Referandum sonrası sürece ilişkin Al Jazeera Türk'ten Gonca Şenay'ın sorularını yanıtlayan Ahmet Türk, 'Kürt oylarında kayma var' iddialarını değerlendirdi. Seçmen üzerindeki baskılara değinen Türk, oy kaymasının söz konusu olmadığını söyledi.

Türk, baskılarla ilgili, "Valiler, kaymakamlar her gün muhtarları çağırarak tehdide varan bir dil kullandılar. Kırsalda oyumuz düştü. Şimdi Mardin, Van, Bitlis gibi üç önemli ilimizde kırsal alan çok geniş. Kırsalda baskı olunca oy düştü. Kırsal ile merkez arasında bir denge yaptığınız zaman görüyorsunuz ki, merkezde insanlar kontrol edilmediği için oyunu veriyor, yüksek çıkıyor.

Yani, buna oy kaybı demek doğru değil. 350 bin seçmen yer değiştirmiş. Bu yer değiştiren insanların çoğu imkânsızlıklar içinde. Gidip oy kullanabilecek durumları yok. Bütün bunlar oy kaybı olarak nitelenemez. Mardin Büyükşehir Belediyesi’nin tüm imkânları alınmış, “Oy vermezseniz sizi terörist ilan ederiz. Oy vermezseniz size hizmet götürmeyiz” denilen koşullarda seçime gidildi" ifadelerini kullandı.

Kürt sorununun çözümüyle ilgili de değerlendirmelerde bulunan Türk, Ortadoğu’daki dengelerin Türkiye’de barış sürecinin gelişmesine imkân tanımadığını söyledi.

Türk, "Türkiye, Suriye’de Kürtler bir statüye sahip olmasın diye bir savaşın tarafı olmak istiyor.” dedi.

Gonca Şenay'ın Ahmet Türk ile söyleşisinin bir bölümü şöyle:

Bölge, “hayır” dedi büyük çoğunlukla ama 1 Kasım seçimlerine göre HDP tabanından yaklaşık 450 bin seçmenin “evet” oyu verdiği görülüyor. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Referandumun yapıldığı şartları göz önünde tutmak lâzım. Olağanüstü hal olan bir dönem. Âdeta sıkıyönetimi andıran bir süreç içinde referanduma gidildi. 85 belediyemize kayyum atandı. Yine, devletin valisinden kaymakamına bütün imkânları kullanarak, her türlü yöntem ile seçim çalışması yaptılar.

Bölgede AKP teşkilatının milletvekillerinin hiçbir etkinliği olmadı. Ama valiler, kaymakamlar müthiş bir baskı yaptılar. Belediyenin tüm imkânlarını kullandılar. Valiler, kaymakamlar her gün muhtarları çağırarak tehdide varan bir dil kullandılar. Aslında dikkatle bakıldığı zaman oyumuzun azalmadığını, arttığını görürsünüz. Şehir merkezlerine bakın meselâ, Kızıltepe’de yüzde 70’in üzerinde oy aldık ama kırsala gittiğimizde kanaat önderleri ve muhtarlar üzerinde bir baskı oluşturuldu.

Kırsalda oyumuz düştü. Şimdi Mardin, Van, Bitlis gibi üç önemli ilimizde kırsal alan çok geniş. Kırsalda baskı olunca oy düştü. Kırsal ile merkez arasında bir denge yaptığınız zaman görüyorsunuz ki, merkezde insanlar kontrol edilmediği için oyunu veriyor, yüksek çıkıyor. Yani, buna oy kaybı demek doğru değil. 350 bin seçmen yer değiştirmiş. Bu yer değiştiren insanların çoğu imkânsızlıklar içinde. Gidip oy kullanabilecek durumları yok. Bütün bunlar oy kaybı olarak nitelenemez.

Mardin Büyükşehir Belediyesi’nin tüm imkânları alınmış, “Oy vermezseniz sizi terörist ilan ederiz. Oy vermezseniz size hizmet götürmeyiz” denilen koşullarda seçime gidildi. Buna rağmen halk direndi, onurlu davrandı. Ben bütün seçim boyunca, “İnanıyorum tüm baskılara, bizim yanlışlarımıza rağmen bu halk onurlu bir duruş gösterecektir” dedim. Gerçekten de öyle oldu. Oy kayması diye nitelediğimiz, “evet” oylarındaki artış eğiliminin sadece bir kaç ilde değil, bölgedeki 11 ilde birden gerçekleştiğini biliyoruz.

Bu, Kürt seçmenin sistem değişikliği talebi olarak değerlendirilemez mi?

Ben, zaten daha önce de başkanlık sistemine karşı olmadığımızı, bir sistem olarak Türkiye’de uygulanabileceğini, merkezi hükümetin bazı yetkilerinin bölgelere devredilebileceğini, yerinden yönetimin başkanlık sistemi ile mümkün olabileceğini söylemiştim. Ama, bugün getirilen başkanlık sistemi değil. Tüm kurumların denetim altına alındığı, yargının ve diğer faaliyetlerin bir kişinin vereceği karara göre şekillendiği bir sistemi başkanlık sistemi olarak kabul edemeyiz.

ABD’de de başkanlık sistemi var ama federal bir savcı başkanın göçmenlerle ilgili politikasını boşa çıkarabiliyor. Burada böyle bir şey yok. Yargıç bir mahkemede karar veriyor, ikinci gün yargıç görevden alınıyor, hakkında inceleme başlatılıyor. Burada bir denetim mekanizması yok, otoriter rejime dönüşen bir durum. Yoksa, ben şahsen başkanlık sistemine karşı değilim.

Bu oy kaybı değerlendirmelerinin altında biraz da hendek çatışmalarıyla birlikte seçmenin HDP ile arasına bir mesafe koyması yatıyor. Seçmen, sizin de aralarında olduğunuz belediye başkanlarının yerine kayyum atanmasına ya da eşbaşkanlar ve milletvekillerinin tutuklanmasına tepki göstermedi. “Oy kaybı yok” diyorsunuz ama, siz seçmenin bu duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bizim siyasetimizde eksiklerimiz olabilir. Halk bize kırgın olabilir ama kesinlikle devlete öfkelidir. Bu durum, halkın devletin politikalarını veya referandumda yapılan değişiklikleri tasvip ettiği anlamına gelmiyor. İnanın ki, 1000 tane yöneticiyi AKP’den alsanız AKP diye bir parti kalmaz. Şimdi 1000’in üzerinde yöneticimiz tutuklu. Seçimlerde çalışma yapacak tek insan kalmadı. Kalanlar da rahat çalışamıyor. Şimdi efendim, “Kürtler oy verdi, bölge halkı destek verdi”. Öyle değil. Tamamen baskı sonucu düştü bu oylar. Korucular yetmedi, köy bekçiliği oluşturuldu. Eskiden tamamı bize oy çıkan köyde, artık muhtar kendisini korumak için 40-50 oy verdiriyor.

Sizce çözümün yolu Suriye’den mi geçiyor öncelikle?

Hayır. Türkiye’de bu işin başlaması lâzım. Suriye farklı bir şey. Suriye’ye Türkiye’nin çok fazla müdahil olması doğru bile değil. Suriye’de bir gücü olmayan kesimlerin oradan çıkarılması gerek. Ondan sonra Suriye’de yaşayan Kürtler, Araplar, Süryaniler, Ermeniler gibi gruplar kararını kendileri verirler. Suriye halkının kendi içinde demokratik bir yapıyı oluşturması gerekir.

Şimdi bütün bu zorluklar ve kimin kimi desteklediği belli olmayan bir ortam varken, Suriye’nin içişlerine karışmanın kimseye bir faydası olmaz. Türkiye, Suriye’de Kürtler bir statüye sahip olmasın diye bir savaşın tarafı olmak istiyor. Tamamen budur. Kürtler de görüyor bunu. O zaman çözüm umudu azalıyor. Ama, Türkiye önce 20 milyon Kürdün yaşadığı bir ülke, Kobani’de DEAŞ’a karşı önce Kürtleri koruyacak bir yaklaşım gösterseydi çok farklı bir süreç başlardı. Ama, Kürtler Ortadoğu’da çok önemli bir aktör ve Türkiye bu aktörü kendisi için bir tehlike olarak görüyor.

Peşmergenin Türkiye topraklarından geçmesine izin verilmesini önemsiz mi buluyorsunuz?

O bir manevraydı. 30-40 peşmerge 10-15 arabayla geçti. O bir şeyi değiştirmedi. Bütün mesele, Türkiye’nin Kürtleri kucaklayacak bir politika ortaya koyması. Bu olmayınca asla ve asla Kürtlerin devlet ile ilişkileri düzelmez.

Neyle başlamalı bu? Temsil mi, vatandaşlık tanımı mı, nedir bugün Kürt sorunu?

Bir takım adımlar da atıldı 2009’dan bu yana ama bugün nedir sorun? Nedir bu adımlar, söyler misiniz bana? Kürtçede, “Na na” şarkısı bile İçişleri Bakanı’nın bir telefonu üzerine yasaklanıyor. Belediyelerimizde yazdığımız Türkçe-Kürtçe levhalar bile kaldırıldı. Nerede iyileşme oldu? Yapmayın bunu, lütfen yapmayın. Bu işi çözmek isteyenlerin öncelikle demokrasiye inanması gerekiyor. Kürtler bir halktır. Onun da hukuku var, dili var, kültürü var. Bunun içselleştirilmesi lazım. Bu içselleştirilmedikten sonra ben çözerim demekle çözülmüyor. İnanmak lâzım.

Nasıl bir çözüm süreci olabilir bundan sonra?

Bunu Hükümet’e, Cumhurbaşkanı’na sormak lâzım. Bugüne kadar yapılan tüm konuşmalar güvenlikçi politikalar üzerine. Umut etmek istiyoruz ama şu anda bir şey görünmüyor. Biz böyle bir sürecin başlamasını istiyoruz. Bugün Kürtlerle ilgili yürütülen politikaya baktığımızda umutlu değiliz açıkçası. Umutlu olmak isterdik. Bir partinin genel başkanları, belediye başkanları, bütün yöneticileri içeride. Nasıl umutlu olabilirsiniz?

Ben başlarım, ben bunu çözerim deseler, tüm bunları içeride tutarken kiminle çözeceksiniz? Çözmek isteyen bir iki aktör varsa, bu arkadaşlarının cezaevinde olduğu durumda bunlar nasıl bir aktör olarak devreye girebilir? Bugün bile bana deseler, “Gel tartışalım bu konuyu”, ben derim ki “Genel Başkanlar, belediye başkanları içerideyken gelip neyi tartışacağım? Gelsem bile halk ne diyecek?”

Bu gerçekleri görmek lâzım. Siyasette gerçekçi olmak gerek. Bütün bu koşulları göz önünde tutup değerlendirme yapmaz da bu sürecin bir bileşeni olursanız, yıpranmaktan ve süreci çıkmaza götürmekten başka bir işe yaramaz. Şimdi, kim ne derse desin, Sayın Abdullah Öcalan Kürtler için önemli. 3-4 yıldır avukatıyla bile görüşemezken, gel bu süreci a ismiyle, b ismiyle başlatalım derseniz kim inanacak?

SÖYLEŞİNİN TAMAMINI BURADAN OKUYABİLİRSİNİZ