Gazeteci, yazar Metin Yeğin, savaşın yıkımının üzerine TOKİ ‘ev’lerinin geleceğini işaret ederken buna karşı bir an önce yeni kent inşasına karşı önlemler alınmasını belirtiyor.

Yeğin’in Yeni Özgür Politika’da yayımlanan “Savulun TOKİ geliyor!” başlıklı yazısı şöyle:

Artık bir savaş aracı haline gelmiş kepçeler çok muhtemel mehter marşlarıyla, kendi mesai arkadaşlarının yıktığı kentlere girip apartman daireleri inşa edecekler. İki günde elinizde kalacak prizler, aidatı ödenemediği için sadece bir katta durarak çürüyen asansörler, bir türlü bitmeyen ev taksitleri, kapının kenarında birikmiş ve ödenmemiş elektirik ve su faturaları, bunlar ve şimdi aklıma gelmeyenler hepsi TOKİ ve mehter marşı eşliğinde savaşın yıkımını tamamlamaya geliyor. TOKİ ve bu apartman dünyasının esas derdi, direnişin temelini oluşturan ‘dayanışmayı’ kepçelerle temizleyip onun üstüne biribirine sırtını dönen, her duvarın bir diğerine düşman yaptığı ‘F’ tipi izalasyon evlerinin inşa edilmesi. TOKİ fetih rejiminin simgesel heykelleri sadece ilk altı ay parlak duracak ‘sur’ duvarlarıyla etrafımızı ‘mülkiyet’ ateşiyle çevirip, dışarı çıkamadığımızda kendimizi zehirlememizi bekliyor. 

Herkes, savaşın kötü olduğunda birleşir. Şiddetin tekelini elinde tutanlar, -siyasal litaretürde devlet deniyor buna- bile savaş istemez gibi davranırlar hep! Peki o zaman savaştan sonra, ‘her ne yaşandıysa yaşandı’ insanlara ev yapılması kötü bir şey mi? 

Öncelikle ‘TOKİ evleri’, ev değildir. Çünkü evler bize reklam filmlerinde beynimize işledikleri gibi mutfak dolaplarından, banyo fayanslarından değil üzüntünün ve sevincin paylaşıldığı komşuluktan ve insan soluklarından oluşur. Sadece duygusal ve romantik ama çok gerçek olan bu söylemden bize empoze ettikleri maddi dünya söylemine de geçersem, bu aptal apartman daireleri insanların bir araya gelerek, birlikte, hiçbir radikal inşaat tekeline ihtiyacı olmadan inşa edeceği ‘halk villaları’ kadar hiçbir zaman güzel olamaz. 10.-15. Kattan bir kibrit kutusu kadar göreceğiniz, bir ay sonra solan müteahhit çimleri ya da gününüzün çoğunu geçirdiğiniz, istediğinizi ektiğiniz, komşularınızla çayını içebileceğiniz bir bahçe seçimi yapabilirsiniz…

Bu zor günlerin ve saldırıların tozu dumanı altında belki görünmüyor ama ‘toplumsal bir talep ve ihtiyaç üzerinden’ mücadele ile genişletilemeyen bir meşruiyet, sadece yaşamını sürdürmek isteyen halkın geniş bir kesiminin yılgınlığını engelleyemeyecektir. TOKİ işte tam bu duygunun üzerine kat çıkmaya çalışıyor. Zete’de ki yazıdan ve yıllardır bu köşede söylediklerimden bir tekrar ile bitirmek istiyorum. Geç kaldığımız ve bugün hayatın daha da açıkça karşımıza çıkardığı bir durumdan hareketle... 

“Bundan üç yıl önce ‘Kent Reformu Ve Gecekondu Hareketi’ kitabını yazdığımızda bütünsel olarak vurgulamaya çalıştığımız neoliberalizmin nihayetinde yeni kent inşasından başka bir şey yapmaması ve burada muhtaç olduğu kudret, enerji için doğayı talan etmesiydi. Yani Silopi’de yıkılan binaların, -pardon, yıktıkları binaların- yeniden inşası ile Artvin’de Kafkasör yaylasının maden sahası olarak açılması madalyonun iki tarafı aynı yüzlü, neoliberalizmden başkası değil. İşte biz tam burada feleğin tekerine çomak sokmak için tam tersine kent topraklarını demokratize etmek, yani ‘Kent Reformu’ ile halka dağıtmak ve mesela Hakkari’de erkek mülkiyeti yüzde 92 olduğu için yani evsizler kadınlar olduğu için onlara vermek zorunda olduğumuzu söylüyorduk. Bu bir güzel günler ütopyası değil zorunluluktu. Çünkü simgesel olarak anlatırsak ya siz kolektif kararlarla, birlikte, demokratik bir mimariyle ekolojik evler inşa edeceksiniz ya da neoliberal fatihler TOKİ’lerini dikecekler!”