Yücel Göktürk / Bir+Bir

Gezi’den yadigâr parolayı hatırlayalım: “Mesele üç-beş ağaç değil…” Ve şair Ergin Günçe’nin 1970’lerden yadigâr şu sözünü: “Özgürlük heyecana değil, hesaba dayanır.” Pergelin sivri ucunu yerleştirdiğimiz yere…

7 Haziran’a da öyle bakalım. Mesele HDP değil. Onun ötesinde: Moda deyişle, “büyük resim”e… Ya da Nâzım’ın hiç eskimeyen dizelerine atfen söylersek, yalnız “ağaç”lara değil, “orman”a dair bir mesele.

7 Haziran yakın tarihin en kritik seçimi. “Şuyuu vukuundan beter” misali, “bu son seçim olabilir” bile dedirtebilen bir yol ayrımı.

Hesap ortada, herkes farkında: 7 Haziran’da HDP’nin 9.99’da kalması demek, AKP iktidarının katmerlenmesi demek.

AKP iktidarının ne demek olduğunu herkes biliyor. Şimdiye kadar yaptıkları, yapmaya muktedir olduklarının habercisi: Roboski’den HES’lere, Gezi’den Soma’ya, 4+4+4’ten IŞİD’le işbirliğine…

“Kutsal dava” adına, kendilerinden olmayan herkese hayatı zindan etmeye kararlı bir iktidar var karşımızda. Kendi içlerindeki çatlaklar, saray kavgaları resmi değiştirmiyor.

SUÇ REJİMİ

AKP iktidarının ne demek olduğunu herkes görüyor: Dallanıp budaklanmış bir suç rejimi, her nevi suçu istikrarla ve sistematik olarak işleyen bir şebeke. Suç ortaklarını ödüllendiren, itiraz edeni, karşı çıkanı kriminalize eden, türlü çeşitli cezalar icat eden, hak-hukuk, yasa, kural, teamül tanımayan, buna mukabil elinin altındaki tüm yasal, anayasal faşizan hükümleri dilediğinde harfiyen uygulayan bir suç koalisyonu.

Koalisyondaki her çatlaktan devasa suç dosyaları dökülüyor ortaya. “Yolsuzluk” o dosyalardaki kanıtlar karşısında masum bir sözcük kalıyor. İnsanlığa karşı suçlar cabası. Cürümleri saymakla bitmez bir suç rejimi.

Herkes farkında, hesap ortada: HDP’nin 9.99’da kalması demek, fiilî durumun tahkim edilmesi, yasal ve anayasal çerçeveyle derinleştirilmesi, genişletilmesi demek. Bu kadar açık, çünkü varlık koşulu bu. Varlık koşulu, çünkü işlediği suçun ucu bucağı yok. Suçların “sıfırlanması” ve suç rejiminin meşrulaşmasının koşulu özgürlükleri sıfırlamak. Amentüleri bu.

“ANONİM ŞİRKET”İN TALANI, POLİS DEVLETİNİN DESTANI

Fiilî durumu herkes biliyor: “1984”. Yerli model (“Türk tipi”) ve yeni nesil  (“dindar ve kindar”) bir kurgu. Orwell’in “1984”ünü taklit eden bir “destan”. Ve 1984 Türkiye’sine rahmet okutacak bir model. Evren-Özal tek kişi ve “level” atlamış olarak: “Büyük patron”, parti-devlet ve bir “anonim şirket” olarak Türkiye.

Başka coğrafyalardan, başka tarihlerden tanıdık bir model bu. “Kültür savaşı”ndaki araçları kısmen değişse de, sınıf savaşı araçları değişmeyen bir model. Uluslararası namıyla, neoliberalizm. Ya da neoklasik iktisat, yani yeniden klasik iktisat: Yeniden klasik sömürü,

1800’ler modelinin 2000’ler versiyonu. 1800’ler Fransa’sının, İngiltere’sinin Soma’nın “fıtrat”ı addedilmesi boşuna değil.

Bu işin hakikaten şakası yok. Fiilî durumun resmen rejimleşmesi bir kâbus senaryosu. “Anonim şirket”in ülkeyi talan etmesi, polis devletinin yeni “destan”lar yazması…

NEFES ALMAK İÇİN

Hesap ortada, herkes farkında: HDP’nin 9.99’da kalması, nefes alamamak demek.

ABD yurttaşı yoksul siyahî Eric Garner’ın polisin elinde can vermeden önceki haykırışını hatırlayalım: “I can’t breathe”. Ve onunla birlikte, Gezi’den Cizre’ye, Karadeniz köylerinden Ege’ye, Türkiye’nin dört bir tarafından medyaya akseden görüntüleri…

Eric Garner’ın “nefes alamıyorum” haykırışı küresel olarak da, yerel olarak da içine hapsolduğumuz cendereyi imliyor.

O cendere her zaman alenî ve kanlı değil elbette. Daha ince ve içten içe de hükmünü icra ediyor. Kafka’nın “Ceza Sömürgesi”ndeki “akıllı aygıt”ın dişlileri misali, “itaat et” buyruğu bedenlere nakşediliyor. O yetmezse, boyun eğdirmenin başka teknikleri giriyor devreye.

Ve boyun eğdikçe nefes alamaz hale gelmek kaçınılmaz. Azıcık boyun eğsek bile nefesimiz daralıyor.

Gezi’de aldığımız nefesi hatırlayalım, o “oh” çekişi. Türkiye’nin dört bir yanında yankılanan “Her yer Taksim, her yer direniş”i…

BİR İMKÂN OLARAK HDP

Bir+Bir Sayı 24 KapakŞimdi o haziranı ve başlangıcın başı olan mayıs sonunu, bize duvarlara “31.05.13. Ohh Mis!” yazdıran günü hatırlayalım. O güne nasıl geldiğimizi, “üç-beş ağaç” ve bir avuç direnişçiyle başlayan devinimin nasıl bir haziran yarattığını gözümüzün önüne getirelim.

7 Haziran tam tamına o gün olabilir: “Ohh Mis!” deme günü…

Hesap ortada, herkes farkında: HDP’nin yüzde 10’u geçmesi, suç rejimi için sonun başlangıcı olacak. Evet, HDP rahat bir nefes almanın imkânı olarak önümüzde duruyor.

Bu kadarını Cüneyt Arcayürek’ten Nazlı Ilıcak’a, Hikmet Çetinkaya’dan Murat Belge’ye, birbirinden farklı, kimi durumlarda birbirine taban tabana zıt görüşlerin, kesimlerin temsilcileri de görüyor: Bir imkân olarak HDP.

Saray ve hükümet de bu imkânı ortadan kaldırmanın çeşitli hesaplarını ayrı ayrı yapıyor. O hesaplar yer yer buluşuyor, yer yer ayrışıyor.

Biz o hesaplara değil, kendi hesabımıza bakalım, özgürlüğün dayandığı hesaba. Sadece rahat bir nefes almanın imkânı olarak değil, “yeni bir yaşam” kurmak için bir imkân olarak HDP’ye. Ve dahası, bu imkânın ufku olarak HDP’ye.

BİR HALKIN ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN EN AZ İKİ HALK GEREKİR

Mesele sadece AKP’nin hesabını bozmak değil, özgürlüğün hesabını yapmak. Zygmunt Bauman’ın “bir kişinin özgürlüğü için en az iki kişi gerekir” sözü toplumlar için de geçerli: Bir halkın özgürlüğü için en az iki halk gerekir.

O nedenle, “mesele üç-beş ağaç değil” değil. Tam da o üç-beş ağaç: Mesele HDP meselesi. HDP’nin şahsında halkların özgürlüğü ve demokrasinin alfabesi meselesi.

Ama özgürlük de, demokrasi de heyecana ve boş lafa değil, hesaba kitaba dayanıyor. Pergelin sivri ucunun nereye yerleştirileceğine…

Hesap ortada: Masada 10 madde, daha doğrusu 10 başlık var. O 10 başlığa alıcı gözle bakıldığında, hangisine itiraz edilebilir? Pergelin sivri ucunun bu aşamada yerleşeceği daha isabetli bir yer var mı? Kısa vadeyi olduğu kadar, orta ve uzun vadeyi de kapsayan genişlikte özgürlük çemberleri o 10 başlığı –“10 ağaç” da denebilir– merkez alarak çizilebilir. O 10 başlık pekâlâ geniş tabanlı bir toplumsal muhalefetin ortak zeminine ve programına evriltilebilir.

BİR UFUK OLARAK HDP

Bu da bizi “bir imkân olarak HDP”nin ötesinde, bir “ufuk olarak HDP”ye getiriyor. Nasıl ki, Gezi bir yandan da “üç-beş ağaç meselesi”ydi, HDP de öyle. Gezi’nin, Marx’ın ünlü sözü “Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser”i pankart yapıp altında toplanan bir avuç insanın direnişiyle başladığını hatırlayalım. O direnişle bir ufuk doğdu, şehrin kalbinde bir komün kuruldu.

O “üç-beş ağaç” mesele edilmeseydi, o “mesullenme” yayılıp genişlemeseydi, o ufuk doğmayacaktı. HDP’yi mesele etmek de öyle bir ufkun meselesi.

7 Haziran’a giderken mesele edilecek 10 “ağaç” var. Onları yeşillendirmek, mevyelendirmek, ezcümle içeriklendirmek tarihî bir mesullenme olarak önümüzde duruyor.

Bunun için HDP’li olmak gerekmiyor, HDP ile omuz omuza olmak gerekiyor. Bauman kuralı: Bir halkın özgürlüğü için en az iki halk gerekir. O 10 “ağaç” sadece Kürt halkına, Kürt özgürlük hareketine dair değil, Nâzım’ın “ormanı”na dair.

Gezi’nin ufku da o değil miydi, o “hür”lük ve o “orman”?

HDP kurulduğundan beri (içinden çıktığı Halkların Demokratik Kongresi’yle birlikte) aynı ufku koyuyor önümüze.

“BEN BİR BAŞKASIDIR”

Kürt hareketinin otuz yıllık mücadelesinden süzüle süzüle gelen siyasal birikimle Türkiye solunun devrimci geleneğinin buluşmasını hedefleyen HDK ve HDP’nin birçok sol partiye, harekete, gruba, bireye çatı olması o ufku imliyor.

O ufuk HDP ile kaim, onunla özdeş ve ondan ibaret değil elbette. HDP’yi içeren ve ötesine uzanan bir ufuk. Ve ancak HDP ile omuz omuza durulduğunda görüş mesafesine giren bir ufuk. Tıpkı “üç-beş ağacı” mesele edinenlerle omuz omuza durulduğunda gözle görünür olan Gezi ufku gibi.

Seçime ve parti formuna, aidiyetine indirgenemeyecek, onları içeren, ama onları aşan bir siyasal-sosyal varoluş bu. Nâzım’ın dizeleri kadar Rimbaud’nun ünlü şiarı da söz konusu: “Ben bir başkasıdır”.

HDP’li olmamak HDP ile hemhal olmakla çelişen bir şey değil. HDP’li olmadan, politik-örgütsel bağımsızlığını koruyarak HDP’ye angaje olmak pekalâ mümkün.

HDP’nin içinde olmak da HDP’lilik ile sınırlı bir kimlik değil. Zaten HDP’yi vücuda getiren Halkların Demokratik Kongresi’nin sebeb-i hikmeti de bu: Parti kimliğine sıkışmayan bir siyasal-sosyal varoluş. HDP ise Kongre’nin partileşmiş mecrası.

GELECEĞE DÖNÜŞ

Ve evet, Selahattin Demirtaş’ın da Bülent Arınç’a cevaben dediği gibi, HDP bir proje partisi. “Proje”nin en kestirme tarifi “Geleceğe Dönüş-II”.

Kürt hareketi Türkiye sosyalist hareketinin içinde, onunla birlikte yürüyüşe geçmişti. Tarihî şartlar ayrı örgütlenmelere, ayrı çatılara götürdü. Şimdi yolların tekrar buluştuğu noktadayız. Köprülerin altından akan sular Kürt hareketini güçlendirirken, sosyalist hareketi zayıflattı.

Kürt hareketi pekâlâ “ulusal” bir yola koyulabilecekken, bunun pek çok bölgesel ve uluslararası zemini varken, hareketin lokomotifleri ray değiştirmeye yanaşmadı, ısrarla solda durdu. Dahası, sosyalistlerin nicel zayıflığına aldırmadan yeniden ortak çatı altında bir araya gelmenin yolunu açmaya başladı.

HDP bu başlangıcın en somut ifadesi. Tam da sloganın dediği gibi: “Bu daha başlangıç”. HDP bu başlangıcın, “geleceğe dönüş”ün başlangıcı. Ve tabii sarp, engebeli, zorlu bir yol bu. Ursula K. Le Guin’in dediği gibi, “asıl yolculuk geriye dönüştür”.

7 Haziran seçimleri bu yolculuğu kolaylaştırmak, kısaltmak için tarihî bir imkân sunuyor.

O ufku meçhul bir tarihe ertelememek için 7 Haziran’a HDP ile birlikte yürümek gerekiyor. Pergelin sivri ucunu yerleştireceğimiz yer orası.

Ergin Günçe’nin sözünü hatırlayalım: “Özgürlük heyecana değil, hesaba dayanır”. Pergelin sivri ucunun yerleştirileceği yere…

Hesap ortada: O 10 başlık. Ve o yüzde 10. Barajı yıkıp geçmek o 10 başlığın önünün açılması demek. Başlangıç o 10 başlık. Sonrası, ondan sonra. HDP ile omuz omuza yürümek için oluşan inisiyatifin sloganıyla, “10dan Sonra”. Aynı başlığı taşıyan çağrı metni, “geleceğe dönüş” yönünde kritik bir kilometre taşı. Tarihî kavşakta bir istikamet levhası.

7 Haziran’da HDP’yi mesele etmek, HDP’yi mesullenmek tarihî bir mecburiyet olarak ortada duruyor. “10dan Sonra”nın sloganıyla, “sorumluluğumuz sandıktan büyük”.

Önce yan yana gelip birlikte nefes alalım, nefesi çoğaltmaya bakalım. Sonrası, 7 Haziran’dan sonra. “Geleceğe dönüş”ün engebeli yollarında mücadeleye devam…

Bu yazı, birdirbir.org'dan alınmıştır.