Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Behlül Özkan, Suriye’ye girmesinin olası sonuçlarını ve bölgedeki aktörlerin tavrını değerlendirdi.

Özkan, "Türkiye’nin askeri olarak bu güçleri karşısına alabilecek bir gücü yok. Desteklediği muhalifler çok zayıf, bölgeyi bilmiyor, ordusu darbe girişimiyle dağılmış durumda, hava kuvvetleri sorunlu… Mutabakat hep sürecek anlamına gelmiyor. Türkiye açısından Suriye’nin bataklığa dönme riski var" dedi.

Yrd. Doç. Behlül Özkan Bianet’ten Yüce Yöney’in sorularını yanıtladı.

'TÜRKİYE SURİYE POLİTİKASINDA 180 DERECE DÖNDÜ'

Yaklaşık bir yıl önce Türkiye’nin Suriye’ye girmesinin ancak bir “cinnet haliyle” açıklanabileceğini söylemiştiniz…


Türkiye Suriye politikasında 180 derece dönüş yaptı. Bunun gerçekleşebilmesi için öncelikle Türkiye’nin çökmüş Ortadoğu ve Suriye politikasının mimarı Başbakan Davutoğlu gönderildi. Davutoğlu’nun Nisan 2012’de Meclis’te önemli bir çıkışı var, diyor ki, Türkiye Ortadoğu’nun sahibi, öncüsü ve hizmetkarı olacaktır. Sahibi olması 21. yüzyıl ulus devletler şartlarında mümkün değil.

Öncüsü ancak demokratik ve hukuk devletinin üstün olduğu bir cumhuriyette mümkün ki böyle bir cumhuriyet kalmadı. Davutoğlu’nun kafasındaki İslam modeliydi. O modelle de öncü olamayacağı anlaşıldı.

Hizmetkarı olması çok garip açıkçası, çünkü buradaki bir hükümet sadece buranın vatandaşlarının hizmetkarı olması gerekir. Ama bu bakış açısı, kendini Ortadoğu’nun sahibi gören bakış açısı gitti Davutoğlu’yla beraber.

Türkiye’nin Cerablus’a yönelik harekatı Rusya, İran ve dolayısıyla Esad yönetiminin onayı ve mutabakatı olmaksızın imkansızdı. Son üç dört ayda bu mutabakatın gerçekleşebilmesinin zemini hazırlandı.

Ben geçen sene Türkiye Rusya, İran ve Esad’a karşı Suriye’ye girerse cinnet hali olur demiştim. Türkiye böyle yapmadı, onlarla anlaşarak girdi.

Bu da Suriye’deki savaşta Türkiye’nin önemli bir u dönüşü, çünkü Suriye’de vekalet savaşı var. Türkiye, Suudi Arabistan ve ABD vekilleri aracılığıyla Esad’a karşı olan güçleri destekledi, Rusya ve İran da Hizbullah ve Suriye ordusunu destekledi. Rusya 2015’te Suriye’de sahaya indi. Asil oldu sahada. Suriye’ye girerek Türkiye de asil oluyor ama Esad’ın karşısında olmayacak, bambaşka bir pozisyonda girdiği anlaşılıyor.

ABD ve Rusya’ya rağmen değil, onların onayıyla yapıldı demek istiyorsunuz, öyle mi?

Türkiye Rusya’nın şartlarını kabul ettikten sonra yapabildi, çünkü Rusya hava savunma sistemiyle Suriye’nin hava sahasını kapatmış durumda. Türkiye’nin böyle bir hareket yapabilmesi için mutlaka hava savunma sistemlerinin kendisine yönelik olarak harekete geçmesini engellemesi gerekiyordu, bu da Rusya’yla mutabakatla olabilirdi. ABD’nin de belli ki onayı alınmış, çünkü Türkiye’nin oraya girmesi IŞİD’e karşı savaştığı sürece ABD için de sorun teşkil etmiyor.

TÜRKİYE’NİN POZİSYONU

Suriye’de karmaşık bir denklem var. Türkiye ne kadar süre kendini bu onay aldığı pozisyonda tutabilecek?

Sahada olan dört aktör var: Suriye ordusu ve Esad, IŞİD, PYD ve Türkiye’nin desteklediği muhalifler. Türkiye bunların üçüne karşı olduğunu söylüyordu. Desteklediği muhalifler de son derece güçsüz yapılar, sahada aslında esamesi okunmuyor, Nusra ve diğer radikal dinci yapıların dışında. Türkiye Suriye’de desteklediği kendisine en yakın muhalif gruplara Sultan Murat Tugayları, Yavuz Sultan Selim Tugayları, Fatih Sultan Mehmet Tugayları, Abdülhamid Tugayları gibi Osmanlı padişahlarının isimlerini veriyor. Bu trajikomik bir durum. Bu isimleri almış kuvvetler Türkmenler hariç Suriye’deki tüm yapılar tarafından işgal gücü olarak görülüyor. Osmanlı orada sanıldığı gibi hayırla yad edilmiyor.

Türkiye bu işin PR’ını da yanlış yaptı. Türkiye’nin Suriye’de tabanı olmadığını vurguluyorsunuz. Peki, Cerablus’a girmesi Rusya’nın onayıyla olduysa, bir diplomatik pazarlık mı oldu? Türkiye Cerablus-Mare arasındaki cebi alıyorsa bir şey de vermiş olması gerekir. Onun da Halep olduğu cumhurbaşkanının G20 Zirvesi’nde yaptığı açıklamayla netleşti. Biz Halep’te Rusya’yla işbirliği içindeyiz, dedi.

Bu en azından karşılıklı savaşan kuvvetleri desteklemiyorsunuz demek. Rusya’nın Esad’ı desteklemekten vazgeçeceği çok akla yatkın değil. Belli ki Türkiye Halep’in Esad güçlerine bırakılması durumunda birtakım pazarlıklar içinde olmuş. Muhtemelen Halep’in Esad’a bırakılması karşılığında Türkiye de Cerablus-Mare arasındaki 95-100 kilometrelik cebi alacak.

GÜVENLİ BÖLGENİN AMACI

Bu Türkiye’nin istediği güvenli bölgeye, Türkiye’nin amacına denk düşüyor mu?

Bu talebini gerçekleştireceği anlaşılıyor. Askeri uzmanların yorumuna katılıyorum, Türkiye oradan hemen çıkmayacak, yıllara yayılacak. Ben bunu Kıbrıs’a benzetiyorum, 74’te oraya barış için gittik denildi ama aradan geçti 42 yıl, hala orada. Ordular bir yere girdiler mi çok çabuk çıkamıyor. Güvenli bölge Türkiye’nin isteklerini karşılıyor ama şimdiye kadar istediği amaca hizmet eden bir bölge olmayacak.

Türkiye güvenli bölgeyi Halep’i fethetmek için istiyordu. Zaten o güvenli bölge Halep’in dış mahallelerine kadar uzanıyor neredeyse. Türkiye biz muhalifleri destekliyoruz ama bunların hava gücü yok, olmadığı için de Esad güçleri gelip bombalıyor, bir türlü bunları konsolide edemiyoruz sahada, diyordu. Elde üç milyona yakın mülteci de var. Bunları da Suriye’ye geri göndermek istiyor.

Orada insani bir bakış açısı da var, teslim etmek lazım. Ama tabii cumhurbaşkanı dün de söyledi: Biz orada şehirler inşa edelim, diyor. Milyarlarca dolarlık inşaat pastası var, bu da iktidara yakın şirketlerin ağzını sulandırıyor, bizim inşaat şirketlerimiz de bu pastadan pay alsın deniyor. Bir taşla birkaç kuş vuruyor. Türkiye mültecileri oraya gönderecek, inşaat pastasından pay alacak ama Halep planı bitti.

Türkiye bir mutabakat içinde bu harekatı yaptı ve sınırları tartışma konusu olmakla birlikte o cebi alacak. Ancak sınırlar nereye kadar? Minbic ve El Bab gibi iki önemli şehir var. Oralar ne kadar bu cebin içinde olacak? Cumhurbaşkanı 40 kilometre diyor ama biri IŞİD’in diğeri PYD’nin elinde. Oraların alınması Cerablus kadar kolay olmayacak, çatışmaya girilecek belli ki; ciddi bir direnç olabilir. Ayrıca Rusya’nın da 40 kilometre konusunda mutabakatı var mı emin değilim.

PYD'NİN TAVRI

Suriyeli Kürtlerin pozisyonu ne olacak?

Cerablus’tan başlayan cebin amaçlarından biri de Kürt koridorunun oluşmasını engellemek. Bugün Türkiye’nin İran sınırından başlayarak bölgedeki sınırı, 95 kilometre haricinde Kürtlerin kontrolünde. Yaklaşık bin kilometrelik bir şeritten bahsediyoruz. Minbic’in PYD tarafından alınmasıyla bunun tamamının kapanması ihtimali belirmişti. Bu tabii Ortadoğu’nun sahibi olacağız diye yola çıkan bir partinin dış politikasının tamamen çöküşü anlamına geliyordu. Bu şerit gerçekleşseydi Türkiye ilk defa Sünni Arap Ortadoğusundan kopacaktı. AKP için bir travma bu.

Türkiye şimdi Cerablus-Mare arasındaki bölgeye girerek koridor oluşmasını engelleyecek bir güce kavuşmuş durumda. PYD’nin koridor konusu rafa kalktı. Bu sadece Türkiye’nin istemesiyle olacak bir şey değil. Burada Rusya’nın, hatta İran’ın ve Esad’ında bunu desteklediği söylenebilir. Hepsini Kürt koridorunun oluşmasına dair farklı stratejik hesapları var.

Türkiye, İran ve Suriye çok ciddi Kürt nüfus barındırdıkları için böyle önemli bir Kürt koridoru çıkmasına karşılar. Rusya o ara bölgeye girmiş Türkiye’nin PYD’yi tehdit edeceğini biliyor ve PYD’nin kendisine yakınlaşacağını düşünüyor. Bu anlamda PYD’nin Rusya hamiliğinde bir askeri güç olacağını hesaplayarak Türkiye’ye yeşil ışık yakıyor.

Hatırlayalım, Putin bir sene önce Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmada Suriye’de iki meşru aktör var, Kürtler ve Esad, diğerleri terörist, demişti. Rusya şunu biliyor: Artık Esad’ın Suriye’nin tamamını kontrol edeceği 2011 öncesine dönüş mümkün değil. PYD de Türkiye tarafından tehdit edilirse bana yaklaşacaktır…

Zaten devletleşmeye başlamış bir oluşum var; gerçi uzun dönemde tanınması mümkün gözükmüyor ama Dağlık Karabağ, Osetya, Transdinyester gibi Rusya’nın Kafkasya ve Balkanlar’da uyguladığı formül bu. Bunlar defacto devlet olur, benim hamiliğimde kalır, ben de bunlar üzerinden güç politikası uygularım… Rusya küresel bir güç olarak bu koridorun oluşmasına karşı çıktı, PYD’nin de yerel bir güç olarak bunu geri çevirtecek bir gücü yok, kabul etmiş durumda.

‘VİETNAM VURGUSU

Stratejik çıkarlar bu noktada örtüştü yani...

Suriye'de çoklu bir savaş var, bir güçler dengesi var, ama bu ilelebet böyle olacak demek değil, birçok gelişme yaşanabilir. O yüzden Suriye bir bataklık deniyor. Türkiye bugün elinde beş altı top çeviren bir cambaza benziyor. Bu anda bir mutabakat sağlayabildi ama bir sene sonra mutabık kaldığı ülkelerle karşı karşıya gelebilir. O da ciddi tehlike barındırıyor Türkiye için. Türkiye’nin askeri olarak bu güçleri karşısına alabilecek bir gücü yok.

Desteklediği muhalifler çok zayıf, bölgeyi bilmiyor, ordusu darbe girişimiyle dağılmış durumda, hava kuvvetleri sorunlu… Mutabakat hep sürecek anlamına gelmiyor. Türkiye açısından Suriye’nin bataklığa dönme riski var.

Vietnam çağrışımı yapıyorsunuz…

Çok benzerlikler var. ABD önce vekalet savaşı üzerinden girmişti Vietnam’a. Güney Vietnam ordusunu destekliyordu. Onların ÖSO’ya benzer şekilde meşruiyet sorunu vardı, sahada çok zayıftı… ABD Türkiye gibi önce vekilleri üzerinden savaşmaya başladı, sonra sahaya indi.

ABD için savaşın temel dayanak noktası, meşruiyeti zayıftı. Çok güçsüz bir aktörü destekliyordu. Türkiye için de böyle. Önce vekilleri üzerinden başladı, sonuç alınamadı, birileri aşamaya çıkardı şimdi, kendi ordusuyla girdi. ABD’nin askeri mevcudiyeti giderek yükseldi o zaman, sonunda bunun çıkmaz yol olduğunu anlayıp, çok ciddi kayıplarla geri çıktı.

Türkiye için de bu risk var. Kıbrıs’ı düşünün… 42 yıldır dış politikada kangrene dönüşmüş durumda. Üstelik orada dayanabileceğiniz bir yerel aktör var, Türkçe konuşan insanlar var, ki müdahaleyi sevinçle karşılamışlardı. Şimdi o insanların şimdi ne noktaya geldiği de ortada… Ve uluslararası meşruiyeti vardı o müdahalenin. Şimdi yapılanın hem uluslararası meşruiyeti tartışmalı hem de Türkiye’yi çiçekle karşılayan unsurlar da yok. Kıbrıs’ın nasıl kangren olduğuna bakarsak buranın çok daha sorun olacağı aşikar.