Hakkı Özadal, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne atanan kayyım Cumali Atilla'nın, belediye tarafından Amedspor Kulübü’ne ayrılan destek bütçesinin verilmesi için Amedsprorun ismini değiştrime şartını sunmasını köşesine taşıdı. 

Özdal, “Kayyımın, Amedspor Başkanı’nı çağırıp, “adınızı değiştirmezseniz parayı kesiyoruz” demesi; Türkiye’de mevcut rejimin, Kürt sorununa, topluma, spora, kısaca her şeye bakışını, bugün için de gelecek kuşaklar için de özetleyen bir ibret öyküsü gibi… “ dedi. 

Hakkı Özadal'ın Gazete Duvar'da yer alan yazısının bir bölümü şöyle: 

30 Ekim 2015…

1 Kasım’daki “tekrar seçim” kod adlı oylamaya sadece iki gün kalmış. Sur, Cizre, Nusaybin gibi pek çok yerleşim biriminde çatışmalar ve can kayıpları var… Ankara Garı önünde, bu can kayıplarına karşı “Barış” için toplanan kalabalığın üstüne canlı bombalarla ölüm kusulalı sadece 20 gün olmuş. Acılar taze, ülkenin göğü karanlık…

Cumhurbaşkanı Erdoğan, artık alışıldığı üzere, ATV – AHaber ortak yayınında seçim öncesi son programa çıkıyor. Orada şöyle diyor: “Adam ne diyor? ‘Amed’. Ne demek Amed? Türkiye Cumhuriyeti’nin tamamı 7 siyasi bölge olarak bugüne kadar böyle gelmiş. O bölge, bilmem ne bölge… Yeni operasyonlar yapamazsınız, yaptırmayız.”

İki gün sonra 1 Kasım seçimleri yapılıyor. Seçimin sonuçları ve o sonuçların sonuçları malum… 7 Haziran’dan hemen sonra, hayal kırıklığındakiler tarafından ‘kaosu seçmekle’ itham edilen Türkiye, o kaosun ne olduğunu esasen de o 1 Kasım’dan sonra görüp yaşayarak bugüne geliyor.

17 Şubat 2017…

O meşum “Ne demek Amed” sorusunun, seçim öncesi canlı yayında bir ‘zafer vaadi’ gibi sorulmasının üzerinden 16 ay geçmiş… Bu 16 ayda onlarca belediyenin başkanı, yöneticisi; 10’u aşkın milletvekili, bölgede faaliyet yürüten binlerce siyasetçi; gençler, gazeteciler, aktivistler tutuklanmış. Diyarbakır’da her 5 kişiden 3’ünün oyuyla seçilmiş eşbaşkanlar da tutuklanıp belediye yönetimine el konularak göreve getirilmiş kayyım, kentin en popüler futbol takımının başkanı Nurullah Edemen’i makamına çağırıyor. Ve ona şöyle diyor: “Kulübün adını değiştirin. Yoksa belediyeden yapılan yardımları keseriz”!

Kayyımın, “Adınızı değiştirin yoksa keserim” dediği şey, belediyelerin, yasal mevzuata uygun olarak, kendi bölgelerindeki spor kulüplerine aktardığı bir bütçe desteği. Son derece mütevazı olanaklara sahip olan Amedspor’un, belediyenin o küçük ama önemli desteğine ihtiyacı var.

Zaten şantajı daha korkunç hale getiren de bu… Amedspor, adına ve (bizzat bu şantaj nedeniyle artık onur meselesi haline gelmiş olması nedeniyle) onuruna sahip çıkmakla endüstriyel sporun çarkları arasında dağılıp gitmek arasında bir tercihe zorlanıyor. Lafı dolandırmaya gerek yok: bu “inkar ve asimilasyon”dur. Ve kentin futbol oynamaya çalışan gençlerinin bile kapısına dayanacak kadar gözü dönmüştür. 90’larda “Diyarbakırspor”u 1. Lige taşıyıp, sonradan tamamen çökmesine yol açacak şekilde hormonlu harcamalarla bir ‘enstrüman’ olarak kullanmak isteyen devlet, bu kez, kentin kendi olanaklarıyla yarattığı Amedspor’u, ruhunu teslim etmek ya da boğulmak ikilemiyle karşı karşıya bırakarak bir kez daha “sahaya çıkmakta”dır.

* * *
Spor, özellikle de futbol, dünyanın her yerinde politik ilişki ve gerilimleri taşıyan bir zemin olageldi. Ama kulüplerin, sınıfsal, bölgesel, dini farklılıklar üzerinden doğmadığı Türkiye’de; en baştan başlayarak, Abdülhamit’in “top oynamayı yasaklaması”ndan İttihatçıların propaganda aygıtı “Altınordu”sundan başlayarak; futbol ile devlet arasında bir vesayet ilişkisi oldu hep. Spor kulüpleri kimi zaman farklı nedenler ve biçimlerle bunun zararlarını görse de, bu ilişki esasen “karşılıklı” olageldi. Özellikle “büyükler”, siyasetin manevralarına ve devletin gücüne ihtiyaç duydular. Siyaset ve devlet de bu alanı hoyratça kullandı.

İttihatçıların Altınordu ve Karşıyakası; tek partili cumhuriyet döneminin, Galatasaray’ı parçalayarak oluşturduğu “ideal takım” Ateş-Güneş’i; DP’nin, iktidara gelir gelmez 16 yıllık Şükrü Saraçoğlu yönetimini yıkıpyönetimine yerleşeceği Fenerbahçesi vardı…

12 Eylülcüler yeni kurallar icat edip Ankaragücü’ne lig atlattırdılar. Özal ve eşi küfürden oturamaz hale gelene kadar tribünlerde endam ettiler. Mesut Yılmaz, Mehmet Ağar gibi devlet sağcılarının burnu hep yeşil sahada oldu…

Son noktada bir “belediyecilik hikayesi” üzerinden yükselen AKP de öncelikle belediye takımları üzerinden alana girdi. Partinin kurucu lideri ve ‘Reis’i bizzat kendisi de futbolculuk yapmış ve futbola hep merak duymuş bir isimdi. Mahallesinin takımı Kasımpaşa, memleketinin takımı Rize, İstanbul’daki belediyecilik deneyiminin takımı (bugünkü adıyla) Başakşehir, Ankara’da tartışmalı birçok sürecin ardından Osmanlı adıyla dönen belediye takımı (Ankara BB) şimdi aynı anda birinci ligde oynuyor.

Konyaspor ve Kayserispor maçlarında tribünlere gelenler “güncel siyasal ihtiyaçlara” karşılık gelecek mesajları verecek kadar kontrol altındalar. Bunların toplamı neredeyse ligin yarısı yapıyor. Federasyon başkanı kendisine ait gazeteye “Referandumda evet diyeceğini” manşet yaptırıyor.

Yazının tamamı Gazete Duvar'da