Gökhan BİÇİCİ / @gokhanbicici

AKP’nin tek başına iktidarı kaybettiği 7 Haziran seçimleri sonrasında seçim sonuçlarını fiili olarak geçersizleştiren hamleler yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP, Türkiye’yi 1 Kasım’da yeniden seçime götürüyor.

Üstelik bu sefer seçim atmosferi çok farklı. 20 Temmuz Suruç katliamı ve 24 Temmuz’da PKK mevzilerine yönelik kapsamlı hava harekatı sonrası tekrar tırmandırılan çatışmalar, bölge kentlerinde yaratılan olağanüstü hal koşulları ve özellikle HDP’ye yönelik sistematik hale gelen saldırılarla seçim ortamı terörize edildi.

“AKP’nin seçim kampanyası: Tırmandırılan çatışmalar, kışkırtılan milliyetçilik ve sandık müdahalesi”

Bir yandan çatışmaları tırmandıran ve bu sayede ülke çapında estirdiği ırkçı-milliyetçi rüzgarlarla 7 Haziran’da elde edemediği meclis çoğunluğuna ulaşmaya çalışan AKP, işini şansa da bırakmak istemediği için sandıklara da müdahale etmeye yönelik adımlar atmaya çalıştı.

Özellikle HDP’nin çok güçlü olduğu merkezlerde kışkırtılan çatışmalar, sokağa çıkma yasakları, öldürülen çocuklar ve sivillerle kaos ortamı yaratan hükümet, kendi yarattığı kaosu gerekçe göstererek “seçim güvenliği” bahanesiyle sandıkları taşımaya yönelik adımlar attı.

Saraydaki hesap çarşıya uymadı

İlçeler bazında başlayan sandık taşıma kararları, HDP’nin boykot kartını açması ve YSK’nın son anda “sandık taşımanın söz konusu olamayacağına” yönelik önleyici kararıyla amacına ulaşamadı.

Diğer yandan çatışmalarda hayatını kaybeden askerlerin, hatta subayların cenaze törenleri de AKP’nin umduğunun aksine, hükümete ve savaş politikalarına yönelik tepkilerin yüksek sesle dile getirildiği kürsüler haline geldi.

Rusya’nın Suriye hamlesi AKP’yi Türkiye sınırı içine hapsetti

İçeride iç savaş sınırlarında tutulan çatışmalar, dışarıda ise “tampon bölge” arayışıyla gündemde olan fiili çatışma ve savaş ihtimali, seçimlerin yapılamaması olasılığının AKP’nin elinde tuttuğu son kart olduğunu düşündürtüyordu.

Bu koşullarda yaşanan ve Türkiye tarihinin en büyük terör saldırısı olarak kayıtlara geçen Ankara Katliamı, gerçekten de seçimlerin yapılıp yapılamayacağı yönündeki kaygıları güçlendirmiş olsa da, 250 yıldır iyi kötü bir seçim geleneği olan Türkiye’de Erdoğan veya AKP’nin istek ve çıkarlarının seçimlerin yapılmasını engellemeye yetmeyeceğini bilmekte fayda var.

Dışarıda olası bir savaş durumu ihtimaliyle seçimlerin erteletebileceği yönündeki kaygı da, diğer gelişmeler bir yana, özellikle Rusya’nın son Suriye hamlesiyle Türkiye’yi kendi sınırları içine tümden hapsetmesiyle gündemden düştü.

Ufukta koalisyon ve yeni siyasal krizler var

Dolayısıyla bugün seçimlerin yapılıp yapılmaması değil, seçimlerin öngörülebilir sonuçları ve bu sonuçların yol açacağı gelişmeleri konuşmak daha anlamlı. Üstelik ardı sıra yayınlanan neredeyse tüm anketler de 1 Kasım tablosunun 7 Haziran benzeri bir tablo ortaya çıkaracağını ve ufukta yeniden koalisyonun gözüktüğünü ortaya koyuyor.

Seçimlerden koalisyon çıkacağına yönelik artan veriler, 1 Kasım sonrası senaryoları da şimdiden gündeme getirmeye başladı. AKP’de artan gerilimin, bir kaynamaya ve seçim sonrası da ciddi bir çatışma ve yarılmaya dönüşebileceğine ilişkin öngörüler son olarak Bülent Arınç’ın doğrudan Erdoğan ve Davutoğlu’nu hedefe koyan çıkışıyla öngörü olmaktan öteye geçmişe benziyor. MHP’de de olası bir oy kaybı veya yerinde sayma halinde benzer bir gerilimin su yüzüne çıkabileceği söyleniyor. Oy arttırması beklenen ve süreci gayet iyi götüren CHP geleceğe daha güvenle bakıyor. Hatta kimi anketlerde 30 bandına kadar yaklaşabileceği öngörülen Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP olası bir restorasyon döneminin temel aktörü olmaya talip olduğunu göstermeye çalışıyor.

Son günlerin tüm açıklamaları ve görüşme trafiği 1 Kasım sonrasına hazırlık

“Saraya tıpış tıpış geleceksiniz” diyen Erdoğan’ın aslında seçim sonrası koalisyon sürecine işaret ettiği de bir sır değil. Öte yandan tüm partiler de onca toz duman arasında seçim sonrası ihtimaller üzerine tutum almaya, görüşmeler yapmaya başladılar bile.

Koalisyon seçenekleri 7 Haziran’dan daha fazla olabilir

Bu noktada özellikle Ankara katliamı sonrası gerçekleşen Kılıçdaroğlu-Davutoğlu, Kılıçdaroğlu-Demirtaş ve Demirtaş-Gül görüşmelerinin 1 Kasım sonrasına yönelik içerdiği mesajları, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “1 Kasım sonrası 5. parti ortaya çıkabilir” açıklamasıyla birlikte düşünmekte büyük fayda var. Belli ki 1 Kasım sonrası koalisyon seçenekleri, 7 Haziran’dan çok farklı ve çeşitli olabilir.

Savaşta ısrar kaybettirecek, barışta ısrar kazandıracak

Ben kendi adıma savaş politikalarında ısrar eden AKP ve MHP’nin zayıflayarak veya yerinde sayarak, savaş politikalarına daha önce olmadığı ölçüde mesafeli ve eleştirel bakan CHP’nin güçlenerek, tüm çatışma politikalarının hedefinde yer almasına rağmen barışın teminatı bir politik hatta ısrar eden HDP’nin ise büyük kazanımla çıkacağı bir sonuç öngörüsünde bulunuyorum. Bu öngörünün iyimser bir beklentiden ziyade nesnel durumun ve yönelimin bir ifadesi olduğunu düşünmek için sayısız neden var. Öncelikle asker cenazelerinde dile gelen tepkiler olsun, yapılan anketlerde “barış sürecine yönelik desteğin” yüzde 60’ların altına hiç düşmüyor olmasında olsun bu toplumun onca milliyetçi-ırkçı kışkırtmaya rağmen savaşı değil barışı tercih ettiği görülmelidir. Bu tablonun seçimlere yansımayacağını düşünmek için bir neden bulunmuyor. Ekonomik-sosyal veriler, dış politikada yaşanan çöküş gibi etkenler ise başlı başına nedenler durumunda.

Devirmeyen darbe bir kez daha Kürt hareketini güçlendirdi 

Eğer bu saldırı kampanyası Kürt hareketinde, HDP’de ve genel olarak toplumsal muhalefette hedeflenen kırılmayı/dağılmayı yaratmış olsaydı tablo belki farklı olabilirdi, sahada zafer kazananın bu sandığa taşıması mümkün olabilirdi. Oysa tabla tam tersi yönde ve “devirmeyen darbe güçlendirir” ilkesi bir kez daha Kürt hareketi şahsında doğrulanıyor.

Son olarak 2011 döneminde zirve yapan Kürt hareketine yönelik saldırı kampanyasından tüm zorluklara rağmen askeri-siyasi başarılar ve Rojava’nın kuruluşuyla güçlenerek çıkan hareket, devletin-AKP’nin zorunlu olarak masaya oturmasıyla başlatılan barış sürecinin de temel kazananı olmuştu. Bu kazanımda kendi yok oluşun gören Erdoğan’ın 7 Haziran sonrası çaresizce savaşa yönelmesi ise tüm acılara ve zorluklara rağmen tabloyu değiştirmemiş, AKP her cephede kaybetmeye başlamıştır.

“Kürt hareketi dışarıda IŞİD’e içeride AKP’ye başarıyla direniyor ve kazanıyor”

Müttefikleriyle birlikte dışarıda IŞİD’e, içeride ise AKP’ye karşı amansız bir mücadeleyi başarıyla veren Kürt özgürlük hareketi, Türkiye’de ve Ortadoğu’da tarihte olmadığı ölçüde bir güç ve etki alanına ulaşmış durumda. 7 Haziran’da yüzde 10 barajını yıkarak AKP’nin tek başına iktidarına son veren ana aktör olan HDP, AKP’den kopan son Kürtlerin de ana adresi olarak daha da güçleneceği bir döneme girmektedir.

HDP’ye ve toplumsal muhalefete yönelik her türlü saldırı ilk anda yarattığı dalgalanmalar bir yana teslimiyeti değil, öfkeyi ve mücadele azmini besliyor. Bu motivasyonun seçim günü sandıklara sahip çıkma iradesi olarak dışa vuracağını da bugünden görmek mümkün.

29 Ekim tatili de AKP’yi kurtaramayacak

AKP’nin bir diğer çaresiz hamlesi olan 29 Ekim sonrası günü idari izin ilan ederek tatili 4.5 güne çıkarma hamlesi de umduğu sonucu hiç bir şekilde vermeyecek. Turizm şirketlerinin henüz bugün açıkladığı rakamlar bile, bırakalım yeni tatil rezervasyonları yapılmasını, daha önce yapılmış olan rezervasyonların-tur planlarının dahi iptal edildiğini ortaya koyuyor. Yine 7 Haziran’da kentlerinde değil çalışma alanlarında olan yüz binlerce Kürt mevsimlik işçi de 1 Kasım’ı kentlerinde karşılıyor ve oy kullanacaklar.

Bölgenin tarihsel konjönktürü ve elde ettiği güç birikimi sayesinde “savaşta da barışta da kazanan” taraf olacağını gösteren Kürt hareketi, tüm bölge halklarının ortak stratejik geleceği açısından “barış politikalarında” ısrar etmektedir. Demirtaş’ın “HDP İç savaşı önleyen tek güçtür” vurgusunda dile gelen bu tutum, bu coğrafyada halkların ortak geleceği ve mücadelesi için en önemli teminat durumundadır.

Türkiye halkları ve demokrasi güçleri de bu gerçeğin giderek daha fazla farkına varmaktadır ve bu farkındalık, HDP’ye emanet olduğu varsayılan oyların kalıcı toplumsal desteğe dönüşmeye başladığının tüm verilerinin ortaya çıkmasıyla ifade olmaktadır.

Kissinger’in Türkiye’de Anayasa krizi var ifadesinin anlamı

HDP’nin tuttuğu bu tarihsel pozisyon, seçim sonrasında kısa vadede olası koalisyon arayışlarında, orta vadede ise demokratik bir anayasa mücadelesinde belirleyici bir etken olabilir.

HDP siyasette elde edeceği bu gücü stratejik bir akıldan beslenecek yaratıcı-esnek taktik hamlelerle, 7 Haziran sonrasına göre daha etkili kullanabilecektir. Bunu yapabilen HDP, ABD eski Dışişleri Bakanlarından Henry Kissinger’in geçtiğimiz günlerde yayınlanan Ortadoğu analizinde sadece iki üç cümle ayırdığı ve o cümlelerde de “Türkiye’de yaşanan Anayasal kriz” vurgusu yaptığı tablonun değişmesinde belirleyici ve demokratik bir rol oynayabilir.

Anayasal krizin halk lehine çözülmesi demokrasinin kazanılmasıyla mümkün

Aksi takdirde bu “Anayasal kriz” ya Erdoğan’ın tek adamlığının pekişmesi ya da Mısır darbesi-Sisi tarzı bir çözümle çözülebilir ki bu iki “ayrı” çözüm ve olası kimi ara çözümler de Türkiye ve bölge halkları için cehennem yoluna döşenen taşlar olacaktır.

Kaybedilen canlarımıza bir sözümüz var

Ancak HDP şahsında temsil edilen ve güçlenen yeni demokratik birikim, yaşanan “Anayasal krizin” Rojava-Gezi dinamizminde dile geldiği biçimiyle “Anayasal Demokrasi”nin kazanılması yoluyla çözülmesini de mümkün kılmaktadır. Bu noktada ortaya çıkmış olanakların değerlendirilmesi için başta 1 Kasım’da olmak üzere yapılacak çok iş var. Unutmayalım ki Suruç Katliamı’ndan Ankara katliamına ve her gün farklı biçimlerde yaşanan saldırı ve katliamlarda hayatını kaybeden yüzlerce canımıza bunu borçluyuz.