Soma’da 13 Mayıs günü yaşanan katliamın, maliyetleri kısmak amacıyla şirket yönetimince gözardı edilen önlemlerden ötürü yaşandığı aşikar. Her ne kadar AKP hükümeti şimdi tek suçlu olarak Soma A.Ş’yi göstererek kendi sorumluluğunu örtbas etme taktiğini seçmiş olsa da, hiçbir şirket kamusal-politik baskı ve regülasyon olmadığı takdirde kendi vicdanının sesini dinleyip bu önlemleri alma yoluna gitmez. Çünkü, Joel Bakan’ın Şirket isimli kitabı ve belgeselinde gözler önüne serdiği gibi, şirket denen yapı bir “dışsallaştırma“ makinasıdır.

Soma’da yaşanan facia, iktisat literatüründe “dışsallık“ (externality) olarak tanımlanıyor. Özetle, gerçekleştirilen bir fiilin maliyetlerinin, o fiil üzerinde tasarrufu olmayan üçüncü tarafların üzerine yıkılması. En sık verilen örnek; fabrika bacasına takılacak filtrenin maliyetinin, takılmadığı takdirde sağlığı bozulacak olan çevredekilerin sırtına yüklenmesi.

Bu dışsallık problemlerine çözüm olarak getirilen iki temel yaklaşım var: Birincisi vergiler ve regülasyonlarla minimize etmek; ikincisi de liberallerin, “negatif yönde etkilenenler fiili gerçekleştirene kazanacağı parayı ona ödeyerek o fiilden onu vazgeçirsinler, böylece etkin (efficient) çözüm sağlanmış olur“ şeklindeki yaklaşımı. Tabi eğer negatif yönde etkilenenlerin tekrar iyileşme için yapacağı harcama, o aktöre ödeyecekleri tutardan fazlaysa. Eğer tersiyse de, fail ödeme yapmak durumunda.

Şimdi bu zeka ve ahlak yoksunu yaklaşımın üzerinden, Soma’da yakınlarını kaybeden ailelere ödenecek tazminat tutarını düşünelim. Yada işçilerin güvenli ortamda çalışmak için, o gerekli iş güvenliği önlemlerinin maliyetini patrona ödediklerini.

Düşünmeye gerek bile yok değil mi? Sınır bozucu…

Zira mesela Alman madencilik sektöründe son 40 yılda olumlu kaza olmamasını buradan bakıp açıklayamıyoruz.

Peki Alman madencilik firmaları neden iş güvenliğinin gerektirdiği önlemleri alıyorlar ve bu önlemlerin maliyetlerinden kaçmıyorlar?

Sanıldığı gibi güvenlikçi ve riski sevmeyen Alman kültürüyle ilgisi yok bunun. Alman sermayedar da elinden gelse o önlemlerden kaçacak.

Cevap basit: O önlemleri almadığı takdirde, o önlemlerin maliyetlerinden daha büyük maliyetleri ona ödetecek, ödetmiş olan bir sendikal hareket var orada. Her ne kadar son 10 yılda görece kendi içinde zayıflamış olsa da; İG Maden, Kimya, Enerji Sendikası 675 bin üyesi ile (2.3 milyon üyesi ile İG Metall ve 6.1 milyon üyesi ile Alman Sendikalar Konfederasyonu’nun katkısı da göz önüne alınmalı); gerek kendi mobilizasyon yeteneği, gerekse de toplumsal baskı gücüyle o önlemlerin maliyetlerinin çok üzerinde maliyetleri Alman maden firmalarına ödetecek kapasitededir.

Türkiye maden sektöründeki sendikaların hepsinin toplam üye sayısı ise 37 bin. Ülkedeki toplam sendikalı işçi sayısı ise 1 milyon.

Bunun yanına, Almanya’da şuandaki işsizlik oranının 5.2% ve Türkiye’deki işsizlik oranının 9.2% öldüğünü ekleyelim.

Bir diğer faktör olarak da, Alman işçiler ile Türk işçilerinin işsizlik paralarının maaşlarına oranlarını ve ödenme sürelerini katalım:

Alman işçilerinin 78%‘i, 1 yıl çalıştıktan sonra 1 yıl boyunca maaşlarının 60%‘ına denk gelecek bir tutarı işsizlik parası almaya hak kazanıyorlar. Türk işçisi ise maaşının 50%sini işsizlik parası olarak 1 yıl boyunca alabilmek için 5 yıl kadar çalışmak zorunda. Daha az çalışmışsa, daha az alacak ve çoğu da ancak 20%sini alabiliyor. (İşçilerin yüzde kaçının kapsam dahilinde olduğuna dair bilgiye ulaşamadım, fakat bu bilgiye ulaşılamaması bile başlı başına problemin boyutunu tarif ediyor.)

İşsizlik maaşı düzeyindeki bu farkların, işçilerin geçmişteki mücadelelerinin farklarından geldiğini de unutmamak gerekiyor.

Şimdi bu tablo içerisinde, Alman işçinin Alman sermayedara ödetebileceği bedel ile Türk işçisinin Türk sermayedara ödetebileceği bedeli; yani işçilerin pazarlık güçlerini karşılaştırırsak; neden Türk sermayedarının Türk işçisine ödettiği bedeli, Alman sermayedarının Alman işçisine ödetemediğini ve dolayısıyla Alman devletinin ve hukukunun tavrının neden Türk devleti ve hukukundan ayrıştığını da berraklaştırabiliriz.

Kısacası, Alman devleti ve Alman sermayedarı bugün Türk sermayedarına ve Türk devletine nazaran daha az pervasız, daha az kibirli, daha az pespaye ise, vaktinde onu tokatlamış olan ve hala tokatlayabilecek konumda olan Alman sendikalarından ve işçi hareketinden ötürüdür. Yani eğer siz devleti ve sermayeyi tokatlamazsanız, bedel ödetemezseniz; o sizi tokatlar yada öldürür…