Nazlı Ilıcak, Bugün'deki yazısında 'Cumhurbaşkanlığı seçimi ve sonrası'nı değerlendirdi. Ilıcak, AKP'nin vizyon belgesindeki “Hedef, demokrasiyi geliştirmek. Can cana, yan yana herkesi kucaklayan bir Türkiye. Vatandaşa güven veren bir adalet sisteminin tesisi," sözlerini hatırlatarak; "Güler misin? Ağlar mısın? Şaşırıp kalır mısın?" diye sordu. Ilıcak, Erdoğan'ın konumunu, Turgut Özal ve Süleyman Demirel'inkine benzeterek, onlar gibi "hâkimiyetinin ancak kısa bir süre devam edebileceğini" söyledi.

Ilıcak, "Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonucu ne olursa olsun, Türkiye’de yeni bir dönem başlıyor. Erdoğan kazanamazsa, başbakanlığını sürdürecek ama artık eskisi gibi güçlü olamayacak. Keyfilikler ve adaletsizlikler son bulacak," dedi ve şöyle devam etti:

(...)Herkes “Erdoğan banko cumhurbaşkanı” dediğine göre, muhtemelen kazanacak ama siyasetteki etkisi sınırlanacak. AK Parti’nin Genel Başkanlığı’na er ya da geç Abdullah Gül gelecek.

Gül, 18 Nisan 2014 tarihinde, “Bugünkü şartlar çerçevesinde benim gelecekle ilgili bir siyaset planım yok” demişti. Kimileri bu sözleri “Politikada gözü yok, köşesine çekilecek” şeklinde değerlendirdi. İlk günden itibaren, bu cümlenin Çankaya’yı tartışma konusu yapmamak için sarf edildiğine, Gül’ün mutlaka AK Parti’nin Genel Başkanlığı’na aday olacağına, sonra da Başbakanlık koltuğuna oturacağına inandım. O istemese bile AK Parti tabanı Gül’ü bırakmaz. Hem partinin bütünlüğü hem de 2015 genel seçimleri için Gül’ün partinin başında olması önemli. Zaten yavaş yavaş niyetini de belli ediyor. TOBB’un düzenlediği iftarda, “millete hizmet etmekten” söz etti. “Başbakan Gül” sloganlarını atanlar, onu ayakta alkışladılar.

Diyelim ki, Erdoğan kongreye hâkim oldu ve Binali Yıldırım’ı ya da başka bir ismi genel başkan seçtirdi. Mücadele sona ermez; siyasetin tabiatı zorlamalara gelmez. Ya Binali Yıldırım kalıcı olmaz ya da parti bölünür. Bölünmesinden endişe edenler, Abdullah Gül’ü partinin başında görmeyi isteyecektir.

Geçmiş defterleri karıştıralım… Turgut Özal 9 Kasım 1989’da cumhurbaşkanı seçildi. Yıldırım Akbulut’u başbakan olarak atadı. Sonra da Akbulut kongrede ANAP’ın Genel Başkanı seçildi. Genel Başkanlığı, 15 Haziran 1991’de rakibi Mesut Yılmaz’a kaptırdı. Kaldı ki Anavatan’da, Abdullah Gül gibi diğer adaylardan açık ara önde bir isim mevcut değildi.

Süleyman Demirel ise cumhurbaşkanı seçilince (17 Mayıs 1993), koalisyon ortağı Erdal İnönü vekâleten başbakanlığı yürüttü. Tansu Çiller, 13 Haziran’da DYP Genel Başkanı oldu; 25 Haziran’da da başbakanlık koltuğuna oturdu. Demirel’in işaret ettiği İsmet Sezgin kongreyi kazanamadı.

“DYP ve ANAP’ın yapısı AK Parti’den farklı” diye düşünenler çıkabilir. Ama ben şahsen, AK Parti’nin içinde hem Erdoğan’ın öfkeli tavrından hem de yolsuzluk iddialarının üzerinin örtülmesinden rahatsız olan çok sayıda insanın olduğunu düşünüyorum. Geçici bir dönem gibi gördükleri için ses çıkarmıyorlar. Dolayısıyla, aynı Özal ve Demirel gibi Erdoğan’ın da kongreye hâkim olamayacağını olsa bile bu hâkimiyetin ancak kısa bir süre devam edebileceği kanaatini taşıyorum.

Yazının tamamı için tıklayınız...