Diyarbakır’ın Ermeni tarihinde, bir kuşağın son temsilcisi olan Baydzar Alata, 22 Haziran’da yaşama veda etti.

Bu hafta kırk dualarıyla anılacak olan şehrin kadim sakinini, Princeton Üniversitesi’nde Antropoloji doktorası yapmakta olan Onur Günay yazmıştı.

Onur Günay'ın Agos'ta yer alan yazısını Baydzar Alata anısına biz de yayımlıyoruz:

Baydzar’ı, Burcu Yıldız’la birlikte hazırladıkları, Onnik Dinkjian - Ara Dinkjian belgeseli ‘Garod’un çekimleri için gittiği Diyarbakır’da tanıyan Onur Günay, bir ayrılık, kavuşma ve inadına hayat hikâyesi anlatıyor.

Hay loo Baydzar, hay loo!

Baydzar öldü, sessizce göçüp gitti aramızdan. Son isteği, komşularından helallik almak olmuş. Cenazesini önce Gâvur Mahallesi’ne götürmüşler, yerine getirmişler isteğini. Ben Baydzar’ı beş sene önce tanıdım. Onnik Dinkjian’la beraber Diyarbakır’ın dar sokaklarında gezerken, sadece ailesinden duyduğu hikâyelerle, o sokakları karış karış bilen Onnik’ten, doğup büyüdüğüm şehrin tarihini öğrenirken. Onlara ev olmuş Meryem Ana Süryani Kilisesi’ne girdiğimizde tanıştık, Baydzar ve hayat arkadaşı Sarkis’le. Ben tanışmak diyorum ya, onlar Onnik’le kavuştular sanki birbirlerine. Hiç tanışmamış insanlar bu kadar özler miydi birbirini?

BİR KAVUŞMA HİKÂYESİ


Yukarıdaki fotoğraf ‘Garod’dan, Onnik’le Baydzar’ın karşılaşma sahnesinden. Biri Amerika’da, biri Diyarbakır’da yaşayan, birbirini tanımayan iki Diyarbakırlı Ermeni’nin kavuşma ânı. Artık dünyada çok az insanın konuşabildiği Dikranagert Ermenicesiyle birbirlerini selamlayan iki insanın yüzlerindeki minnettarlığın ifadesi. Her şeyden önce, birbirlerinin varlığına duydukları minnetin ifadesi. Aynı şehrin, aynı mahallenin çocuklarının birbirlerine duydukları hasretin ifadesi. Soykırıma uğratılmış bir halkın evlatlarının gözlerindeki acının ifadesi. Biri, inatla, Diyarbakır ve Anadolu Ermeni müziğini uzun yıllardır dünyanın dört bir yanındaki Ermenilere ulaştıran bir müzisyen; bitmekte olan bir geleneğin son temsilcisi. Öteki, inatla, memleketini terk etmeyen, şiddet dolu bir tarihe minik bedeni ve kocaman gülümsemesiyle direnen, yitip giden bir hayatın son temsilcisi. Katillere, ölüme, kırıma inat, yaşamı yeniden kuranlar. O yüzden, bu fotoğraf benim için her zaman biraz da o yaşama inadının ifadesi olacak.

Baydzar’ın ölüm haberini aldığımda Onnik’i arayamadım. Baydzar’ın ölümü sanki bir kişinin ölümünden çok fazlasıydı, söz ağır geldi bana, taşıyamadım.

O ilk tanışma-kavuşma ânından sonra ziyaretine gittiğimde ‘Seferberlik’i anlatırdı Baydzar: “Şimdi her şey iyi ama o zamanlar ne yaptıklarını, ne ettiklerini hep duyduk, öğrendik birilerinden. Hay loo, gide de gelmeye o günler” diyordu. Ne zulümler görüldüğünü, katliamların ne kadar büyük olduğunu büyükleri hiç anlatmamış onlara, ama çevrede görenler, duyanlar ve yapanlardan öğrenmişler. “Hay loo” diyordu, iç geçiriyordu.

Acaba nasıl bir histir katilinle yaşamak, onca kırımdan sonra Diyarbakır’da Ermeni olduğunu söyleyen iki kişi olmak? Hiçbir zaman cevaplayamayacağım sorular bıraktı bana.

Giderken helallik istemiş Baydzar, komşularından. Şimdi her şeyden geçtim, biz Kürtler ve Türkler, bu zulmün ve yüz yıllık inkârın ardından, nasıl helallik isteyeceğiz komşularımızdan? Olan, olmayan komşularımızdan... Nasıl bakacağız yüz yıldır evinden uzak, yurtsuz yaşayanların yüzlerine? Nasıl bakacağız evinde korku içinde yaşayanların yüzlerine? Nasıl bakacağız Onnik’in, Sarkis’in, Baydzar’ın gözlerine?