyatriyi küçümsediğini, onların bilgisine psikiyatristlerin kafasının basmayacağını düşündüklerini bilmek, başka güzel bir bilgi bana göre.

Lupelius öğrencilerine tıpkı drama dersinde olduğu gibi türlü kişiliklere girdikleri oyunlar oynatıyor.

Böylece kendi öz benliklerine hızlıca giysiler giymelerini sağlıyordu belki de.

Bu öğretiye örnek olarak da Romalı askerlerin kahramanlıkları gösterilmiş kitapta, onların ne kadar başarılı olduklarından bahsedilmiş. Roma kültürünün dünyada ki etkisini de artık siz zihniniz de tamamlayın.

Oğlum geçen gün mutfakta bulaşık yıkarken yanıma gelip, sence neden dinler İskandinav ülkelerinde değil de şimdi ki yerlerde çıkmış dedi, ben aklımdakileri kelimelere dökmeye hazırlanırken, o bana bir söylev çekti.

Normal, adam 24 yaşında.

Ben de eyvallah, dedim. Oturdum ne zamandır seyretmek istediğim Vikingler dizisinin bugüne kadar kaçırdığım bölümlerini seyrettim.

Çünkü her bilginin bir hikayesi vardır. Bunu öğrenmek için biyografi ya da mitolojiden yaralanabilirsiniz. O kavramın tarihini okumak sizin algı yeteneğinizle ilgili. Keyifli hale getirmek de.

Kurgusu İskandinav mitolojisinden esinlenerek çekilmiş Vikings dizisinin de İngiltere kralı gözü gibi koruduğu kütüphanesinde Romalılardan kalma tüm yazılı envanterleri güvendiği adamlara onartıp, hatmediyor. Amacı dünya da onlar gibi iz bırakmak, ölümsüz olmak.

Ragnar ölmek için İngiltere topraklarına geri geldiğinde babasının ezdiği ezik oğlu diyor ki baba hadi öldürelim onu, biz kuzuysak o kurt.

Ragnar ve kral karşılaştıklarında oturup sohbet ediyorlar tanrı hakkında.

Ragnar kendisini öldürmesini istiyor kraldan. Çünkü Kahin ona nasıl öleceğini söylemişti. O da kendi kaderimi kendim yazarım hatta bunu artıya çeviririm dedi ve kemik oğlunu alıp buraya geldi.

Ölümünün bile bir işe yaramasını istiyor çünkü. Oğullarının gelip intikamını alacaklarını böylece daha önce istila edemediği yerleri oğullarının istila edeceğini düşünüyor.

İngiliz topraklarında yaşayan insanlar Kral dahil Vikinglerin ölüme olan tutkusundan korkuyorlar. Onlar ölmekten korkmadıkları için vahşi ve cesurlar tıpkı Romalılar gibi.

Onlar gibi bir sistem inşa etmiyorlar, yazılı kanunları yok görünüyor ama eylemleriyle tarihe adlarını yazdırıyorlar.

Tanrıyı sorguluyor iki kral. Ölmeyi arzulayan Ragnar artık hiçbir tanrıya inanmadığını ama ölmek üzereyken oğullarının inandığı tanrılar adına bir konuşma yapacağını söylüyor. Onların cenneti olan sadece savaşırken ölenlerin cenneti Valhala’ya nasıl gururla gittiğini ve onları orada kahramanlıklarını dinlemek üzere beklediğini söylüyor, yılan dolu çukura atılmadan önce. Bir hayvan gibi asılı durduğu kafesin içinde ona Hristiyanlığın tanrısı adına işkence eden kral, düşmanlarınızı yok edin, diyerek yılanlı çukura atıyor Vikinglerin ayaklı tarihini.

Ve ben bu saatte tarih bilgilerinde kralın yılanlı bir çukurda öldüğü bilgisine istinaden, öldürülmesinin hikayesini yeniden dile getiriyorum.

Ragnar’ın oğlu Bjorn babasının arzusuyla onun peşinden İngiltere’ye gitmedi. O kendi hayallerinin peşinde, Paris de bulduğu bir haritanın izini sürmek üzere deli dahi Floki’nin yaptığı gemilerle Akdeniz’i keşfetmek üzere denize açıldı. Üvey kardeşlerinden iki tanesi de onunla birlikte geldi. Onlara ihanet eden amcası da katıldı Akdeniz yolculuklarına. Fransa Kraliçesi olan karısı şayet o Vikinglerle giderse ondan olan çocuklarını ve kendisini öldüreceğini söyledi.

Adam Viking yanımı yok edemem dedi, gök gürlediğinde sen şimşek çaktığını düşünüyorsun, ben tanrının davuluna vurduğunu dedi.

Ve o dönemde Müslümanlar’ın olduğu İspanya’ya ulaştılar. Floki tanrıları yüzünden, en çok da dostunun aklını karıştırdığı için Athelsta’nı öldürmüştü.

Karaya adım attıklarında namaz kılan insanların bulunduğu bir camiden içeri girdi. Sanki kapısını anahtarla açtı. O ne demekti bilmiyorum. Namaz kılan insanların arasında dolaştı. Arkasından gelen insanlardan biri hiç istifini bozmadan ibadetini yapmaya devam eden insanlardan birini öldürdü. Floki onlara engel oldu. Burası onların ibadethanesi dedi. Onlara ibadet ederken dokunmayın.

Ragnar’ın dönemi bitti Bjorn’ün dönemi başlamış görünüyor. Zaten Vikinglerin tarihinde okuduğum kadarıyla iz bırakan krallar onlar.

Girizgahımı tüm yazdıklarıma bağlamam gerekirse, düşünmeye devam ediyorum.

Sorular soruyorum kendime.

Neden kara delikler var.

Ya da bizim kara deliklerin varlığına inanmamız gerekiyor.

O delikler genişliyor sonra kapanıyorlar.

Ve biz bir inanışa göre başlangıcın kara deliğine yakın bir yerde bulunuyoruz.

Tıpkı insan beyninin sağ lop ve sol lopu gibi dünyanın da doğu ve batı diye dengelendiğine inanıyorum.

Doğunun sezgisel ve ruhani yanının, üzerinde durduğu maddesel dokudan dolayı değil bu yüzdenmiş gibi gösterilen batı aklıyla kaosa sürüklenip, hiçbir zaman tercihlerini yapamayan, sezgileri uyuşturulmuş - tıpkı beynin yapısına göre insanın ruh hallerini adlandırıp, sınıflandıran sonra da onu ilaçla uyuşturan gerçekle bağlantısını flulaştıran zihniyet gibi- hasta adam haline getirildiğine inanıyorum. Bunun da dünyanın bir dengesi olduğuna.

İyilikle görüşelim efendim.