Besledi, büyüttü, budadı aşk. Kaçış yoktu, tek şıktı. Kelam tükenince, mertebe ve merhaleler menzile aktı. Hep kendin ördün kendi ağını. Kimdi kurtulan, kimdi kaybeden. Kıymet verdiğin kadardım, içine aldığın kadar. Sadağımdan koca bir elmas sunmuşken sana, beğenmeyip göz süzünce dağıldı tüm sanduka. Gönlün kaleleri düştü, köprüleri yıkıldı. Sanmıştım ki, benim olduğum kadardın, sana baktığım kadar...

Sürgün oldum ülkemden, sürgün çıktım topraktan. Sersem kuşkularda boğulmuşken uzaklarda, od ve yakuttu sorduğum, asimetrik karşılıklarım. Ezelden beri hayranı olduğum, dalgaları ne çok sevdim, onlarda batıp çıkmayı ve sonunda kurtulmayı. Nefes nefese kalınca anlıyordum ancak yaşamayı belki. Belki, bir dokunuş bekledim sadece ve önce kendime anlattım basmakalıp masallarımı. Sürüldüm gittim gerçek sandığım hülyaların peşinden...

Bir şey beklemeden yatsam, yine aynı şekilde uyanır mıyım? Yoksa kıpırdamadan uzanan, ezilmiş ve gücenmiş bahar çiçekleri gibi serilir mi bedenim, zihnimin süzüldüğü ve ruhumun aktığı kaynağa... Ancak uyandığımda anlarım, ne yalanmış, ne koşturmuşum boşu boşuna. Yıldızlar altında, birtakım söylentiler üzerine, deşmişim bıçakla kendi kendimi. Bir heykeli yontar gibi, bir kuyudan su çeker gibi, işledin beni. İstemedim, sürgünden ülkeme dönmeye zamanım yoktu veya yetişemedim... Ben ten oldum, sen can. Ve, âh, ne hüzzam namelere mesken oldu bu cihan...