İstanbul Barosu seçimlerine hazırlanan ÖDAV'ın İstanbul Barosu Eş Başkan adayı avukat Ercan Kanar, demokratik bir toplum için, halkların kardeşliği, azınlık hakları, alternatif hukuk üretimi için çalışacaklarını ve ÖDAV'ın bu noktada yeni bir umut olduğunu belirtirken, diğer eş başkan adayı Yıldız İmrek ise işçilerden, emekçilerden, ezilenlerden, kadınlardan, halkların hak eşitliğinden yana olan siyasetin, fiili mücadelenin ve hukuk siyasetinin yürütücüsü olduklarını söyledi.

Özgürlükçü Demokrat Avukatlar Grubu (ÖDAV), 18-19 Ekim'de gerçekleştirilecek olan İstanbul Barosu seçimlerine hazırlanıyor.

Dünyanın en büyük barolarından birisi olan İstanbul Barosu seçimlerinde "Özgür ve demokratik bir toplum için demokratik baro" sloganıyla seçim çalışmalarını yürüten ÖDAV, seçimlerde yarışan diğer gruplardan farklı olarak eş başkan adayları, kadının eşit temsiliyeti ve çok dilli olarak yürüttükleri seçim kampanyası ile öne çıkıyor.

ÖDAV'ın İstanbul Barosu seçimlerindeki eş başkan adayları avukat Ercan Kanar ve Yıldız İmrek, ÖDAV'ın seçimlerde yarışma nedenlerini, projelerini, mevcut baro yönetimine eleştirilerini belirterek, DİHA'nın sorularını yanıtladı.

-Türkiye'nin en büyük barosu olan İstanbul Barosu seçimleri öncesi Demokrat Özgürlükçü Avukatlar gibi bir oluşuma gittiniz ve seçimlere gireceksiniz. ÖDAV'ın oluşumuna neden ihtiyaç duyuldu? Baro seçimlerine girmenizin nedenleri neler?

ÖDAV İstanbul Barosu Eş Başkan Adayı Ercan Kanar: Coğrafyamızda doğru hukuk yöntemleri ile çözülmesi gereken çok vahim problemlerimiz var. Bunların en başında Kürt sorununun demokratik açıdan dillerin ve halkların hak eşitliği temelinde çözülmesi geliyor. Bu neredeyse yarım asırlık sorunumuz ve bu konuda net politikalar üretilmesi gerekir ve baroların da bu konuda katkıda bulunması gerekir. Bir başka önemli konu ise şu anda AKP iktidarı muhalefetteyken her türlü vesayetlere karşıyız dediği halde gelinen noktada tam bir diktatörlük yaratmıştır. Askeri vesayetin yerine AKP tamamen MİT vesayetini getirmiştir. Yine AKP iktidarı Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararına rağmen insanların iletişim, ifade özgürlüğünü, devleti eleştirme hakkını, ayrıca demokratik haklarını kullanmak için örgütlenme yollarını kullanmasını engellemek için internet ve elektronik medya üzerinde sansür emellerine devam etmektedir.

Azınlık hakları tehlikededir. Azınlık hakları ile ilgili uluslararası sözleşmeler hala kabul edilmemiştir. Avrupa Yerel Yönetimler özerklik şartındaki çekinceler ortadan kaldırılmamıştır. Türkiye'de devlet kendi geçmişindeki soykırımdan yüzleşmekten kaçınmak için, UCM'yi hala tanımamıştır. AKP iktidarı kendi dini anlayışını topluma empoze etmeye çalışmakta daha önceki tepeden inme, dayatmacı laikçilik oyununu kendi açısından gündeme getirmektedir. Yani Hanefi-Sunni dayatması ile zorunlu din dersi uygulamasıyla farklı inançlar üzerinde baskı yapmakta ayrımcılık yapmaktadır.

Geçmişteki katliamların, gözaltında kayıpların, yargısız infazların, Roboski katliamının hala hesabı sorulmamıştır. Özellikle son dönemde çok hayati tehlike arz eden bir şekilde yaşadığımız IŞİD gibi dinci faşist örgütlere destek vererek güya İslami camianın önderliğine soyunan bir cumhurbaşkanı ve onu destekleyen bir AKP iktidarı ile karşı karşıyayız.

Yine avukatları baştan beri Mahmut Esad Bozkurt anlayışı ile devletin avukatı olarak görülmek istenmiştir. AKP daha da ileri giderek AKP'nin iktidarı haline getirmek için avukatlık yasasını daha da demokratikleştirmesi gerekirken daha da anti demokratik bir hale getirmek istemektedir.

Yani bu sorunlar saymakla bitmez. Ermeni soykırımın 100'üncü yıldönümü, Ermeni soykırımı ile yüzleşmek gerekir. Ermeni halkından özür dilemek gerekir. Yurtdışındaki Ermeniler eğer Türkiye'ye gelmek istiyorsa onlara vatandaşlık ve tazminat vermek gerekir. Bu konuda göstermelik bir açıklama yapıldı. Dersim katliamı ile ilgili de devlet özrü gündeme getirilerek yüzleşilmelidir. Süryani katliamlarıyla, Keldanilerin sürgün edilmesiyle ve bu tip vakalarda geçmişe dönük özür dileyici halkların dostluğunu pekiştirici ciddi adımlar atılması gerekir.

-Sorunları sıraladınız ve tüm bu sorunlara baroyu müdahil edebilme, çözüm geliştirebilme noktasında yarışıyorsunuz. Peki ÖDAV olarak mevcut baro yönetiminin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz, nasıl bir baro inşa edilmeli?

Ercan Kanar: Baro çok önemli bir kurumdur. Bir dernek bir vakıf değildir. Yargı faaliyetinde iktidar erkine karşı halk erkinin temsilcisi avukatlardır. Baro milliyetçi, ırkçı, şöven olmamalıdır. Baro dillerin ve halkların hak eşitliğini savunmalı, halkların hukukunu savunmalı. Emekçilerin, işçi sınıfının, yoksul köylülerin, dar gelirlilerin hukukunu savunmalı ve bu yönde alternatif hukuk üretimi yapmalıdır.

Baro çok önemli bir sorun olan kalıcı barışın sağlanması için engelleyici değil tam tersine çözümleyici katkılarda bulunmalıdır. Mesela "Çerçeve yasa" çıktı. Baro bunu dahi "ülke bölünüyor" diye eleştirdi. Halbuki o yasadaki eksiklikleri gündeme getirmesi gerekirken, tam tersi bir noktadan gündeme getirdi İstanbul Baro yönetimi. Yine baro yönetimi ve başkan her demecinde "1930'ların zihniyetine dönmeliyiz" diyor. Biz de ÖDAV olarak "1930'ların zihniyeti Dersim katliamıdır, Kürt halkı üzerinde zulümdür, varlık vergisidir, sosyalistlerin solcuların, işçi sınıfının ve diğer farklı kesimlerden muhaliflerin zindanlara tıkılıp, Nazım Hikmet'in yargılandığı gibi askeri mahkemelerde yargılanmasıdır" diyoruz.

Nerden bakarsak bakalım İstanbul Baro yönetimi, toplumsal sorunlarda insan hakları hukukuna uygun olmayan, uluslararası hukuk kurallarına inanmayan, karşı çıkan bir konumdadır. Anadilde eğitim hakkını dahi savunmamaktadır. Anadilde savunma hakkında bile karşı çıkmıştır. Bu konuda AKP iktidarının bile gerisinde kalmıştır. İstanbul Barosu meslek sorunları açısından da önemli bir hamle yapmamıştır. Stajyer avukatların, işçi avukatların, kamu avukatlarının sorunları devam etmektedir. Baro alternatif hukuk öğrenimi açısından da olumlu bir katkıda bulunmamıştır. Statükoyu savunmuştur.

- ÖDAV olarak seçimlerde yarışan diğer gruplardan temel farklarınız neler?

Ercan Kanar: Bizim dışımızdaki gruplar gerçek anlamda özgürlükçü değildir. Örneğin Hukukun Üstünlüğü grubuna bakalım. Hukukun Üstünlüğü Grubu, AKP'nin bir yan derneğine dönüşmüştür. Gezi'de polis vahşeti yaşanırken desteklemiştir, seyirci kalmıştır. Polisin şiddetine karşı çıkmayan bir grup hukukun üstünlüğünü savunabilir mi? Bugün Kobanê'de IŞİD vahşeti yaşanırken susan bir grup hukukun üstünlüğünü savunabilir mi?

Önce İlke Grubu zaten malum şu an baro yönetimindeki gruptur. Çağdaş Avukatlar Grubu'na gelince; çoğumuzun değişik dönemlerde içinde bulunduğu, emek verdiği bir oluşumdu. Ve belli dönemlerde özgürlükçü politikalar üretmiştir. Ama ne var ki özellikle son yıllarda Çağdaş Avukatlar Grubu iki arada bir derede, temel sorunlara teğet yaklaşan yani problemi olduğu gibi ortaya koymayan ve problemin hukuki açıdan olduğu gibi çözümünü ortaya koymayan eklektik bir tutum içindedir.

Çok temel ayrılıklarımız var. ÇAG'ın içinde varlığımızı korurken de bu ayrılıklar vardı, sürekli tartışırdık, sonuçta ortaya hiçbir görüşü tatmin etmeyen ortalamacı bir tavır ortaya çıkardı. Mesela Kürt sorununun çözümü konusunda tam anlaşamıyoruz. Ermeni soykırımı meselesinde hiç anlaşamıyoruz. Azınlık hakları konusunda anlaşamıyoruz. Yine idare hukukun değişimi konusunda anlaşamıyoruz.

ÖDAV yerel yönetimlerin özerkleşmesini savunur. Bölge parlamentoları olmalı diyoruz. Bölge parlamentoları kendi yerel konuları ile ilgili yasa düzenlemeleri yapabilmeli diyoruz. Ve yerel yöneticilerin tamamının halk tarafından seçilmesinin gerektiğini söylüyoruz.

Biz ceza yasası noktasında da diğer gruplardan farklıyız. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının kaldırılmasını savunuyoruz. Müebbet hapis cezasında da kesin hükmün olmamasını, AİHM kararlarında belirtildiği gibi belli sürelerde gözden geçirilmesi gerektiğini belirtiyoruz. Hücre cezalarının kaldırılması gerektiğini savunuyoruz. Yine süngerli oda, mektup yasağı, görüş yasağı gibi insan haklarına aykırı disiplin cezalarının İnfaz Yasası'ndan da yönetmeliklerinden de çıkartılması gerektiğini savunuyoruz.

Yargılama faaliyetinin demokratikleşmesini savunuyoruz. Halk yargılama sürecine katılmalı ve demokratik bir jüri sistemi olmasını savunuyoruz. Demokratik kurumlardan sendikalardan, insan hakları kurumlarından oluşacak ve meslek haline gelmemiş ve değişken bir jüri sistemi gelmeli diyoruz.

-Baro seçimlerinde ilk kez listesinde eş başkan adaylarını gösteren grup da ÖDAV grubu. Eş başkanlık sistemini baro yönetimine taşımayı düşünüyorsunuz, ayrıca listeniz de kadınların ağırlığı da dikkat çekiyor. Bu konudaki görüşlerinizi alabilir miyiz?

ÖDAV İstanbul Barosu Eş Başkan Adayı Yıldız İmrek: Eş başkanlık sistemi bizim açımızdan hem baro başkanlığı genel olarak başkanlık sistemine karşı muhalefetimizin bir ifadesi. Çünkü başkanlık tam da tekçi yönetim anlayışının bir ifadesi bir tarafıyla da ataerkil yönetim anlayışının bir ifadesi. Her iki bakımdan da yönetim anlayışının kolektif olmasını düşünüyoruz.

Kadınların eşit temsil anlayışının da bir ifadesi olarak eş başkanlık sistemi ile girmeyi uygun gördük. Bunu bir değişiklik olarak da öngörüyoruz fiili olarak da uyguluyoruz. Ama bu demokrasi anlayışı esasen ve bunun tamamlayıcı başka unsurlar da var. Baro sadece yönetim kurumlarıyla çalışmaz. Dünyanın en büyük barolarından birisi olan İstanbul Barosu'nun 10 kişilik yönetim kuruluyla işlevini görmesi mümkün değil.

Baronun CMK gibi Adli yardım gibi, kadın hakları merkezi gibi, insan hakları merkezi, staj eğitim merkezi gibi çok sayıda komisyon ve merkezlerinin yine aynı biçimde demokratik anlayışlar "başkanın adamları" koordine ettiği bir biçimde değil, avukatın kendisini baro faaliyetlerine özgürce iştiraki ve birlikte yönetme anlayışı ile özerk yapılanmalar olarak inşası yaklaşımları ile davranacağız.

Sonuçta bizler avukatız. Ve avukat mesleğini yürütürken hak mücadeleleri içerisindeyken, adliyelerde işini yaparken, çeşitli kurumlarla yüzyüze gelirken pek çok sorun yaşıyor. Çünkü hak arama çabası kolay bir şey değil. Yani bütün yüzyıllar boyunca zaten avukatın yargılamaya dahil olması yargılamada savunmanın bir süje olarak iştiraki çok uzun mücadelelerin sonucu. Ve ezilenlerin uzun soluklu ve çok fazla bedel ödeyerek kazanmış oldukları bir hak. Avukatlık bu anlamıyla ezilenin yanında olan ve onun sözcüsü olan bir kurum. Yargılama sırasında da böyle, baroların genel olarak hukuk sistemine dahil olması ve hukukta zorlayıcı, inşa edici ve değiştirici rol oyması söz konusu. Bunların yaparken doğrudan doğruya bu mesleğin içerisinde olan doğrudan doğruya hak mücadelelerinin içinde olan, işçi cinayetlerinde işçilerin hak arama mücadelelerinde, HES'lere doğanın talanında, madenlerin yağmalanmasında ya da kent yoksullarının barınma haklarının söz konusu olduğu durumlarda ve benzeri hak mücadelelerinde avukatlar çeşitli sorunlarla karşı karşıya geliyorlar ve bu sorunların avukatın tespit ettiği şekilde ve onun lehine çözümü anlamında baroların çok etkin bir çalışma yürütmesi gerekiyor.

En az yüzde 50 kadın temsili daha önce de savunduğumuz bir durumdu. Yeni olan eş başkanlık sistemine dair bir önerimizdir. Listemizde yüzde 50 kadın temsilini de aştık, yüzde 70 oranında yönetim kurulu adaylarımızı belirledik. Şu ana kadar İstanbul Barosu seçimlerindeki en yüksek kadın temsili oranından söz edebiliriz. Bütün arkadaşlarımıza güveniyoruz. Hepsi mücadeleci avukatlardır. Gezi davlarında olan avukatlardır, Çarşı grubunun davasında olan avukatlardır, Roboski katliamında talepte bulunmuş avukatlar. Hakikatle yüzleşme sorunlarını dile getiren avukatlardır. 1 Mayıs katliamında, olağanüstü hal yargılama süreçlerinde yer almış olan avukatlardır.

Yargı reformu istiyoruz. Yargının demokratikleşmesi ve halka yakınlaşmasının gerektiğini belirtiyoruz. Bu anlamıyla hakimlerin halk tarafından seçilmesi ve demokratik jüri sistemini savunuyoruz. Yargıcın bağımsızlığı açısından Adalet Bakanlığı'nın yargı üzerindeki vesayetinin de avukatlar, barolar üzerindeki vesayetinin de tamamen ortadan kaldırılmasını istiyoruz. Adliye yönetimlerinin demokratikleşmesini savunuyoruz.

Meslek haklarını savunmada etkili bir baro yönetimi sorunların tamamını çözebilir. Ve bu müdahalelerin yapılabileceğini söylüyoruz bunu yapmaya da adayız.

-Seçim kampanyanızı çok dilli olarak yürütüyorsunuz. Neden çok dilli bir kampanya?

Ercan Kanar: Davalarda yaptığımız savunmalarda da söyledik. Anadil çok önemlidir. Einstein "Dil düşüncenin evidir" diyor. Beyinin sınırı dilin sınırıyla ölçülür diyor. Demek ki anadil sadece konuşma aracı değil aynı zamanda bir düşünce üretimi aracıdır, mantık yürütme aracı, örgütlenme aracıdır. O nedenle anadilleri korumak gerekir. Şu anda Türkiye'de 32 dil var ama maalesef 15'i tükenmek üzere. Hiç olmazsa bunlara sahip çıkalım bunların zenginleşmesini sağlayalım dedik. Bu noktada diğer gruplardan tamamen farkımız var.

-Son olarak her ikinizin de avukatlara seçim öncesi çağrınız nedir?

Yıldız İmrek: Gerçekten demokratik bir gelecek istiyorsak barışçı bir gelecek istiyorsak hukuk herkes için lazım. Tutarlı bir demokrasi mücadelesine ihtiyacımız var. Barolar bu konuda çok önemli ve değerli bir rol oynayabilirler. Ama bunun için de yine mücadeleci bir geleneğe ihtiyacımız var. Ve ÖDAV bu mücadeleci geleneğin tutarlı biçimde işçilerden, emekçilerden, ezilenlerden, kadınlardan, halkların hak eşitliğinden yana olan siyasetin, fiili mücadelenin ve hukuk siyasetinin de sahibidirler. Ve bu nedenle desteklenecek tek ve doğru merkez olduğumuzu düşünüyoruz.

(bestanuce1.com)