M. Serdar Korucu / Demokrat Haber

Bir yüzyılı aşkın zaman önceydi.

Bu topraklardaki kan ve gözyaşı için dillerde yine “çözüm”, o dönemin ifadesiyle “ıslahat” dolanıyordu.

Sorunun yaşandığı bölge aynı coğrafyaydı bugünkü ile. Tek fark o zamanlar “Kürdistan” değil “Ermenistan” deniliyordu adına.

Değişimi isteyenler kendi aralarında işbirliğine gitmiş, yeni bir dönem yaratmak için bir araya gelmişlerdi. Aralarındaki farkları bir kenara koyacaklardı. Saray muhaliflerinin amacı tekti: Yüzlerce yıldır toprakları iki dudağının arasında yöneten Sultan tahttan indirilmeliydi.

Bu nedenle en güçlü akımın İttihat ve Terakki’nin yanında durma kararı aldılar birer birer. Ermeni Devrimci Federasyonu da bu muhalifler arasındaydı. Ya da günümüz Türkiyesi’nde daha iyi bilinen adıyla Taşnak Partisi…

O partinin önde gelenlerinden biri olacaktı Karekin Pastırmacıyan. Batı Ermenistan’ın başkenti olarak adlandırılan Karin yani Erzurum doğumluydu. İmparatorluğun ölüme yaklaştığı günlerde doğmuştu.

O dönemde halklar arasında uçurum açılmış, her kesim bileylenmişti karşısındakine. Osmanlı Balkanlar’daki milliyetçi ayaklanmalar nedeniyle Hıristiyan nüfusu üzerine çevirmişti gözünü. Onları dengede tutmak için bölgede hangi Müslüman halk varsa elini güçlendirmişti. Batı topraklarında Yunanlara Arnavutlar baskı uygularken, doğuda Ermenilerin karşısına Kürtler çıkartılıyordu usulca. Hak isteyene kılıç çekiliyor, bunun için de İstanbul yönetimi din kardeşlerinin önüne Hıristiyan ahalinin zenginliğini ganimet olarak seriyordu.

Alaylar kuruluyor, gecelik ani katliamlar yapılıyordu “çete hazırlığı” iddiaları ile. Yani ABD’nin bugünkü terör stratejisi “önleyici müdahale” daha o günlerde uygulanıyordu. Fakat bu kanlı “önlem” bölgedeki tepkileri yükseltecek, silahlanma artarak şiddet şiddeti doğuracaktı.

Bölgenin her yanında ayaklanmalar başlıyordu. Artık gençler hızla dağa çıkmaktaydı. Cuma günleri şehrin Müslüman ahalisine, Pazar günleri Hıristiyanlara yemek dağıtan, bölgede zenginliğinden çok eli açıklığı ile tanınan Pastırmacıyan ailesinin en parlak çocuğu da, Karekin de “gerilla” saflarındaydı. “Armen Garo” olarak hitap ediliyordu ona…

Fransa’daki eğitimini yarıda bırakıp dönmüştü Osmanlı topraklarına. Nedeni Ermenilerin yoğunlukta olduğu bölgelerde ağırlaşan yaşam koşullarıydı. Dünyanın büyük güçlerine kendilerini hatırlatmak istiyorlardı ses getiren bir eylemle. Bu amaçla 1896’da Osmanlı Bankası’nı işgal edenlerin liderliğini yapıyordu Pastırmacıyan. İki tarafın da büyük zayiat verdiği o eylemde sağ kalmayı başarmıştı. Bu olay onu bir kahraman haline getirmişti.

Aradan geçen 12 yılın sonunda Osmanlı büyük bir değişim geçirecekti. Uçsuz bucaksız sınırlarında baş gösteren isyanlar sonunda 1905’teki Rusya ve 1907’deki İran’ı etkileyen meşruti devrimler zincirine ayak uyduruluyordu. Çeşitli milliyetlerin dağdaki devrimcileri “ovaya” iniyorlardı dillerinde yeni sloganları ile. Pastırmacıyan da anavatana dönenler arasındaydı. Üstelik o Ermeni nüfusun desteği ile Erzurum’dan “milletvekili” seçilecekti. Annesi ona şöyle sesleniyordu: “Bala can geri döndüğünde İttihatçılar seni hangi göreve vermişlerdi? Oğlanlar söylemişlerdi fakat ben tam anlayamadım; nazır mı vezir mi, öyle bir şeymiş… Ku hokiyit madağ Osmanlı kim, bakan yapmak kim?” Ancak gerçekten de Talat Paşa Pastırmacıyan’dan bakan olmasını istiyordu. Yani bir dönemin gerillası kabineye alınmak isteniyordu…

Sonrası malum… Çözüm için daha fazla özgürlük için Sultan’ı devirenlerin başında yer alan “Yeni Osmanlılar” akımı içinde yer alan “İttihat ve Terakki” yeni bir sistem kurdu Abdülhamit’e rahmet okuturcasına. Kendisi ile yola çıkan muhalefeti susturdu, ülkenin askeri gücünü Prusya subaylarına teslim etti. Ve hikayenin sonunda yeni askeri dönemin “sistemli” yöntemleri güvenlik politikaları ile birleşince “Büyük Felaket” kaçınılmaz oldu…

Pastırmacıyan belki nispeten şanslıydı, erkek kardeşi hayatını kaybedecek, kendi ifadesiyle “kız kardeşinin boynundaki haç büyük ihtimal Mezopotamyalı çöl Kürtleri tarafından kopartılacak”, Alman belgelerine göre iki yeğeni jandarma subayları ile evlendirilecekti, milletvekili Krikor Zohrab gibi cansız bedeni Suriye düzlüklerinde kalmayacaktı. Kim bilir belki bu acıların yükünü taşımak çok daha zordu onun için…

“Ruhsal sarsıntı ve hayal kırıklığı o kadar büyüktü ki kontrolümü kaybettim. İnsanların gözümde köpek kadar hükmü kalmamıştı; hiç kimseyle konuşamıyordum. Kendimi … Gandzak’a attım!!!! Odamdan günlerce çıkmadım. Durmadan sigara içtim ve odada bir ileri bir geri volta attım. Yorgunluktan bitap düşüp de uyuklamaya başladığımda korkunç rüyalarla yatağımdan fırlıyordum. Gözümün önüne ceset yığınları geliyordu; aralarından da benim tatlı annemin, kardeşlerimin güzel gözlerini, yüzlerini fark ediyorum.”

Bugünse, bir başka gerilla önderinin Öcalan’ın geleceği tartışılıyor. Ama tabi öncelik çözüm sürecinde.

Bu çözüm ya da geçmişteki ifadesi ile ıslahat ne kadar başarılı olur, Öcalan Pastırmacıyan’dan daha mı şanslı çıkar bilinmez ama geleceği, Kürtler’in de desteğini alarak, onlarca yıldır süren Kemalist otoriteyi yıkan, Batı dünyası tarafından “Neo-Osmanlıcı” olarak nitelendirilen AK Parti yönetiminin, ülkede “Yeni Osmanlılar” akımının izinden gidip reformu askıya alarak yeni bir “temizlik” yapıp yapmayacağı belirleyecek.