Bu konudaki ilk yazımı bitirdiğim anlarda TSK, Obüs toplarıyla Azez yakınlarındaki, bileşenleri içerisinde YPG’nin de bulunduğu Demokratik Suriye Güçlerinin mevzilerini vurmaya başlamıştı. Atışlar çok yoğun olmamakla birlikte ihtar veya yıldırma amaçlı gibi görünüyordu. Demokratik Suriye Güçleri adına yapılan açıklamada, “henüz can kaybının yaşanmadığı ancak saldırı devam ettiği taktirde karşılık verilebileceği” yönündeydi. Bu konuda yetkililerin toplantı yaptığı da vurgulanıyordu.

Obüs atışlarından sonra Başbakanın yaptığı açıklamada “angajman kuralları işletildiği, PYD’nin Azez’den çekilmesi gerektiği vurgulanarak, tehdit oluşturma durumunda tedbirlerin alınacağı bildiriliyordu.

Diğer taraftan Türkiye’nin Azez’i vurmasından yaklaşık 5 saat sonra Rusya Savunma bakanlığı tarafından yapılan açıklamada “Suriye’de yapılacak herhangi bir sınır ihlaline karşı hava kuvvetlerine vur emri verildiğini” söylendi.

Suriye’deki gelişmeler sıcaklığını korurken bir taraftan gelişmeleri izliyor diğer taraftan yazıyı tamamlamaya çalışıyorum.

Öncelikle bilinmelidir ki PYD tek başına davranmıyor. PYD’nin silahlı kolu YPG ve YPJ, yaklaşık 13 değişik örgüt ve silahlı güçle ortak oluşturdukları Demokratik Suriye Güçleri ile birlikte hareket ediyor.

Diğer taraftan da ABD’nin açıkladığı gibi askeri anlamda “ehil” bir güç ve stratejik ortak olarak Amerika’dan silah ve mühimmat desteği alarak koordineli bir şekilde hareket etmektedir.

Bu anlamda bakıldığında, PYD’ye karşı girişilecek askeri hareket aynı zamanda Demokratik Suriye Güçlerine karşı yapılmış sayılacaktır. Diğer taraftan da ABD’nin stratejik ortağına karşı yapılmış bir saldırı olacaktır.

Suriye’nin meşru gücü ve yöneticisi olan Esat yönetimi ile anlaşmış olan Rusya ise, Suriye’yi bir bütün olarak görüp, sınır ihlalini düşmanca bir hareket olarak göreceğini, sınır ihlali yapılırsa karşılık verileceğini açıklayarak ortamın ısısını daha da yükseltmiş oldu.

Fotoğrafa genel olarak baktığımızda, Türkiye Suriye’ye kara harekatı düzenler ise, karşısında sadece PYD ve askeri kanadı olmayacak. Hem Rusya bunu bir sınır ihlali kabul ederek karşılık verecek, hem de PYD’nin ittifakı olan Demokratik Suriye Güçleri karşılık verecektir.

Böylesi bir tabloda, ABD’nin ve NATO’nun nasıl tavır alacağını, fotoğrafın şimdilik kaydıyla görünen tarafına bakarak kestirmek oldukça zor.

Konuyu burada kesip, mülteci durumuna da kısaca değinmekte yarar görüyorum. Bu güne kadar gelen mültecilerin çoğu İŞİD terörü nedeniyle kaçan insanlardan oluşuyordu. Tam sayıları bilinmese de yaklaşık 2 milyon 800 bin civarında olduğu söyleniyor. Bunların kamplarda yaşayan kısmı sadece 250 bin civarında. Kalan büyük kısmı ise ülke geneline yayılmış durumda ve kontrol edilmeleri imkansız. Bunlardan çok azı ise Avrupa’ya kaçmaya çalışmış ve başarmış. Deniz yoluyla kaçış sırasında hayatını kaybedenlerin sayısı da azımsanmayacak düzeyde.

Bugün ise gelmekte olan mültecilerde daha farklı bir durum var. Halep’te bozguna uğraya İŞİD, El Nusra ve benzeri örgütlerin taraftarları, işbirlikçileri ve destekçisi konumundakiler kaçmakta ve mülteci olarak Türkiye sınırına gelmekteler. Mültecilerin içerisinde İŞİD, El Nusra ve benzer örgütlerin militanları yoğunlukta. Diğerleri de onların işbirlikçileri ve destekleyicileri. Bu durumda olanlara ne kadar mülteci denebilir, bilemiyorum.

ABD ve Rusya, global emperyalist sistemin iki güçlü temsilcisi olarak, bölgedeki emperyalist çıkarları doğrultusunda davranmak ve bu doğrultuda karar almak durumundalar. Temsil ettikleri emperyalist çıkarlar neyi gerektiriyorsa ona uygun politikalar izliyorlar.

Bugün ABD, PYD’yi, Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen bölgenin “ehil” gücü olarak görüp destekliyorsa bu tamamen, temsil ettiği emperyalist güçlerin çıkarları içindir. Rusya’da farklı değildir. Hiçbir emperyalist güç kendi çıkarları dışında hareket etmez. Bu tabiatına aykırıdır.

ABD ve Rusya’ya rağmen Türkiye’nin Suriye’de herhangi bir askeri hareket yapabileceği düşüncesinde değilim. Top atışları önceden söylenmiş sözlerin tasdiki ve gerek ABD’nin gerekse Rusya’nın tepkilerini ölçmek içindi.

Rusya oldukça sert bir şekilde tepkisini sundu ve “yapılması muhtemel sınır ihlali karşısında hava kuvvetlerine vur emri verdiğini” açıkladı. Bu bir anlamda savaş ilanıdır.

ABD’den yapılan açıklamaya göre de, Türkiye’den Suriye’deki Kürt ve rejim güçlerine karşı yapılan top atışlarının durdurulmasının istendiği yönünde. Duyuru, Fransız haber ajansı AFP tarafından yapıldı. Bu açıklamada, özellikle sadece Kürtler değil “rejim güçleri” de vurgulanmış olması daha da ilginçtir. ABD tarafından Esatsız bir çözümün ve Suriye’nin düşünülmediğinin de açıklaması gibidir.

Bu açıklama, sadece Türkiye’nin Suriye’ye girme isteğinin önünün kesilmesi değil aynı zamanda Türkiye’nin bugüne kadar yürüttüğü Esatsız Suriye politikasına vurulmuş en büyük darbedir.

Türkiye’deki iktidar uyguladığı yanlış dış politikaların sonuna geliyor. Uygulanan yanlış politikalarla “komşularda sıfır sorun” denilerek her tarafı sorunlu hale getirmiş, tüm müttefiklerini kaybetmiş, sonuna kadar bataklığa gömülmüştür.

Uygulanan yanlış politikalar hükümetlerin sonunu da beraberinde getirir.

Gerek içte gerekse dışta yapılan politik hatalar da sona yaklaşıldığının en açık göstergesi olarak durmaktadır.

Yazım yayınlanmadan önce çok farklı sonuçlar yaratacak bir durum olacağını da sanmıyorum. Savaş istemek uçak düşürmek kadar kolay olmuyor. 40 km menzilli toplarla atış yapmakla da olmuyor. Savaş çok farklı bir politikadır ve çok kirlidir.

İnsanın eline bulaştırdığı kan silinmez…