“Geçen günlerde bakan ordusu ile Amed’e çıkartma yapan Davutoğlu’nun, türü belli olmayan ve rezil bir yapım olarak gişede umduğunu bulamayan maceralarına hep beraber maruz kalmıştık. Canlı yayından Efkan Ala’nın IŞİD işareti ve Davutoğlu’nun önünde durmuş fotoşopumsu sahte kitleye tekbir çektirmesi ne de güzel tamamlamıştı ziyaretin içeriğini. Sahi Davutoğlu neden tekbir çektirmişti?

Pislikten, rezillikten lâl olmuş o dili ile güzelleme yaparken fındık kurdumuz, sırtını da Sur’a vermişti. Yaşamı kutsarken arkasındaki hakikatten habersizdi. Birkaç metre gerisinde insanların bir kesimi ya yıkılmış binaların altında görülmeyi beklerken ya da ölümü ararken; diğer kısmı da kurtarabildiği eşyaları taşıyordu. Sırtını çevirdiği katliamlar ile çektirdiği tekbirin kesiştiği bir nokta var kanımca. Öyle ya; kafa kesenlerin, linç edenlerin, devletin desteği ile işlenen her suçun ön repliği olan Allahu Ekber nidaları; Gever’de, Cizre’de katil sürülerinin paylaştığı videolarda da süslü halde görmek mümkün.

Tüm bunlarda kışkırtılmış bir haz, faşizm güvencesi ile vaat edilmiş bir arzu ve doyurulmasının arkasında ekonomik duygusallığın ucu açık bırakılmış, köpekleştirilmiş bir güdü yok mu? Var... Bu, ‘ölüm’ olgusu ile direkt ilintili. AKP’nin son süreçteki yok etme, öldürme girişimlerinin en temel ayaklarından biri de ölüme hazır kılma, razı etme çabalarıdır. Hatta genişleyen savaş cephesinde AKP’nin elinde kalan tek gerçeklik denilebilir. Son torba yasasındaki mecburi değişiklikler (ölen asker - polis ailelerine dair maaş ve istihdam düzenlemeleri vs.) haliyle sürpriz değildir. Bol ganimet karşılığında Türkiye’nin her tarafından sürükleyip getirttiği “vatan sevdalısı” yoksulluktan kırılan asker - polislerin peşinden psikolog gönderip şimdi de onlara 5 yıldızlı tatil vaadi sunması devlet cephesindeki yarılmanın, felaketin, kayıpların ve güvenliğin yaşadığı travmanın küçük belirtileridir...

Bu girişimler AKP’nin ölüm ile olan ilişkisindeki esaslardır.

Uyguladıkları ölüm politikalarının politik ayağı, ölenlerin aileleri üzerinden yürütülüyor. Canlı yayınlarda aileler ile telefon görüşmesi kurgulanıyor. Tabutların geçirilmesi, aile dramının yüceltilmesi, devletin bu anda yüceltilmesi, ölümün sürekli evlere haber bültenleri ile sokulması gayet titizlikle yapılıyor. Bunu takiben rezil puntoların altında dayatılan görsel patlama, görsel medyanın bunlarla doldurulması diğer yani esas ayak için ön hazırlıktır. Bu ayak karşının, ötekinin bedensel teşhiridir. İşkence edilmiş etin, kan bekleyen kana susamış kitlenin doyurulmasıdır.

Ölüm yeterli görülmez. Soyup işkence ediyor ve sonra onu paylaşıyor. Vahşice öldürmek yetmiyor onu panzerin altına alıyor, üzerinden geçiyor. Yetmiyor, onu soyup ayak basıyor ya da uzuv kesiyor ve kamusal alana taşıyor. Tam da bunlar olurken yaşamın kutsallığı, serçe parmağın kanamaması, mutlu olmak üzerine demeçler verilir. Her şey eş zamanlıdır. Bu konuşmalarda kutsadıkları yaşamın çemberine giren ölümleri de yoğunca mitselleştirmeleri de bundandır. Bu kadar kutsanan şeyin diğer taraftan korkunç bir şekilde yok edilmesi, yaşam ve ölümün yer değiştirmesi, Zizek’in “tiksindiren şeyin haz vermesi”  hatırlatması ile yakın temastadır.

Tüm güçleri ile ölümün ve şiddetin dozajını yükselttiklerinde, buna alternatif olarak yönlendirdikleri şey “eğlencedir.” Türkiye’nin en zorlu ve en büyük kayıplarının yaşandığı günlerde dev stad ve köprü açılışları yapılıyor. 4.5 G ile internetin nimetleri hatırlatılmakta, daha hızlı tüketim daha hızlı sanallaşmayı işaret ediyor, bilinçli yönlendiriyor. Unutulan Kanal İstanbul projeleri tekrar hatırlanıyor, AVM’lere akış için canla başla çalışılıyor. Ölmek ve mutlu olmak arasında tercihe zorluyorlar. Bu sayede tükenmiş turizm senaryolarına yüksek destek paketleri peş peşe açıklanıyor.

Ölümü gösterdiği oranda onu canlı kıldığı sürece eğlenceyi, tüketimi, neoliberal vahşeti de o oranda ayakta tutabileceklerini biliyorlar. Bu iki durum zıt değil kardeştir.

Yaşanan tüm bu süreçler AKP’nin sınır tanımaz pornografik politikalarıdır. Tüm toplum önünde ölümü tüm hoyratlığı ile dizayn ediyor. Hazzı körüklüyor, arzuyu tetikliyor. Ölümü muazzam derecede ve ideolojik araçlarla her gün yeniden ürettikleri bir silaha çevirdikleri ortada. Buradan haz, tiksinç bir arzu devşiriyor. Toplum güdülerini, teşhire aç bir eşikte tutarak varlık kazanıyor.

Ölüm ve eğlencenin, dinsel ile mitselin, gerçek ile kurgunun bir aradalığı...

Eğlencenin, ölümü görmemek karşılığında bir ödüle dönüşmesi; ölümün de aynı zaman diliminde bir eğlenceye dönüştürülmesi, trajik bir haz nesnesine evirilmesi... Bu kısa formül şuan tıkır tıkır işliyor!

Nusaybin’de, Gever’de hezimetin saklanamaz artışı ile Survivor gibi bir yarışmanın rekor izlenme artışı arasında, görmek isteyenler için bir hakikat var. Değil Nazlı Çelik, Steven Spielberg gelse kurtaramaz!”

ÖZGÜR AMED?

2011 yılında Roboski katliamı protesto yürüyüşüne katıldığı ve "terör örgütü üyesi olmamakla birlikte, terör örgütü propagandası yaptığı" gerekçesiyle hakkında dava açılan gazeteci Özgür Amed'e 24 Şubat 2015 tarihinde Diyarbakır 7'nci ağır ceza mahkemesi tarafından 3 yıl bir ay 15 günlük hapis cezası vermişti.

Özgür Amed, Diyarbakır D tipi cezaevinden Özgür Gündem ve Yeni Özgür Politika gazetelerine yazmaya devam ediyor.