Altı gün süren ve her renkten, her ideolojiden, her inançtan halkın katıldığı ve hükümete boyun eğdirmeyi başaran, nihai anlamda son sözü halkın söyleyeceğini gösteren tarihe geçecek bir eylem izledik.

Bu eylem başta ağırlıklı olarak sosyalistlerin, ekolojistlerin, yeşillerin, feministlerin başlattığı ve hükümetin bir avuç marjinal diye nitelendirdiği kesimle başladı. Daha sonra ise ulusalcılar, sosyal demokratlar, liberaller ve hatta ülkücülerin de katıldığı devasa bir eylem haline geldi. AKP Hükümeti belki de ilk kez resmi olmasa da meşru bir mağlubiyet almıştır halk karşısında. Yaklaşık 11 yıllık iktidarında kimi kez açık kimi kez örtülü bir otokratik anlayışla davranma eğilimine giren ve bu tarzını son dönemlerde 1 Mayıs yasağı, içki yasağı, Topçu Kışlası gibi örneklerle de gösteren AKP hükümeti her dediğinin olmayacağını net bir biçimde anlamıştır.

Zaten demokratik bir siyaset anlayışına sahip olsaydı İstanbul’a yönelik kararlarda ilin yetkili sivil toplum kuruluşlarına, kanaat önderlerine danışıp, kararları öyle uygularlardı. Ama genel anlamda bunun böyle olmadığını görüyoruz. Gezi Parkı eylemleri de böyle bir anlayışın ve uygulamanın iflas ettiğinin göstergesidir. AKP iktidarının bu aşırı özgüveni ve hemen hemen her siyasi kararı iktidar sarhoşluğu duygusuyla alması toplumun hatırı sayılır bir kesiminde ciddi rahatsızlıklar yaratmıştır.

Zaten atılan geri adımlar yani Başbakan’ın inisiyatifiyle polisin geri çektirilmesi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın özeleştirileri, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün olayları değerlendirme biçimi AKP iktidarının yanlışlığını tescillemiştir.

Taksim Gezi Parkı olayları ülke genel muhalefeti açısından da bir milad olmuştur. Ağırlıklı olarak gerçekçi ve nesnel politik muhalefet yapmaktan uzak olan CHP ve diğer ulusalcı kesimler ilk kez gerçek bir muhalefet tarzını (hem de tabandan tavana uygulayarak) hayata geçirmişlerdir. Ulusalcı muhalefet anlayışı sadece Atatürk resimleriyle, sadece isimlerin başına TC koyarak, statükonun arkasına saklanarak günümüz siyasetinde bir muhalefet tabanını geliştiremeyeceğini artık bu eylemle görmüştür.

Demek ki gerçek ve nesnel bir muhalefet yapıldığında bunun toplumsal karşılığı oluyormuş. Ulusalcıların yapması gereken şey Atatürk’ün tarihsel önemini günü birlik siyaset anlayışına sürüklememektir. Bilinmelidir ki bu ülkenin tüm tarihsel kimlikleri ve devlet adamları birçok kesim için önemlidir. Bu referansları günübirlik siyasette kullanma ısrarı, reel siyasetin donabileceği anlamına gelir ve muhalefet kültürü tehlikeye girer. CHP’nin bu anlamda sosyal demokrat bir parti anlayışıyla hareket etmesi yani hem sosyal hem demokrat hem de enternasyonal anlamda solcu olmayı hatırlaması gerekir. Ulusalcılık yani nasyonal sosyalizmin sol olamayacağı gayet açıktır.

Taksim gezi parkı olaylarının bir de medya tarafı var. Açık olarak ifade etmek gerekirse ulusal medya genel anlamda sınıfta kalmıştır. Eylemin ilk üç gününü kısa geçişlerle veren ulusal ana akım medya geniş halk yığınlarının gerçek ve nesnel muhalefetinin yoğunlaştığı anları resmen pas geçmiştir. Belki de hükümetle ters düşmeyi göze alamamıştır. Belki de geleceğe yönelik zarar göreceğini düşünmüştür. Halkın medyaya olan tepkisi de bundan kaynaklanmıştır.

Eylemin en yoğun olduğu 5. akşam güzellik yarışmaları, eğlence programlarıyla geçirilmiş ama ülkenin en geniş katılımlı ve siyaset tarihine geçecek eylem anları ise ekranlara yansıtılmamıştır.

Hatırlarsanız Uludere katliamında da aynı şey olmuş, olay ulusal basında iki gün sonra yer almaya başlamıştı. Ne enteresan rastlantı değil mi? Bu olayda da ülkenin vatandaşlarına biber gazı kokteylleri sunuluyor ama ana akım medya bunu ilk etapta göstermemeyi tercih ediyor.

Yani dostlar değişen bir şey yok. Bu ülke tarihinden çok iktidar geçti. AKP de gelip geçecek. Ama değişmeyen ise özgür, demokrat, aydın olmanın sorumluluğunu taşıyamayan medyanın omurgasızlığı.