İtalyan felsefeci ve siyaset teorisyeni Antonio Negri, Birikim dergisinden Eylem Canaslan'a konuştu.

İtalyan düşünür Negri, derginin son sayısındaki (295.) söyleşide, "2010-2011 yıllarında dünyadaki toplumsal hareketlere, finansallaşma ve kapitalizmin krizine, otonomi ve anarşizm arasındaki farklara, aşağıdan kurulan bir federalizmin ulus-devletin sınırlarını aşma imkanlarına..." ilişkin konularda değerlendirmelerde bulunudu.

Negri ayrıca, Eylem Canaslan'ın Kürtler ve 'demokratik özerklik' konusuna ilişkin sorusuna da yanıt verdi.

Antonio Negri, Canaslan'ın, "Kürt hareketinin, bu coğrafyadaki modern egemenlik kavrayışının ötesine geçebilecek en önemli siyasi çıkışlarından biri 'demokratik özerklik' olmuştu. Bu hareketin mevcut durumunu ve taşıdığı potansiyelleri nasıl değerlendiriyorsunuz?" sorusuna, "ulus-devletin ötesine geçme olanağının söz konusu olması bakımından ilgi çekici bulduğunu" söyleyerek yanıt verdi ve bu durumun esas olduğunu söyledi. Negri konuya ilişkin olarak şu değerlendirmeyi yaptı:

"Kürt hareketini, sorunuzu cevaplayabilecek kadar iyi tanımıyorum. Söylediğiniz şeyde, ulus-devletin ötesine geçme olanağının söz konusu olmasını ilgi çekici buluyorum. Bu kesinlikle esastır. Ben ulus-devletin var olmadığına, ya da şöyle söylersek, siyasi meselelerin gezegen ölçeğinde ele alınma biçimlerine baktığımızda, giderek artan bir ölçüde, onun marjinalleşmeye doğru yazgılı olduğuna kani oldum. Ve küreselleşmeyi dayatan kapitalizm için geçerli olan, daha da kuvvetli bir şekilde, hangi biçime sahip olurlarsa olsunlar toplumsal hareketler için de geçerlidir. Küreselleşme, kadınların ve erkeklerin, onların özgür dolaşımının, haklarının giderek genişleyen menzilinin, dillerinin ve kültürlerinin birbirine karışmasının, elbirliklerinin yoğunlaşmasının küreselleşmesi olmalı; sermayelerin akışının küreselleşmesi değil!

Kaçınılmaz olduğunu düşündüğüm bu eğilim karşısında, bazı ulus-devletlerde milliyetçilik patlak vermekte. Bunun hem nafile (çünkü küreselleşme artık yaşamlarımızın en ince dokularına kadar nüfuz etmiştir) hem de tehlikeli (çünkü milliyetçilik 19. yüzyıldan kalma eski bir hastalıktır) olduğunu düşünüyorum. Bugün milliyetçiliğin nüksetmesine en çok maruz kalanlar, azınlıklardır. Bu maruz kalış, paradoksal olarak ulus-devletin kendi kriziyle orantılıdır. Ve bunun karşısında, uluslar arası hukuk genellikle güçsüz kalıyor. Zira uluslar arası hukuk, tam da farklı ulus-devletlerinkiyle uyumlu olan hukuktur ve hala modernitenin eski parmaklıklarının bir çeşididir.

Yapmamız gereken şey, kendimizi kararlılıkla dünyaya, kıtasal dengelere açmaktır. Ulusal ya da birçok devletten oluşan bir tür 'Süper-Devlet' olmayan bir federalizmle ilgili biraz önce açıklamaya çalıştığım şey de buydu. Burada bilgeliğin sesini dinlemek gerekir ve de toplumsal hareketler genellikle bunun iyi birer göstergesidir: Politikayı farklı bir ölçekte yeniden düşünmek, hatta yurttaşlık fikrini, sınırlardan, demokrasiden anladığımız şeyi yeniden tanımlamak gerekiyor. Bu devasa ve radikal bir programdır ve benim iyimserliğim meşhurdur. Ve eğer iyimser olmazsak, tarih bunu bizim yerimize üstlenecektir. Her halükarda, ümidim bu yöndedir…"