Nuray Mert, diken.com'da yer alan yazısında, Türkiye gündemine ve yaklaşan yerel seçimlere ilişkin görüşlerini dile getirdi.

Mert, seçimlerdeki tutumunun ne olacağına ilişkin olarak, "Kısacası, hastalandım kabul edin, çok başım ağrıyor, kalbim daraldı, ruhum bulandı, seçim sandığına gidemeyeceğim." diye yazdı.

İşte Nuray Mert'in "Hastalandım, ruhum bulandı, sandığa gidemeyeceğim" başlıklı yazısı:

Seçimler sadece Türkiye’nin son halini daha iyi görebilmemize yardımcı olacak, sonra bize başımızı ellerimiz arasına alıp kara kara düşünmek düşecek.

Burası artık demokrasi değil

Demokratik seçimleri küçümsüyor değilim, ama burası artık demokrasi değil.

Yok, Türkiye’nin demokratik birikimini, hatta AKP iktidarının bu birikime kattıklarını da, küçümsüyor değilim. Diğer taraftan, mevcut demokratik imkanları yok saymak doğru olmaz, ne olursa olsun o imkanlarla siyaset yapmakta ısrar etmek gerektiğinden kuşkum yok. Ancak, demokratik mücadelede ısrar, siyasetin demokratik sınırların ne ölçüde dışına savrulmuş olduğunu görmezden gelmek demek değildir. Öylesi büyük bir yanılgı olur.

Önce, ‘siyasetin demokratik sınırların dışına taşması’ndan neyi kastettiğimi izah etmeye çalışayım.

Otoriter mevzi

Kastettiğim sadece, mevcut iktidarın özgürlükleri kısıtlayarak demokratik alanı giderek daha fazla daraltması ve karartması değil. İktidar yoğunlaşmasıyla yolu açılan otoriterlik kökleşmekte iken, buna karşı tepki önce Gezi olayıyla sokaklara taştı. İktidarın bu taşma karşısındaki tutumu, demokratik alanı genişleterek toplumsal muhalefete yer açmak yerine, otoriter baskıcı bir mevziye çekilmek oldu. Sonuç toplumsal-siyasal kutuplaşmanın keskinleşmesi, ‘yönetilebilirlik krizi’nin derinleşmesi oldu.

Ardından, bu kez, iktidar bloku içinde Cemaat ile kavga çıktı, derinleşti, koalisyon bozuldu. Bu sayede, iktidarın karanlık yüzlerinden biri olan haraç düzeni kısmen de olsa ortaya döküldü.

Medyadan hukuka kıskaç

Daha önemlisi, siyasi iktidarın elinin kolunun medyadan hukuka ne denli büyük bir kıskaç haline geldiği açıkça teyit edilmiş oldu. Daha acıklısı, iktidar bloku içinde güçlenmiş bir yapıyla kavga başlamamış olsa, kimsenin böylesi bir sorgulamaya gücünün yetmeyeceği gerçeğiyle yüzleşmemiz oldu.

Siyasetin demokratik sınırların dışına taşması tam da böyle bir şeydir; demokratik yollarla önü kapanmış olmanın, farklı yollarla karşımıza çıkması, hepimizin üzerine bu halin gölgesinin düşmesi.

Zavallı bir abrakadabra

Böylesi bir kavgada, ‘İktidar demokratik yollar dışında taarruza uğradı, öyleyse bu sivil siyasete bir darbedir, demokratik olan bu darbeye karşı durmaktır’ tezi iktidar açısından bir abrakadabra olarak işe yarayabilir, ama ciddiye alınması mümkün olmayan bir zavallılıktan başka bir şey olamaz. Diğer taraftan, ‘Kim ortaya çıkardıysa çıkardı, biz de bu dalga üzerinden siyaset yapmaya devam edelim’ demek başka bir zavallılık ifadesi.

Bu zavallılıkların toplamından daha fazla demokrasi çıkmaz, ama bu kapışmanın açtığı alandan daha fazla demokrasiye yol döşemek mümkündür, tek hal çaresi, tek umuttur. Ama bu da sadece lafla olmaz, daha doğrusu laf olsun diye nerden baksan tutarsızlık dedirtecek siyasi tutum ve formüller uydurmakla olmaz.

Ölümlerden ölüm beğen

Bu koşullarda, Kürt siyasi hareketine ilişkin tutum bir demokratik yol manivelası olabilirdi. Zira, Kürtlerin özgürlüğü Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından merkezi bir önem taşıyor. Ama gelin görün ki iktidar partisi, içine düştüğü açmazda Kürt barışını bir kez daha rehin alma yolunu tuttu. Dahası, iktidar karşısında oluşan muhalefet bloku, bu türden bir rehin alma siyaseti için çok uygun bir zemin oluşturuyor.

Muhalefetteki blok; Kürtlerle barış konusunda kekemelikten bir türlü kurtulamayan CHP, Türk milliyetçisi Cemaat ve MHP’den oluşuyor. Sonuç; MHP ve Cemaat ile örtük koalisyon içindeki CHP ve AKP ile örtük koalisyon içindeki BDP… Ölümlerden ölüm beğenin! Bu, demokrasi umutlarının ölümü!

Çırıpınış hali

Birçok demokrat, liberal ve sol liberalin, iktidar despotluğuna karşı, üstelik mevcut haliye CHP’den medet umması, dirsek temasıyla da HDP’ye destek atması formülü işte bu darboğaz içinden çıktı. Çıktı, ama böylesi bir siyasetten ne Kürt barışı, ne demokrasi, ne özgürlük, ne şu karanlık tablodan kurtuluş yolu çıkar. Bu bir çırpınış hali, ama unutmayalım paniğe kapılıp çok çırpınan çabuk boğulur.

Ben, bana danışılsın diye değil, Kürtler için onurlu barışa canıgönülden destek adına, HDP’ye Danışma Kurulu üyesi olmuş biriyim. Halen, HDP’nin Kürtlerin demokratik siyasette ısrarının önemli bir mevzisi olabileceğini, olması gerektiğini düşünüyorum. Ama yerel seçimlerde beni mazur görsünler, bu seçimlerde kimseye oy vermeyi düşünmüyorum.

Sindiremiyorum

Şahane bir siyasi tavır olmadığını biliyorum ama bugüne kadar içime sinmeyen hiçbir şey yapmadım. Aslında böylesi de içime siniyor değil, çünkü bir yandan, ‘Kürtler ne olursa olsun, müzakere masasından kalkmamalı, siyasetlerinin merkezinde bu kaygı olmalı’ diye düşünüyorum, diğer yandan Newroz gecesi Twitter’ı yasaklayan bir iktidarla hiçbir şey olmamış gibi yola devam etmeyi içime sindiremiyorum. BDP’nin seçim mitinglerinde, otoriterlik eleştirisinden uzak durup yolsuzluk eleştirisiyle işi geçiştirmesini de sindiremiyorum.

Kısacası, hastalandım kabul edin, çok başım ağrıyor, kalbim daraldı, ruhum bulandı, seçim sandığına gidemeyeceğim.

Diğer taraftan, Kürtlerin özgürlükleri adına mücadele edenlerle eleştiri ve samimi kaygıya tahammülleri olduğu sürece yollarımızın ayrıldığını da asla düşünmüyorum, düşünmek istemiyorum, umarım haklı çıkarım.