Türkiye'de farklı fikirlere sahip olanlar arasında, iki tarafın da fikirlerini sorgulayabileceği, ortaklaşmasalar da, fikren çatışarak gelişebilecekleri verimli bir tartışma yürütmek neredeyse imkansız, çünkü her daim 'hakikat'e sahip birileri var. Onlar her zaman haklılar. Zamanında AKP-Cemaat koalisyonunu eleştirenleri, bugün artık herkesin malumu olan cemaatin polisteki ve yargıdaki örgütlenmesinden söz edenleri insafsızca, anti-demokrat, hatta 'Ergenekoncu' olmakla suçlarken de 'haklı'ydılar, şimdi dolu dizgin faşizme giden AKP-Cemaat koalisyonu karşısında, daha önce yazdıklarını unutmuşcasına 'Biz AKP'yi zaten biliyorduk, AKP'yi iyiyken destekleriz, kötüyken eleştiririz' derken de 'haklı'lar... Ancak bu söylemin siyaseten hiçbir değeri yok.

 

Siyaset yapmak doğruyu yanlışı belirleme mercii olmak anlamına gelmiyor. Halil Berktay'dan, Melih Altınok'a, Etyen Mahçupyan'dan Roni Margulies'e, siyaseti Chantal Mouffe'un deyişiyle liberal mutabakat siyasetine – yani siyasetsizliğe - indirgemiş, siyasetin esasen antagonizma temelli kollektif kimlikler, yeni 'biz'ler ve 'onlar' yaratmak olduğunu unutmuş olanlar için geldiğimiz noktada elbette söylenebilecek çok şey var. (Siyasette 'biz' ve 'onlar' ayrımının merkezi rolü için bkz. Siyasal Üzerine, Chantal Mouffe.) Melih Altınok gibi vülger savunucularından, Etyen Mahçupyan gibi görece sofistike olanlarına dek bu zihniyetin temsilcileri, siyaseti, AKP'nin oluşturduğu 'biz' ile konuşmaya, hatta zaman zaman o 'biz'e dahil olmaya indirgediler, sola da sürekli bunu önerdiler. AKP'nin sosyolojik tabanını anlamaya çalışmak, o tabanı dikkate alarak siyaset yapmak ile AKP'nin kurduğu 'biz'e eklemlenmek arasındaki farkı hep es geçtiler. Türkiye'nin demokratikleşmesinin ancak AKP'nin kurguladığı 'biz' ile konuşarak mümkün olacağına inandılar ve herkesi de buna inandırmaya çalıştılar. Demokratikleşme perspektifleri hep AKP'nin hegemonyasına teslim olmuş bir mutabakat zihniyeti ile sınırlı kaldı.

 

Oysa AKP, tipik bir sağcı popülist parti olarak, Mouffe'un sağcı popülist partilere atfettiği “zayıflayan sol/sağ karşıtlığının yerine 'halk' ve 'egemen çevreler' etrafında şekillenen bir karşıtlık üzerine inşa edilmiş yeni bir biz/onlar ayrımı” koymayı büyük bir başarı ile gerçekleştirmişti. Siyasetin 'onlar'a karşı 'biz' ayrımı yaratmak olduğunu sokakta öğrenmiş olan AKP'nin, bu  'halk' ve 'egemen çevreler' karşıtlığı ile gizlediği gerçek, kendisinin artık iktidar oluşuydu.

 

Nitekim Cemil Oktay, Taraf gazetesinde Neşe Düzel'e verdiği söyleşide, iktidardan demokratikleşme umanlara uzun süredir unuttukları şu yalın kuralı anımsattı: 'genel bir kuraldır. Dünyanın hiçbir yerinde iktidardan özgürlük doğmaz! Özgürlük, muhalefetten doğar! Özgürlük, toplumdan doğar! Hiçbir iktidar topluma özgürlük bahşetmez. Dünyada bütün özgürlükler iktidarlara rağmen gelmiştir.' Bu genel kuralı unutan andığımız isimler ise, demokratikleşmenin hep iktidar partisiyle geleceği beklentisiyle bütün analizlerinde, her tartışmada çubuğu hep AKP'den yana büktüler. O yüzden, örneğin Ahmet Şık'a yönelik cemaat komplosuna bile açıkça karşı çıkamadılar. Kimisi sinik bir biçimde Ahmet Şık'ı tanımadıklarından söz ederken, kimisi Ahmet Şık'ın suçlu olabileceğini yazabildi. Bu olayın sembolik önemi, demokratikleşmenin ancak AKP'nin 'biz'i ile mümkün olacağına inanan liberal mutabakat siyasetinin, diğer bir deyişle AKP'nin tesis ettiği hegemonyaya teslim olmanın bedelinin siyasi körlüğe yol açtığını gözler önüne sermesiydi. 

 

O nedenle, bugün, sokaklarda Kürtlere, Alevilere linç girişimleri olurken, iktidar Kürt düşmanı bir iç ve dış politikaya savrulmuşken, işkenceciler hükümet tarafından ödüllendirilirken, dahası bizatihi başbakan tarafından savunulurken, kimse kusura bakmasın ama, öyle 'AKP'yi iyiyken destekleriz, kötüyken eleştiririz' diyerek eleştiriden ve siyasi sorumluluktan muaf kalabilmek mümkün değil..   Hele Roni Margulies'in Express'e yönelik yazdığı yazıdaki gibi ölçüsüzlük, haksızlık yaparak geçmişe ilişkin bir muhasebe yapmaktan kaçmak mümkün değil.

 

Tartışmayı takip etmemiş olanlar, isterlerse şu iki yazıyı ardırısıra okuyabilir:

 

www.duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp

 

birdirbir.org/fuzuli-pesrevi-manic-street-makami/

 

Eğer Yücel Göktürk'ün alçakgönüllü ve özenli dili bile Margulies'i, üslubunu sorgulamaya zorlamıyorsa, zaten söylenecek çok fazla bir şey yok. Margulies'in Express'i  mizah dergisi diye niteleyen, kendince Express ile dalga geçen kibirli tavrından mı başlamalı? Sırf kendi haklılığını ispat için Express'e Kemalist nitelemesi yaparak kendini komik duruma düşürmesinden mi? İnsana sormazlar mı, zamanında CHP'ye destek çağrısı yapan Express miydi, yoksa DSİP mi? Dünya ve Türkiye solunun bütün renklerine, dahası her türlü muhalif harekete, ayrımcılık, milliyetçilik ve ırkçılık karşıtı mücadelelere sayfalarında yer vermeye çalışan, solun dogmatik ve sekter eğilimlerinden uzak duran, her zaman mazlumun yanında olan, Ermeni soykırımından Dersim soykırımına, bu topraklarda yaşanmış tüm zulümleri gündeme getiren Express'e yönelik aşağıdaki satırları yazan Margulies, bu yazdıklarına kendi de inanıyor olamaz: “Bu partiye (AKP) Kemalizm’i ve devleti savunanlar. Anayasa değişikliğine karşı oy kullananlar muhalefet edemez. Böyle muhalefet edenler (Postexpress dergisi dahil) ancak CHP’nin tabanına sempatik görünür, mevcut devletin yanında yerini alır, kitlesel bir muhalefet yaratma şansına elveda demiş olur.” 

 

İnsaf yahu, Türkiye solundaki milliyetçi eğilimlerin sorgulanmasında DSİP'den kat be kat daha etkili olmuş bir dergiden böyle söz etmek, ancak suçluluk  psikolojisinin telaşı ile açıklanabilir. Öyle ya, Margulies polisteki cemaat örgütlenmesine ilişkin tartışmalarda, Taraf gazetesinin 25.08.2010 tarihli nüshasında bakın ne yazmıştı: “... Emniyet teşkilatını, daha bilmem hangi teşkilatları tümüyle ele geçirmişler. Ee? Sorun nedir? Adamın biri emniyet müdürü veya general veya okul müdürü. Gidip ‘Sen Fethullahçı mısın?’ dedik. ‘Evet’ dedi, ‘ben Fethullah Gülen’in tüm dediklerine inanırım, hocamdır’ dedi. Ne yapılması öneriliyor? İşten mi atmak gerek adamı? Hapse mi atmak gerek?” Bu soruyu Margulies şimdi, yargı ve Emniyet'teki artık herkesin malumu olan gücün, PKK'yle görüştü diye MİT başkanını yargılamaya çalışığı,  KCK operasyonları ile Kürtlerin hapislere doldurulduğu, sırf Kürt sorununda barış mesajları verdi diye Hüseyin Aygün'ün iktidar ve cemaat yanlısı kalemlerce linç edilmeye çalışıldığı konjonktürde bir daha sorsun... Belki o zaman, Express dergisine yaptığı haksızlık üzerine bir kez daha düşünme fırsatı bulur...