Serdar Korucu / Radikal

Foti Benlisoy’un bu hafta çıkacak yeni kitabında Yunan Ordusu'nun içindeki savaş karşıtlığına ve komünist faaliyetlere dair çok önemli belgeler yer alıyor. Benlisoy, özellikle asker grevlerinin ve komünist Radikal gazetesi gibi yayınların Yunan Ordusu'nun çözülmesini hızlandırdığını belirtti.

Türkiye’de Kurtuluş Savaşı, Yunanistan’da Küçük Asya Felaketi olarak adlandırılan 1919 ile 1922 yılları arasındaki “Türk-Yunan Savaşı”, üzerinden 92 yıl geçmiş olmasına rağmen her iki ülke tarihi için de tartışmalı yerini koruyor.

İÜ Hukuk Fakültesi mezunu olan, yüksek lisans ve doktora çalışmalarını Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü'nde tamamlayan yazar Foti Benlisoy’un İstos Yayınları’ndan bu hafta çıkacak olan Kahramanlar, Kurbanlar, Direnişçiler – Trakya ve Anadolu’daki Yunan Ordusunda Propaganda, Grev ve İsyan” kitabı, savaşın bir başka yüzüne, Yunan komünistlerinin cephedeki faaliyetlerine ayna tutuyor. Benlisoy’a göre Türk taarruzu Yunan ordusunun gerilemesine neden olsa da ordunun düzenini nihai olarak bozan ve savaşın kaderini kesin olarak belirleyen faktör, savaş yorgunu askerlerin “grevi” oldu.

Balkan Savaşları’ndan itibaren “dört cephede” savaşan Yunan Ordusu’nu yeni bir maceraya, Anadolu kıyılarına çıkartmaya ikna eden neydi? Arkasında sadece Megali İdea mı vardı?

Yunan Krallığı 1821 ayaklanmasından sonra kurulduğunda tahayyül edilen sınırların çok gerisindeydi. Daha başından itibaren Yunan milliyetçiliğinin tasavvurlarıyla Yunan ulusal devletinin gerçekliği arasında muazzam bir açı bulunmaktaydı. Yunan milliyetçiliği Helenizmin bu küçük krallığın dar sınırlarında ebediyen kalamayacağını düşünüyordu. Eski Başbakanlardan Yannis Kolettis’nin ünlü nutku da Yunanistan denildiğinde İstanbul’u da içinde bulunduran, “Tuna ile Fırat arası” böylesi bir genişleme tahayyülünün en uç boyutlarını oluşturuyordu.

“AMAÇ ESİR YUNANLARI KURTARMA HAYALİYDİ”

Yani “İki kıtada ve beş denizde Yunanistan” hayali.

Elbette. Birinci Dünya Savaşı’nın sonuyla birlikte Megali İdea’nın gerçekleşmesinin maddi koşullarının nihayet oluştuğuna dair bir hava vardı. Üstelik Yunan siyasal eliti açısından Küçük Asya Seferi, küçük bir ülkeden bir bölge gücü haline gelmeyi mümkün kılacak sıçrama tahtasıydı adeta. Venizelos’un en büyük başarısı, Yunanistan’ı İtilaf devletleri safında savaşa sürebilmiş olmanın yarattığı siyasi ve moral etkiyi bu yönde seferber edebilmesinde yatıyor. Açıkçası Venizelos’un diplomatik mahareti ve etkisiyle, savaştan galip çıkan İtilaf Devletleri’nin rızası alınıp İzmir’e çıkıldıktan sonra çok büyük bir direniş beklenmiyordu. “Savaşa son verecek savaş” olarak anılan cihan harbinin sonunda yenilenlere dikte edilen anlaşmaların kalıcı olacağına inanılıyordu.

Bu süreçte Yunan askerleri için en önemli motivasyon Anadolu’daki Rum nüfusun onları karşılaması mıydı?

“Esir Yunanlar” olarak adlandırılan Rum nüfusun meskûn olduğu mahallerde ordunun coşkuyla karşılanması önemli bir moral faktördü. Bu savaşın haklı ve meşru bir ulusal kurtuluş savaşı olduğu görüşünü adeta teyid ediyordu. Ancak Yunan askerleri Anadolu içlerine girdikçe Rumlara nadiren rastlar oldular. Yerli nüfusun ağırlıkla “düşman addedilen Müslümanlardan oluşuyor olması hiç değilse bir bölüm Yunan askerinin gözünde savaşın haklılığı yönündeki kanaatin sorgulanmasına neden oldu denebilir. Yunan askeri “yabancı” topraklarda olduğunu idrak ettikçe işgalci olduğunu hissetmeye ve böyle davranmaya başladı. Ancak Yunan askerleri nezdinde savaşa dair belli bir bıkkınlığı tetikleyen esas faktör, savaşın uzayıp gitmesi ve ufukta askeri ya da siyasi bir “çözümün” görünmemesi olacaktı.

“YUNANİSTAN’DA SAVAŞA KARŞI TEPKİ YAYGINDI”

Atina’da durum neydi?

Direnişin başta beklendiği üzere kısa sürmeyip 1920’lerde devam etmesi ve Yunanistan’dan daha fazla maddi ve insani kaynağın seferber edilmesi, huzursuzluğu artırıyordu. Kralcılar ve Venizelos yandaşları arasında I. Dünya Savaşı’nda hangi tarafın seçileceğine ilişkin tartışma ekseninde yaşanmış siyasal yarılma ve ikiliğin devam etmesi savaş çabasına yönelik bir “ulusal birlik” oluşmasına mani olmaktaydı. Bu koşullarda Yunanistan’da savaşa karşı tepkiler yaygınlaştı. Asker kaçaklığı 1922’ye gelindiğinde ciddi bir sorun teşkil etmeye başladı. Savaş karşıtı söylemler grev ya da gösterilerde dillendirilir olmaya başladı.

Ancak buna rağmen Yunan ordusu Afyonkarahisar’a kadar ilerledi. Hatta askerler Ankara’nın düşmesiyle evlerine döneceklerine inanıyorlardı. Bu süreçte ne oldu?

Sakarya Savaşı Anadolu’daki Yunan askeri girişiminde kritik bir dönüm noktasıydı. “Harp yorgunu” ordu içerisinde, Türk tarafının yenilemeyeceği görüşü giderek yaygınlık kazandı bu muharebe sonrasında. Bu Yunan ordusunda zaten mevcut olan moral krizi iyice pekiştirdi. Ordunun komuta kademesinde bu moral krizin farkında olanlar elbette vardı. Askerin bu haliyle cephede inisiyatif alamayacağı, savaşı devam ettirmekte zorlanacağı 1922 yılı içerisinde (milliyetçi şişinmeler karşısında azınlıkta da olsa) sık sık gündeme gelen bir görüş. İşte bu koşullarda Ağustos 1922’deki Türk taarruzu beklenmedik ölçüde hızlı gelişti. Taarruz yine de durdurulabilir, belki Afyonkarahisar sonrasında daha geride bir başka savunma hattı oluşturulabilirdi.

Neden oluşturulamadı?

Yunan ordusunun çözülmesi bir “asker grevi” olarak görülebilir. Askerlerin artık savaşmak istemediği, dolayısıyla emirlere itaat etmeyip savaşı bitmiş kabul ederek evlerine dönmek için batıya doğru geri çekildiği bir süreç bu. Bu “grev” dolayısıyla Yunan ordusunun daha geride bir savunma hattı oluşturması, Trakya ya da Yunanistan’dan getirilen rezerv güçlerin cepheye sevki mümkün olmuyor. Yunan ordusunun büyük bir bölümünü firari haline getiren, “terhis isyanlarını” tetikleyen bir durumdan bahsediyorum. Bu nedenle olacak dönemin basınında ya da askerlerin günlük ya da anılarında bu “grev” tabirine sıklıkla rastlamak mümkün.


Askerlerin cephede kendi imkanları ile çıkardıkları Siper gazetesi (solda). Kitapta ilk defa yayınlanan asker mektupları da var...

“BAĞDAT’TA DA KURTARILMAYI BEKLEYEN BİR YUNAN VAR”

Türkiye’nin tarih yazımında bu süreç “Yunan askerini denize dökmek” olarak görülüyor. Türkiye’de “askeri başarı” olarak anılırken, Yunan tarih yazımında “felaketin” nedenlerinden biri olarak komünistler işaret ediliyor.

“Bugün hiç kimsenin inkâr edemeyeceği bir hakikattir ki, Yunan işçisi ordularının bozgunluğunun hakiki sebeplerinden birisi, Yunan Komünist arkadaşlarımızın Yunan ordusu içinde harp aleyhinde yaptıkları propagandadır” 1922 tarihli, “Maskeler Aşağı” adlı bildiride böyle denilse de ne kadar etkili oldukları tartışmalı. Daha çok genel bir savaş karşıtı propaganda faaliyetiyle iştigal ediyorlar. Yunan ordusundaki komünistler mesela demiryolları ve telgrafçılar gibi kritik sektörlerde etkili oluyor. Bolşeviklerin ordu içinde bir isyanı kışkırttığını söylemek mümkün olmasa da çok yaratıcı yollarla askerlere ulaşıyorlar.

Günümüzde Facebook, Twitter gibi sosyal paylaşım ağlarının politik amaçlı kullanımına benzer bir biçimde mesela komünistler, askerlerin cephe gerisindeki genç kadınlarla yazışmak için gazetelere verdikleri ilanlardaki adreslerine savaş karşıtı mesajlar içeren mektuplar yollayabiliyorlar. Fakat dediğim gibi komünist askerlerin ordu içindeki faaliyeti savaş karşıtı propaganda düzeyinde kalıyor. Ancak yine de savaşın meşruiyetini, hatta doğrudan doğruya ulusal anlatının merkezi unsuru olan Megali İdea’yı hedef alan bu propaganda, askerlerin savaştan usanmışlığına politik bir dil sağlaması açısından önemli. Üstelik bu, bazen ironi dozu oldukça yüksek bir eleştiri. Mesela Yunan ordusunun Bağdat demiryolu hattına ulaştığı haberleri yorumlanırken Yunan ordusunun hazır hızını almışken ta Bağdat’a kadar yürümesi gerektiği, çünkü alınan haberlere göre Bağdat’ta da antik devirlerden beri esaretten kurtarılmayı bekleyen bir Yunanın olduğu belirtilebiliyor.

Rizopastis gazetesi, askerler arasında komünizm ve savaş karşıtlığı propagandası yapıyordu. Yukarıdaki karikatür 14 Eylül 1920'de yayınlandı. Küçük kız babasına "Açız, yiyecek bir şey getirdin mi?" diye soruyor. Babasının cevabı: "Hayır ama büyük Yunanistan haritası getirdim!"

KOMÜNİST “RADİKAL” GAZETESİNE ATİNA’DAN TEPKİ

Bu süreçte kitabınıza göre öne çıkan gazetelerden biri de Komünist “Rizopastis” yani Radikal gazetesi.

Yunan ordusu kimi Avrupa ordularından bile daha okuryazar bir ordu, dolayısıyla hele savaşın yerini bir ölçüde durgunluğa bıraktığı anlarda basılı malzemeye çok yoğun bir talep var. Mesela emir komuta zinciri haricinde bizzat askerler tarafından çıkartılıp yaygınlaştırılan fanzin tipi cephe gazeteleri bu talebin bir ürünü. Bunlarda çoğunlukla askerlerin gündelik sorunları mizahi bir dille eleştiriliyor, gündeme getiriliyor. Ancak komünist Rizospastis gazetesi özellikle ordudaki komünist askerlerin propaganda faaliyetlerinde çok işlevli oluyor.

Komünist asker hücreleri çeşitli yollarla kaçak olarak Anadolu’ya soktukları bu gazetenin nüshalarını cephede yoğun olarak dağıtıyor. Ordu yönetimi tarafından çıkartılan “resmi” asker gazetesi Sinadelfos’ta, “Rizopastis’in yayıncıları Kemal’i bu kadar seviyorlarsa Yunanistan’ı terk edip ‘yoldaşlarının’ yanına taşınsınlar” yorumları yapması, bu gazetenin etkisine işaret. Aslında Ankara da bu basını yakından takip ediyor. Rizopastis’i kullanıp propaganda olarak kullanıyor. Halide Edip mesela anılarında bu gazeteyi sitayişle anar.

Bu nedenle de komünistler Atina tarafından günah keçisi ilan ediliyor.

O dönem ve sonrasında da komünistler sadece Yunanistan’da değil, pek çok yerde ulusal birliğin parçası sayılmıyorlar. Ya “Bulgar uşağı” ya da “Türk uşağı” olarak görülüyor, ulusal bünyenin dışına atılması isteniyor. Yunanistan’da komünistlerin suçlanması 1918’de 1. Dünya Savaşı sonunda Almanya’nın durumuna benziyor. Aşırı sağcı Naziler de savaşta Alman ordusunun yenilmediğini, mağlubiyete yol açanın orduyu arkadan vuran komünistler ve Yahudiler olduğunu yayıyor. Bu “ihanet” anlatısı Yunanistan’da da bulunuyor.

“RUMLAR HEM OSMANLI HEM YUNAN ORDUSUNDA ASKER OLMAK İSTEMEDİ”

Peki Anadolu Rumları’nın bu süreçte tavrı ne oluyor?

Yunan askerinin İzmir’e çıkmasıyla Rumların kaderi ister istemez onlarla bir oluyor. Osmanlı Rumları, 1910’dan itibaren giderek artan bir biçimde Türk milliyetçiliği ile karşı karşıya kalmış, hele Balkan Savaşı’ndan sonra önce iktisadi boykota uğramış, 1914 sonrasındaysa Trakya ve Batı Anadolu’dan tehcire zorlanmış bir kesim olarak Yunan ordusunun gelişini “iyi bir haber” olarak görüyor elbette. Fakat savaş uzadıkça, Yunanistan asker bulmak için Osmanlı Rumlarını askere almak istedikçe bir tepki oluşuyor. Osmanlı Rumları daha önce Osmanlı’nın askere alma uygulamalarına direnmişken bu kez Yunanistan’ın çağrısına uymamaya başlıyor. Bu da 1920’den sonra Atina’da iktidara gelen Kralcıların tepkisine neden oluyordu. Anadolu Rumları “askere gitmemekle” suçlanırken, İstanbul Patriği “asker kaçaklarının patriği” olmakla itham ediliyor. Bu nedenle cephede yer alan “Eski Yunanistan” ile “Yeni Yunanistan” Yunanları arasında da gerilim çıkıyor.

Asker grevi başladığında, Yunan askeri İzmir üzerinden Eski Yunanistan’a dönme kararı verdiğinde Anadolu Rumları ne yapıyor?

Bir kısmı Yunan adalarına giderken bir kısmı köylerine dönüyor. Bu topraklarda kalanlar bir biçimde savaşın hararetinin geçmesi ardından burada yaşayabileceklerine inanıyor. Hatta gidenler bile geri dönebileceklerini umuyor.

Kitabınızın adında olduğu gibi savaşın başında “kahraman” olarak görülen askerler, cephede “direnişçi”, sonrasındaysa “kurban”a mı dönüşüyor?

Birinci Dünya Savaşı’ndan Vietnam’a, savaşa eleştirel yaklaşan yazında askerler genel olarak savaş makinesinin bir dişlisi, kurbanı olarak görülür. Milliyetçi çerçevede bakılırsa aslında her biri birer “kahraman”dır. Halbuki hepsi aynı zamanda direnişçi. Savaşın içinde kendi koşullarını düzeltmek ve elbette hayatta kalmak için “gündelik direniş formlarını” devreye sokuyorlar. Kâh yemeklerin düzeltilmesi için gösteri düzenliyor kâh çok kayıp verileceğini düşündükleri bir saldırıdan kaçınmak için emre itaatsizlik ediyorlar. Bazen cephe gerisine bir izin devşirmek için katakulliye başvuruyor bazense mesela bir siyasi cepheyi ziyaret ettiğinde terhis lehine sloganlar atıyorlar. Ordu yönetimi karşısında bazen direniyor, bazen de onunla müzakere ediyorlar.

Zorunlu askerliğin kural haline geldiği modern (topyekûn) savaşlarda askerlerin savaşa rıza göstermesi, ordu yönetiminin temel kaygısı haline geliyor. Askerler artık profesyonel bir kast değil. Onlar savaş sırasında dahi kendilerini geçici olarak üniforma giymiş yurttaşlar olarak görüyor. Dolayısıyla da onların savaşa dair rızalarını geri çekmeleri ihtimali ordu yönetimi için hep bir tehdit.

Söylemeye çalıştığım, Yunan ordusunun 1922 yazına gelindiğinde ciddi bir moral krizle karşı karşıya olduğu, yani ordunun komuta kademesinin savaşa devam için onların rızasını devşirmekte gittikçe zorlandığı. Greve de terhis isyanına da bu moral kriz sebep oluyor. Komünistlerin cephedeki faaliyetinin başarı ya da başarısızlığı, işte bu bağlam içerisinde değerlendirilmeli.

İstos olarak da bu kitapla başlattığımız “mikroistoria” yani “küçük tarih” serimizde tarihe başka sorular ve kaynaklarla bakmak istiyoruz. 200 – 300 sayfalık uzun monografiler yerine popüler anlatıma sahip kitapçıklar çıkartıyoruz. Umarız önümüzdeki aylarda da bu çaba devam edecek.