Ben yaralı ellerine geçmem ile başlayan tutsaklık sürecim bitinceye kadar, yemiyor yediriyorlar, soğuklarda giymeyip giydiriyorlardı. İnanın yaşamımıza en ufak bir sıkıntı gelebileceğini düşündükleri an ö bölgeden uzaklaştırılıyorduk.

İki sene üç ay, 1994’ten 96 sonuna kadar PKK'nin elinde esir kalmış Karadenizli bir eski asker olarak söylüyorum bunları.

Tabii diyeceksiniz yaşamınızı kim tehdit ediyordu. Devlet bile bile bulunduğumuz yerleri sürekli bombalıyordu.

Hele hele devlet yetkililerinin açıklamaları, bizi öldürmek için kullandıkları bombalardan daha berbattı.

Devlet PKK’nin eline geçen mensuplarını her fırsatta yerdi ve sürekli aşağıladı. Bu bizim dönemimizde de böyle idi. Ondan sonraki tüm esir alınma olaylarında da aynı idi.

Devlet kendi verdiği esirlere bile böyle yaklaşırken, karşı tarafın esirlerine nasıl yaklaşacağını tahmin edebilirsiniz. Tahmin etmenin dışında daha çok yeni bir deneyimimiz elimizde mevcut. Türkiye Cumhuriyeti’nin elindeki Kürt tutsaklar, Öcalan’ın üzerinde uygulanan tecrit politikalarını protesto etmek için, vücutlarını ölüme yatırdılar. Ta ki Abdullah Öcalan’ın müdahale etmesiyle bu eylem sona erdirildi.

Ölümlerin bu şekilde önüne geçilebildi. Hapishanelerdeki grev sona erdiğinde bir kere daha devlet yüzünü göstermekten çekinmedi. Her tarafta tutsaklara saldırdı. Açlık grevinden kaynaklı tedaviye ihtiyacı olan tutsakları adeta ölüme terk etti.

Geçmişte yaşananları ise ne anmakla ne saymakla bitiremeyiz.

Karşımızda böylesi bir aygıt var, savaş sürsün, kendi çıkarları yürüsün de, ister kendi tutsakları olsun, ister karşı tarafın tutsakları olsun, başlarına ne gelirse gelsin. Bu sistem başından beri tutsak/esir hukukunu hep görmezden geldi. Genel olarak savaşlarda, zaman içerisinde belli ilkelerde uzlaşılmış ve bir savaş hukukunu oluşturmayı başarabilmişler. Bugün Türkiye’nin olduğu gibi bu ilkeleri bazen koyanlar bile çiğnemiş, yine de belli ilkelere riayet edilmiş. Bu tavrı Türkiye hiçbir dönemde gösterememiş. En azından burada yürüyen savaş açısından bunu böyle söyleyebiliriz.

Bu günlerde PKK’nin elindeki tutsakları bırakması gerektiği ile ilgili gündem, bir kere daha kamuoyunun önünde tartışılmaya başlandı. Bu sefer Öcalan’ın içeriden mesajlarına dayanarak böylesi bir gündem oluştu.

Öcalan’ın tavrı, tutsaklara davranış noktasında net. Var olan Cenevre sözleşmesinin ilgili düzenlemeleri olduğu gibi kabul edilirken, alınan hiçbir tutsağa düşman muamelesi gösterilmemiştir. Hatta kamuoyunda sistemin PKK ile ilgili anti propagandasına karşın, Öcalan misafirlerimiz bizim barış elçilerimizdir demiştir. Yani karşı tarafın algısını iyi bilen Öcalan sadece burada yaşadıklarınızı gittiğiniz her yere götürün diyordu. Savaşı durdurmada yanlış algıların giderilmesini çok iyi biliyordu. Aldıkları tutsakları dostları, misafirleri, hatta barış elçisi görüyor , tutsak alınan kişileri hareketin gerçek kimliğini diğer kesime aktaracak insanlar olarak görüyordu.

Tüm bu değerlendirmeleri yapan kişi olan Öcalan, şu an tam bir düşman hukukunun işletildiği bir tecrit içerisinde yıllardır İmralı adasında tutuluyor. Buna rağmen savaş tutsaklarıyla ilgili tavrını aynı şekilde koruyor.

Savaş tutsaklarının bırakılması ilgili istek yine PKK’ye karşı yapılıyor. Yine bu diyalektik tek başına işletilmeye çalışılıyor. Bu doğru bir tavır ya da yöntem değil. Bu sürece dahil olan tüm aydın ve diğer çevreler mutlaka devletin de bu süreçte adım atmasını sağlamalıdır.

Öcalan’ın da dahil olduğu tüm siyasi tutsaklar ile ilgili toplumun da algısını değiştirecek değişikliklere hükümetin bir an önce gitmesi gerekir. Tutsakların bırakılması barışın kurumsallaşmasını gerektirecek bir durumda yapılması en doğru adım olacaktır.

Dağda şu an tutsak olan kişilerinin gözü yaşlı yakınlarını anlıyorum. Bir an önce çocuklarına kavuşmak istiyorlar. Fakat bir daha gözü yaşlı anne istemiyorsak, kalıcı barışa katkı sunacak düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Yoksa sizden önce de gözü yaşlı anneler vardı, bugün siz varsınız. Bu sorunu kökünden halletmezsek sizden sonra da anneler olacak gözyaşı döken.

PKK’nin aldığı savaş esirlerinin bırakılma isteğine karşı aynı şekilde Türkiye Cumhuriyeti’nin elindeki politik tutsakların, ki Öcalan da dahil, bırakılması önerisi geliştiğinde barışı tartışır duruma geleceğiz.

Artık hükümet elini taşın altına koymalı ve yüzyıldır yalanlarıyla savaşın bir parçası haline getirdiği Türkiye kesimini barışın tarafı haline getirmek için çaba sarf etmelidir.

Yoksa müzakere deyip deyip, operasyonları tüm hızıyla sürdürmekle barış bu coğrafyaya gelmez. PKK’nin elindeki savaş esirlerinin bırakılmasını isteyenler ne zaman Türkiye Cumhuriyeti’nin elinde tutsak olan Öcalan için de aynısını istemeye başlayacak, o zaman barış gelecek.