İklimden iklime savrulan, tekkesini terk etmiş bir derviş eskisi gibiydim, bir süvari terkisi, çarmıhta mahyalanan. Yasemin yolcuları seferde bu kez. Havadaki gergin bir aşk kokusunun çarptığı yorgun çiftler ansızın palazlandı. Aramızda kalsın ama hiçbir ağırlığı yoktu aslında. Dudakları mühürlüdür, Kaf dağına saklanmıştır, kuşatılmıştır surları ve lâkin henüz alınamamıştır. Ne uzun, ne boş devirdi. Hüzün kadar güzel, kederden bile beter.

Şahdamarımdan kar damlar, ağıtlar çığlık çığlık, maziye bakan uzak göklerimde. Kaygısız yüreklerdeki kelebeklerle uğraşırken, zamanın kölesi olmak niye. Sana bu kadar hazineyi açıp saçmışken, süslü umutsuzluğunun esiri olmak niye. Hep devam etmek ve sürekli çabalamak, birtakım yoz ve tuzaklı hedeflere doğru. Senin de bu lüzumsuz savaşın bir parçası olmaya çalışman niye...

Güneyin cazibesinden geri durdukça, kuzeyden kaçmayı başaramayan bir adamken, ben mecnun oldukça her yer ateş diyarı, sere serpe ve telaşsız ve ben inandıkça her güzel yüz ayrı bir put. Çaldığım bir parmak tutkuydu, ruhumdan sızan ve süzülen. Çok geçmez, kalmaz akşam kızıllığına. Perde iner, ip kopar... Ve iner süvariler kendi sahiline.