Sabah uyanır uyanmaz haberlere bakmak adettendir. Malum birkaç saat bile uzak dursak haberlerden gündemin ortasına bomba gibi bir haber düşüyor. Bazen de bombanın kendisi düşüyor.

Gözümü yine devletin bir yasa değişikliğiyle açmış bulundum. Yasa şu şekilde:

ADLÎ TIP KURUMU KANUNU UYGULAMA YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK

31/7/2004 tarihli ve 25539 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Adlî Tıp Kurumu Kanunu Uygulama Yönetmeliğinin 10 uncu maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendine ikinci cümlesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki cümle eklenmiştir.

“Cesedin teslim veya gömülme işlemleri sırasında kamu düzeninin bozulabileceği veya toplumsal olayların meydana gelebileceği ya da suç işlenebileceği mülki idare amirince değerlendirildiği takdirde cesetler, gömülmek üzere doğrudan mülki idare amirliğine teslim edilir.”

Bir diğer yasa da şöyle:

Bundan sonra, gömülmek üzere ailesine veya yakınlarına ya da belediyeye teslim edilen cenazeler, en geç yirmi dört saat içinde defnedilecek. Süresi içerisinde defnedilmezse şayet, cenazeler, mülki idare amirinin kararıyla bulunduğu yerden alınarak valilik ya da kaymakamlık tarafından gömülecek. Yönetmelik, ''Halkın sağlığı, huzur ve esenliği ile kamu düzeni ve güvenliğinin olumsuz etkilendiğinin düşünüldüğü'' durumlarda uygulanacak denildi.

Bu da Kürt Halkına uygulanmak istenen soykırım politikasının artık yasallaşmış olduğunun göstergesidir.. Çünkü bir halkı vurarak, asimile ederek, katlederek bitirmeye çalışabilirsiniz. Ancak o halkı mezarlarını yok ederek tarihsizleştirebilirsiniz. Ve önce bombalanan mezarlıkların ardından şimdi de kimsesizler mezarlığına gömülecek olan “halkımıza özel” çıkarılan yasanın yanık kokusu topraklarımızı sarmış durumda. Burnumdan gitmiyor yanık kokusu.

Düşünün 96 yıldır Milli Eğitim Bakanlığı gibi bir asimilasyon kurumunun bile asimle edemediği bir halk var karşınızda. Bütün katledilmelere, köy yakılmalarına, yurtlarından zorunlu göçe tabi tutulup diline yabancı olduğu topraklara göç ettirilmesine rağmen, dilini tüm dünyaya stranlarıyla, şiirleriyle tanıtan bir halk. Onurlu bir halk. Ve mezarlıklarına son derece önem veren bir halk. Çünkü yas tutmaya defnedilme işlemi yapıldıktan sonra başlanıyor. Acı defnedildikten sonra resmileştiriliyor bir nevi.

Çözüm süreci zamanında da gerillalar karış karış, toprak toprak gezerek anı defterlerine yazılan notlarla, görgü tanıklarıyla, köylülerin yardımıyla daha önce ölen arkadaşlarının gömüldükleri yeri aradı. Binlerce ölüden sadece bir kısmının cenazesini bularak elleriyle yaptıkları mezarlıklara gömdüler. Çatışma ortamının bitmesiyle birlikte yapmış oldukları en kıymetli iş, ölen arkadaşlarının cenazelerini en ufak bir bilgiden yola çıkarak bulmak ve buldukları mezarları da elleriyle kazıp törenle defnetmekti. Ertuğrul Mavioğlu ve Çayan Demirel’in bu süreçte çekmiş olduğu “BAKUR” filminde bunla ilgili bir sahne de var.

Bu halk için mezarlıklar bu denli önemli. Yapılan bu mezarlıklarla birlikte de neredeyse her gün ziyaret edilmesi bu önemin göstergesi.

Bunun bilincinde olan devlet de Muş-Varto, Bitlis, Şırnak, Dersim ve Amed’te yer alan mezarlıkları yok etmeye çalışmakla başladı bombardımana.  Yetinmedi Cem evlerini de yıkmaya başladı. Hem de insanların canlı kalkan olmasına rağmen üzerlerine kurşun yağdırarak…

Nerdeyse düşünmeye bile vaktimiz kalmadı. İnsanlar öldürülüyor, çocuklar öldürülüyor. Ve çıkan bu yasayla da öldürülen insanlara bir mezar bile çok görülüyor. Valinin, kaymakamın cenazeyi defnetmesi sözüyle akıllara kimsesizler mezarlığından başkası gelmiyor çünkü. Ölenlerin yakınlarına bir “mezar taşı tesellisi” çok görülüyor. Çünkü bu halk oğullarının kemiklerine kavuşma hasreti yaşayan Berfo Ana’nın acısını yakından biliyor, hissediyor.

Uygulanmak istenen tarihsizleştirme politikası gözler önüne serilmiş durumda. Hatta yasallaşmış.

Ne yapacağız peki? Susup bu adaletsiz politikaya ortak mı olacağız?