Tuzluçayır, Okmeydanı, Dikmen, Armutlu ayakta...

Türkiye'nin siyahları, Alevifobik, mezhepçi bir rejime karşı ayakta. “Alevi köpekler” diye höykürerek saldıran mezhepçi polislerin zulmüne, o polislerin destan yazdığını söyleyenlere karşı ayakta.

Türkiye'nin siyahları, eşitliği bir türlü kabullenemeyen beyazlarına karşı ayakta. Sizi beyazlaştıracağız, asimile edeceğiz diyen milliyetçi-muhafazakar Türk-İslam sentezci zihniyete karşı ayakta. Ve ne yazık ki bu zalim rejim hala gencecik canlara kıymaya devam ediyor. Kendi mezhepçiliğini, otoriterliğini sorgulayacağına, daha da saldırganlaşıyor. Daha da acı olanı, sürekli mağdur edebiyatı yapan iktidar destekçilerinden bu zulme hayır diyen bir tane vicdan sahibinin çıkmaması. Zamanında demokratçılık oynayan, sola, Alevilere demokratlık dersi vermeye çalışan, bu otoriter rejimin “entelektüel” yandaşlarında ne bir vicdan azabı, ne bir özür, ne bir utanç...

Ağızlarında pespaye komplo teorileri, dillerinde polis savunuculuğu, zihinlerinde Müslüman Türkün Müslüman Türkten başka dostu yoktur ilkelliği. Zamanında bu iktidara destek olmak için komplo avcılığı yüksekokulları açıp ulusalcılarla dalga geçenler, oralarda ders verenler, ulusalcılarınkinden bin beter komplolarla adeta ölen gençleri suçluyor ve bizim geçmişi unuttuğumuzu sanıyorlar. Hiçbir şeyi unutmuyoruz, herkesin ne dediğini, ne yaptığını, bugünlere nasıl adım adım geldiğimizi çok iyi biliyoruz. AKP-Cemaat koalisyonunun bu kadar otoriterleşmesinde, yöneticilerinin sığlığı, ideologlarının milliyetçi muhafazakarlığı, devletperestliği ve sosyolojik tabanının sınırlılığı kadar, onu eleştirmez kılan, onu eleştiren herkesi ulusalcı, Ergenekoncu ilan ederek yaftalayan, onu eleştirenleri entelektüel şiddetle, düşünce polisliği ile bastıran liberallerin rollerini de unutmuyoruz. 

İktidarın, iç siyasette de, dış siyasette de mezhepçiliğinin tescillendiği bugünkü konumuna adım adım gelişinin miladını hiç tereddütsüz söyleyelim: Recep Tayyip Erdoğan'ın, 12 Eylül 2010 referandumu sürecinde, “Alevilerin katli vacip” diyen Ebussuud efendiye övgüler düzerek, “Dedelerden talimat alma dönemi bitti” diyerek ve kendisini Alevi hakimlerin mahkum ettirdiğini ima ederek, Alevifobik siyaseti referandum sürecinin merkezine oturtması. Hatırlayalım, daha önceleri Akit gibi varoluşu nefret söylemine dayanan çevreler tarafından dile getirilen bu Alevifobik söylem, referandum sürecinde öylesine hegemonik olmuştu ki, azınlıklar ile ilgili araştırmalar yapan bir liberal profesör bile, yargıdaki Alevi cuntasını yıkmak için referandumda evet vereceğini, utanmadan yazabilmişti. 

( http://www.radikal.com.tr/radikal2/referandum_ve_alevifobi-1022116 )  


Referandum süreci ile tehlikeli bir yükselişe geçen Alevifobi, AK Goebbels'lerin propagandaları ile inanılmaz boyutlara ulaştı. Alevilere ilişkin uydurulmuş “büyük yalan” (Alevilerin yargıda, silahlı kuvvetlerde egemen olduğu safsatası), sürekli tekrar edilerek, Alevilere yönelik nefret söylemi körüklendi. Hiçbir olgusal temeli olmayan bu safsataları AKP-Cemaat koalisyonunun gazetecileri, yazarları, akademisyenleri yazıp durdular. Eski rejimin en büyük mağdurlarından olan Alevileri, adeta eski rejimin sahibi olarak gösterip şeytanlaştırdılar. Ne hazindir ki, liberaller bu büyük yalana inanmakla kalmayıp, onun propagandasını bile yaptılar.

Liberallerin Türkiye'deki Alevilerin sorunlarına ve Alevifobi problemine kör oluşu, başlı başına bir yazı konusu olsa da, bunun sınıfsal bir temeli olduğunu söylemek mümkün. Bir beyaz Türk ideolojisi olarak liberallik, kendi sığ kavrayışı ve cahilliği ile köylülük olarak gördüğü Alevilik konusunda hep mesafeli olmuştur. Bir Avrupalı liberalin İslamofobi ile mücadele etmesinin bu ülkedeki karşılığının, Alevifobi ile mücadele etmek olduğu liberallerin aklına bile gelmemiştir. O yüzden referandum sürecinde, Erdoğan'ın Alevilere yönelik nefret söylemleri hakkında tek kelime etmemişlerdir.

Suriye'deki kanlı süreç ile birlikte, Alevilerin evlerine çarpılar atılmaya başlandı. O çarpıların ne anlama geldiğini Maraş katliamını yaşamış Aleviler çok iyi biliyordu. Tabi ki, iktidarın “o çarpıları çocukları yaptı”, “radikal sol gruplar yaptı”, “Esad mesaj vermek için yaptırdı” gibi yalanlarına inanmak mümkün değildi. Kesin olan, Suriye'deki kanlı süreç ile birlikte Türkiye'de Alevifobinin korkunç boyutlara ulaşmasıydı. (Suriye'deki Nusayriler ile Türkiye'deki Kızılbaş Aleviler arasındaki farklardan söz etmek, böylesine Alevifobik bir iktidar karşısında anlamını yitiriyor. Zaten, Alevifobik söylemin tahayyülünde de ikisi arasında bir fark yok.) AK Goebbelsler, Alevilerde Esad'a yönelik bir sempati dahi olmamasına rağmen, Alevileri, Esad'ın doğal destekçisi gibi resmetti. El Nusra gibi El Kaide bağlantılı çetelerin insanlık dışı zulümlerini eleştirenler bile Esadçı olarak suçlandı. Aleviler kendilerini büyük bir tehdit altında hissederken, 3. köprünün adının Yavuz Selim olacağı deklarasyonu, Aleviler için adeta bu ülke ile duygusal bağların kopması anlamına geliyordu. Bu ülke Alevileri yurttaş olarak tanımıyor, onların duyarlılıklarını hiçe sayıyor, Alevilere adeta “Sizi katlederiz, katledeni de baş tacı ederiz” mesajı veriliyordu.

Bütün bunlar yetmezmiş gibi, iktidarın kalemlerinden biri akıl almaz bir iddia ile Gezi direnişini “anti-Sünni kalkışma” olarak niteliyor, hem Gezi direnişçilerini, hem de Alevileri hedef haline getiriyordu. Beyefendinin gözdelerinden Rasim Ozan Kütahyalı ise, ortada fol yok yumurta yok iken 15 Ağustos'ta Alevilerin ayaklanacağına ilişkin istihbaratlar olduğunu yazıyordu. Kütahyalı'nın zırvaları, Fethullah Gülen'in projesinin -nedendir bilinmez, Tuzluçayır'da- hayata geçirilmeye çalışılması ile gerçeğe dönüşüyordu. Fakat bunun için istihbarata falan gerek yoktu. Siz Fethullah Gülen'in projesini, Alevi cemaati içindeki tartışmalı bir isimle, devrimcilerin tarihsel olarak güçlü olduğu bir Alevi mahallesinde gerçekleştirmeye kalkışırsanız, buna tepki olacağını bilmemeniz için uzaydan gelmiş olmanız gerekir.

Durum vahim, iktidarın bu mezhepçi siyasetine dur demek gerekiyor. Bu ülkede yaşayan, ülkenin demokratikleşmesini isteyen, hangi ideolojiden olursa olsun, her vicdanlı yurttaş, daha fazla can yitirmeden şu tespitte birleşmeliyiz: “Bu ülkede Alevifobi çok büyük boyutlardadır ve bununla mücadele Türkiye'nin demokratikleşmesi için zorunludur.”