Almanya´da yaşayanlar bilir. Burada bizim Türkiye Saati dediğimiz bir zaman dilimi vardır. Bu zaman diliminin iki coğrafya arasındaki saat farkıyla hiçbir alakası yok. Hiçbir yerde kaydedildiği de söylenemez. Kastedilen daha soyut bir durum. Yani zamanı nasıl kullandığınızla ilgili... Aslında kastedilen "zaman" biraz da ironik.

Mesela bir etkinliğe gitmek istersiniz. Zamanınızı etkinlik ilanındaki saate göre ayarlamışsanız yanlış yapmışsınız demektir. Çünkü etkinlik çoğunlukla ilanda duyurulan saatte başlamaz. Bu gecikme on dakika da sürebilir, bir-iki saat de... Bu sürede hayal kırıklığı ya da öfkeye kapılıp, etkinlik alanını terk ettiğinizde, hatta daha ileri gidip organizede görevli olan kişileri eleştirdiğinizde orada bulunan diğerleri tarafından asosyal // uyumsuz olarak değerlendirilebilirsiniz. Çünkü çoğunlukla herkes uyumludur, yani Türkçe etkinliklerin "Türkiye Saati"ne göre ayarlandığını, gecikmeli başlayacağını, -tam başlayacakken herhangi bir aksama olacağını bilir. Bu -kötü niyetten uzak, bizim pek bi duygulu anadolu insanımızın ve ona uyan mantalitemizin en doğal özelliğidir. Bu özelliği değiştirmek için bir şeyler denediğinizde dikkat çekmeye çalıştığınız düşünülebilir.

"Bu da kendini ne sanıyorsa..."

cümlesiyle başlayan sohpetlerin konusu olabilirsiniz.

İşte Almanya´da yaşayan Türkiyeli göçmenlerin hemen hepsi bu zaman dilimi içerisinde, kendine bir mekan açarak(mesela düğün salonları, kahvehaneler, türkü cafeler, diskolar, türk bakkalları, türk mahalleleri, türk doktorları ...vs.) yaşayıp gider. O zaman diliminde ve mekanda göçmenler memleketten getirdikleri hayat tarzını Avrupa´daki hayat tarzıyla karıştırır, her iki hayat tarzından en çok işine geleni, -yani en kolay olanı alır ve zorunlu kalmadıkça iyi-kötü alışkanlıklarından asla ve kat´a taviz vermez. Anadolu insanının bu "değişime karşı direnme" gücünün altında şu felsefi(!!) derinlik vardır;

"Ne yapalım biz de böyleyiz işte..."

Türk İşi

Farkettiğiniz gibi yazıya, zaman unsurunu aktarabilmek için etkinliklerle başladık. Ama zaman unsuru kadar işin niteliği de Türkiye´den gelenler açısından incelenmeye değer. Mesela bir iş söz verildiği halde yapılmazsa, yapılsa bile amacından saparsa, o işte eksiklikler-hatalar varsa, aksamalar olduğu halde muhattap bulamazsanız buna da Türk İşi denir. Türk işi demek; işin çok konuşulmasına rağmen içinin boş olduğu anlamına gelir. Kalitesi düşüktür. Sonradan başınızı agrıtacak arızalar çıkarabilir.

Efendim örnekleyelim:

Diyelim ki evde bir şeyi tamir ettirmek isterseniz, usta çağırırsınız değil mi? İlk etapta usta gelir, yapılacak işi anlatırsınız.

"Tabi," der usta, "Şu kadar zamanda şu şekilde işi yaparım. Hatta şunu da şöyle yaparım, daha da güzel olur."

İşinin erbabı(!!) olan ustaya işi veririsiniz. Arada yazılı bir anlaşma olmaz. Zaten buna gerek de yoktur. O usta zamanında gelsin diye randevu gününü onun belirlemesini rica edersiniz, o da belirler. Siz kırk takla atıp onun randevusuna uyarsınız, ki herhangi bir sorun çıkmasın. Ama yine de o gün bir sorun mutlaka çıkar. Usta randevuya gel(e)mez. Çünkü ya trafik sıkışmıştır, ya karısı doğum yapmıştır, ya oğlu evden kaçmıştır, ya da -en iyi ihtimalle- kaynanası hastahaneye kaldırılmıştır. Ama verdiği sözün erbabı olan usta asla kendi verdiği randevuyu unutmamıştır.

"Hiç unutur mu yaw...? Zaten hemşehrinizdir."

Neyse, bu usta söz verdiği işi bir kaç terminden(randevu) sonra gelip hakikaten yapar. Mesela tabanda açık kalan bir yere fayans döşer, ya da lambaları takar, elektrikleri kontrol eder...vs. Kazara işin niteliğiyle ilgili fikrinizi söylediğinizde, diyelim ki,

"Ya, usta yanlış anlama, ama raf sanki biraz eğri mi duruyor ne?" derseniz, usta da der ki:

"Yok yaw, ne eğrisi...?! Dümdüz işte...Mis gibi raf ! Sana öyle geldi."

Tabi siz de iyi huylu ve kendi kültürüyüle uyumlu biri olarak, gözlerinize değil, ustanın dediğine inanırsınız. İnanmak istersiniz. İnanmış gibi yaparsınız. Çünkü o herşeyi, hele hele yaptığı işi sizden daha iyi bilir. Ta ki bir misafiriniz gelip, rafı gördüğünde hafifçe gülümseyerek;

 "Türk´e mi yaptırdın?" diyene kadar. O vakit gözlerinizin yanılmadığını ve aslında ustanın türk işi yapıp sizden bir sürü Alman parası aldığını kabullenirsiniz. Tabi usta hemşehriniz olup fatura almayarak size "iyilik" yaptığından, artık yapacak bir şey de yoktur. Bu ve benzeri türk işlerinden ders çıkarma durumunu yine türki bir bakış açısıyla şöyle özetleyebiliriz.

"Neyse canım, olan oldu artık. "

Türk Dönüşü

Buraya geldiğimde farkettiğim ilk şeylerden biri Türkiyeli göçmenlerin, trafikteki diğer insanlara nazaran daha iyi(?!) araba kullandığı oldu. Hatta öyle ki, bu araba kullanma tarzı dolayısıyla dile giren bir ifade bile var; Türk dönüşü...

Nedir Türk dönüşü? Diyelim ki yanlış yola girdiğinizi farkettiniz ve yol yakınken dönmeniz gerek, en yakın yol da bir kaç yüz metre ilerde, sol ya da sağ şeridin üzerinde yer alıp dönmenize bağlı. Bu en yakın yol size uzak gelebilir. Uzak olduğundan işin içine biraz cesaret katıp, -karşıdan ve arkadan gelen arabaları riske atmayı da göze alarak- bir U dönüşü yapabilirsiniz. Bu çok keskin bir dönüş de olabilir. Yani trafiğin durumuna göre değişir. Her türlü riske rağmen başarılı bir şekilde U dönüşü yapan adamın ya da kadının trafikte kendisine korna çalınması umrunda bile değildir. O Türk Dönüşü yapmanın haklı(!!) gururu içindedir. Koltuk altları terlese, yüzüne hafif acılı bir gülümseme yerleşse bile yanlış girdiği yolu en kısa yoldan terkettiği ve üstelik bunu yasaklara rağmen başardığı için mutludur.

Şu yukarda tarif etmeye çalıştığım üç konu(zaman, iş ve trafikteki reaksiyon) bir üçgenin üç açısı gibi buradaki Türkiyeliler´in yaşama biçiminin kısa bir özeti aslında. Kesinlikle abartı falan değil. Hatta yazdıklarımdan daha keskin örnekler bile var. Peki bu üçgenin dışına çıkabilenler yok mu? Var elbette...! Ama onları tek tek parmakla saymak da mümkün. Türkiye kökenli yaklaşık 3 milyon insan, Kürt-Türk, Alevi-Sünni, Kadın-Erkek, Zengin-Fakir, Yaşlı-Genç, Sağcı-Solcu hiç farketmeden hemen hepsi göç kültürü içindeki bu karma mentaltenin kapsama alanı içinde diyebilirim.

Bu durumda olan, o kapsama alanının dışına çıkmak, az da olsa mentaliteyi değiştirmek isteyen Türkiye kökenli aydın ve sanatçılara oluyor. Ne zaman kendilerini kendi toplumları içinde anlatmak isteseler, beklemedikleri bir Türk işi, Türk dönüşü ya da Türkiye saati ile karşılaşıyorlar. Bir mentalitenin kendi gelişim dinamiklerini (aydın ve sanatçılar) bu şekilde görmezden gelmesi ve değişime karşı direnmesi üzücü. Hatta çok çok üzücü...