Kavurucu, atraksiyon dolu bir yazı geride bırakırken yola çıktık; istikamet Van...
Gündemi yakından takip edenler, haberimi okuyanlar bilir; amacımız bir mülteciler ve sorunları üzerine bir panel... Tabii ben de ekipmanlarımla birlikte panelin haberini yapmak, Van'daki süreci gözlemlemek için aktivist arkadaşlarla yola koyuldum.
 
İstanbul, yazdan kalma havasını geride bırakmış, tatlı bir üşümeyle yolcu etti bizi...
Yol boyunca İstanbul ile Van'ı kıyaslayan keyifli bir sohbetimiz oldu.
 
Yolculuğun sonunda, uçaktan indiğimizde güneşli bir havayla karşıladı bizi Van...
 
Hafife alınacak gibi değil, ter döktüren bir sıcak...
 
Çatışmaların, ölümlerin, öfkenin sıcaklığı gibiydi...
 
Havaalanından ayrıldık; kalacağımız günden daha fazla eşyam ile Van sokaklarını gözlemliyordum.
 
Halk sessiz, sokaklarda devlet dışında bir hareketlilik yok; ama sokak duvarlarına yazılan sloganlar, her an patlamaya hazır bir öfkenin olduğunu apaçık gösteriyordu.
Böyle bir süreçte bu sessizlik beni tedirgin etti.
 
Haklıydım. Van'da kaldığım süre boyunca da haklılığım ile yüzleşmek zorunda kaldım.
 
Van'dan bir arkadaş kalacak yer ayarlamamıza fırsat vermeden bizi misafir etti, kapısını açtı. Doğu'nun sıcak kanlılığıyla her şeyi bir an olsun unuttuk.
 
Hiç tanımadığımız insanlar görmeye geldi, hal hatır sordu. Mutluyduk.
Yol yorgunluğuna eklediğimiz mutluluk ile yeni bir güne uyandık. Çok işimiz vardı.
İşimize koyulmadan önce Edremit sahilinde Van kahvaltımızı ettik. Her şey olağandı.
Kahvaltı sonrası Van merkeze gitmek için yola koyulduk. Yollar kalabalık, petrol ofisleri başta olmak üzere her yerde zırhlı polis araçları...
Aynı şey şehir merkezinde de geçerliydi. Arabadan inip sokaklarda yürüdüğümüzde, bazı şeyleri anlamamak sadece ahmaklık olur. Bunun için iyi bir düşünür, yazar, gazeteci olmaya gerek de yok.
 
Mesela; bir kısım hiçbir şey yokmuş gibi hareket ederken, bir kısım da tedirginlik yaşıyordu.
Bir kesim öfke duyarken, bir kesim korkuyordu.
Bir kesim çaresizken, bir kesim zafer naraları atıyordu.
Yine tedirginliğimi yaşarken, Van Kadın Derneğinden arkadaşlarla bir araya geldik. Güler yüzleriyle bizi karşıladılar, sohbet etmeye başladık. Panel için güzel haberleri vardı; valilik ile görüşmüşler, panel için izin almışlar...
Yapılacak olan panel üzerine sohbet ettikten sonra VAKAD'dan ayrıldık. Artık panel gününü bekliyorduk.
 
Van sokaklarında saatler geçtikten sonra sosyal medya üzerinden hareketlilik başladı. Bu hareketlilik, Pazar günü yapılacak olan panele karşı bir grup saldırganın başlattığı linç kampanyasıydı. Aktivist arkadaşlarla hedef haline gelenler arasında ben de vardım. Korkunç söylemler, nefret salyaları ve şuursuz saldırı hali vardı.
Van halkını yansıtmayan bu söylemler ve saldırganlık halinin arkasında kimlerin olduğunu çok iyi biliyorduk. Endişe ve korku haliyle beklemeye başladık. Sosyal medya üzerinden birçok kişi Van'da yaşananların sesi olmaya çalıştı. -Böylesi bir durumda yalnız olmadığını hissetmek çok güzel bir duygu-
 
Panele bir gün kala saldırılar yoğunlaştı. Polis, panelin yapılmaması yönünde psikolojik şiddet uyguluyordu . Belli ki bir rahatsızlığı vardı. Bu duruma aldırış etmeden panel için plan değişikliğine giden arkadaşlar, panel yapılmasa bile aktivistlerin bir araya gelmesi için büyük bir çaba gösterdi.
Başardılar.
Pazar sabahı, Van'ın en sessiz saatlerinde bir kafede bir araya geldiler; kahvaltı ettiler, konuştular, amaçlarına ulaştılar.
 
 
LGBTİ aktivistler etkinliği yaptıktan saatler sonra bir grup saldırgan -8,10 kişi- Hz.Ömer Camii'nde toplanarak nefret sloganları attı. Saldırganlar, hükümete yakın Akit Gazetesi tarafından sahiplenilmesine rağmen amaçlarına ulaşamadı.
Nefret sloganları atan kişilere Van halkı destek vermedi, onlardan uzak durdu. Eminim ki Van halkı da o kişilerin kim olduğunu çok iyi biliyor.
 
Tabii akıllarda birçok soru işareti kaldı:
 
*Valilik izni olmasına rağmen polis etkinlikten neden rahatsız oldu?
*Sosyal medyada linç kampanyasını başlatan saldırganlar kimdi?
*Akit gazetesi valilik izni olduğunu dahi nereden biliyordu?
 
Cevapları net ya da belirsiz olan bu sorular kafamızı kurcalarken, son olarak bölgedeki izlenimlerimi paylaşmak istiyorum.
 
Halk, ne kadar sessiz ve öfkeli olursa olsun savaştan bıkmış. Sohbetin ucu siyasete değinir değinmez bir isyan başlıyor; her iki tarafa da...
Omuzlarında bir ağırlık hissediyorsun...
Kendini sorumlu tutuyorsun...
Çıkış yolu, çare arıyorsun...
Umut vermeye çalışıyorsun...
 
Ama nereye kadar?
 
Kurban bayramında yapılan bombalı saldırının izlerini, sokaklardaki OHAL kapsamında baskı halini görünce susuyorsun.
Bu savaş ne zaman bitecek?
Kazanını, kaybedeni kim olacak?
Daha kaç insan hayatından olacak?
 
10 Ekim'in arifesiydi...
 
Tedirginlik ile beraber Van'dan ayrılmanın hüznüyle bindik uçağımıza...
 
Gençlerimiz, yaşlılarımız; bebeklerimiz, çocuklarımız; kadınlarımız, erkeklerimiz bu savaşı hak etmiyor. Edi bese!