Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan'ın; “Silahı ve terörü kutsayan söylemler, siyaseti öne çıkaran İmralı’yı anlamsızlaştırıyor. Bölge halkının seçtiği milletvekillerini tehdit eden, aşağılayan saygısız bir anlayış var. Ülkeyi terörden kurtarmak ne kadar önemliyse, siyaseti şiddetten arındırmak da o kadar önemlidir. HDP’nin işi kolay değil. HDP süreçte önemli bir misyon görüyor, Kandil’dekilerin bu misyonu zayıflatması, süreci zayıflatmak anlamına gelir” sözlerine ilk yanıt HDP Mersin milletvekili Ertuğrul Kürkçü'den geldi.

Kürkçü, Akdoğan'ın sözlerini yersiz bir yaklaşım olarak nitelendirdi ve "Hükümetin Öcalan'a dayandığı izlenimini vererek KCK'ya meydan okumaktansa KCK ile müzakere sürecini başlatması, müzakereye KCK'yı da dahil etmesinin en önemli konu olduğunu düşünüyorum." dedi.

İnternethaber.com sitesinden Nesrin Yılmaz ile konuşan Ertuğrul Kürkçü'nün açıklamaları şöyle:

Bu yaklaşım yersiz. KCK ile Öcalan ve KCK ile HDP arasında kategorik bir ayrışma olduğu varsayımına dayanıyor fakat bu ayrışmanın herhangi bir biçimde temellendirildiği bir olguya işaret edilmiyor. O nedenle bir kere bu temelsiz ayrıştırmayı anlaşılmaz bulduğumu söylemem lazım. İkincisi, Öcalan ve KCK aralarında herhangi bir çelişki olmadığını bugüne kadar defaatle söylediler. Hem KCK, "son söz Öcalan'ındır" dedi hem de Öcalan çeşitli kereler, KCK'ye görüşlerini aktardı ve bugüne kadar bir mutabakat içerisinde gelindi. Bugün bu mutabakatın koptuğuna dair bir gösterge yok.

‘NE ÖCALAN NE DE KCK SİLAH BIRAKMAKTAN SÖZ ETTİLER’

Eğer Kobani dolayısıyla ortaya çıkan protestolarda gerçekleşen çatışmalar gerekçe gösteriliyorsa, benim gördüğüm kadarıyla KCK'nin aşağı yukarı Öcalan'la aynı tutumu sergilediğini görebiliriz. Her ikisi de yağma, kundakçılık, işyerlerinin tahrip edilmesi, bazı kişilere yönelik saldırı şeklindeki davranışların herhangi bir biçimde savunulamayacağını ortaya koydular. Demek ki bu açıdan da bir problem yok. Geriye kalan tartışma, "silah bırakılacak mı, bırakılmayacak mı" tartışması. Bugüne kadar ne Öcalan, ne KCK bügüne kadar, son aşama olan yeni siyasal düzene geçilmeden silah bırakmaktan söz ettiler. PKK'nin silahlı gücünün Türkiye dışına çıkarılmasından söz ettiler, bunun dışında bir “silah bırakma” tartışması olmadı. Bu açıdan da Öcalan ve KCK arasında şu ana kadar bir farklılaşma, ayrışma gözlemlemiyorum.

HEYETİN GİDİŞİ ÖNCESİ PSİKOLOJİK BİR HAREKAT

Geriye, önümüzdeki döneme ilişkin bakışlar kalıyor. Bu açıdan Öcalan'ın ne dediğini henüz bilmiyoruz. Hükümetin, -şu an bizim bilgimiz dâhilinde olmayan- Öcalan'ın devlet heyeti ile görüşmelerini belki de aşırı bükerek yorumladığını, buradan kendine bir dayanak sağlama çabası içinde olduğunu görebiliriz. HDP heyetinin adaya gidişi öncesinde bir psikolojik harekât yürütüldüğünü düşünüyorum. Öcalan'ın 2013 Newroz'unda ortaya koyduğu çağrıyı, HDP benimsiyor, ben şahsen benimsiyorum, bugüne kadar bu konuda KCK'den de aykırı bir görüş gelmedi. Ancak, bu çağrıya paralel olarak hükümetin atması gereken adımları atmadığı konusunda ortak bir eleştiri var. Bu eleştiriyi HDP de, Öcalan da, KCK de yapıyor.

Akdoğan'ın açıklamalarını okudum, Akdoğan'ın saydığı, “Adım attık” dediği şeylerin hiçbiri doğrudan doğruya halkın hakları, hapishanelerde yatanlar, siyasi faaliyet gösterenlerle ilgili en ufak bir iyileşme ortaya koymuyor. Siyasi mücadele açısından yeni bir iklim kurulması, çözümün hedefi olan pek çok politik talep (yerel yönetim ve anadilde öğrenim talebi) kamusal alanda tanınmadı.

KAPLUMBAĞA YÜRÜYÜŞÜ

Neredeyse 2 yılda somut bir ilerleme olarak ortaya çıkan tek hükümet faaliyeti, aslında bir kanun olmanın ötesinde herhangi bir yaptırım gücü taşımayan bir kanun çıkarması ve sonra aynı kanunu Bakanlar Kurulu kararına dönüştürmesi... Bütün bunlara baktığımda bir kaplumbağa yürüyüşü görüyorum. Sonuç olarak halkın, bu süreçte “şunları elde ettik” diye kendisini somut olarak sürecin kazanımlarına ikna edeceği bir şey yok. Bir de bunun tersi var, özellikle PKK'nin boşalttığı, geri çekildiği bölgelerin hepsinin güvenlik güçlerince denetim altına alındığı, kalekol yapımlarına hız verildiği dolayısıyla çatışmaya son verme isteğinin militarist hâkimiyetin güçlenmesiyle sonuçlandığını da görüyoruz, kanımca PKK’nin eleştirisi de buradan kaynaklanıyor.

‘HÜKÜMET MÜZAKEREYE KCK'Yİ DE DAHİL ETMELİDİR’

Öte yandan PKK'nin meseleye sadece Türkiye perspektifinden baktığı düşünülüyorsa bu da yanlış. Çünkü başından beri PKK'nin pozisyonu dört parçayla bağlantılıydı.

O nedenle Kobani'deki durum, diğer parçalardaki durum PKK’nin bütün parçaları kapsayıcı “silah bırakma” çağrısı karşısında temkinli davranmasına yol açıyor. Şu halde afaki bir biçimde bütün bu argümanları hiçe saymak, “Öcalan önemlidir başka hiçbir şey önemli değildir” diye yaklaşmak bence çok safdillik olur. Çünkü şu an karşımızda duran çatışmanın bir tarafı, Kürtlerin mücadelesi ve talepleri çoğuldur ve değişkendir. Bütün bunların ortaklığını aramak önemlidir. Hükümetin sanki Öcalan'a dayandığı izlenimi vererek KCK'ye meydan okumaktansa KCK ile müzakere sürecini başlatması, müzakereye KCK'yi de dâhil etmesinin en önemli konu olduğunu düşünüyorum.

Tabii ki bu süreçte HDP'nin de çok büyük bir önemi ve rolü var ama nihayet HDP süreçte çatışan taraf olarak değil, bütün bu çatışmanın ötesine seslenen bir siyasi dinamik olarak var. O nedenle eğer çatışmanın çözülmesi söz konusu ise hem Akdoğan'ın hem hükümetin KCK'nın öneminin farkında olmalarına rağmen bir yana itmeye çalışmalarının asıl büyük çıkmaz olduğunu düşünüyorum.

Eğer KCK olmasaydı Şengal'de Ortadoğu'nun en önemli katliamlarından biri yaşanmış olurdu, ve onlar yetişene kadar kısmen de yaşandı. Ama bunu PKK müdahalesiyle önlemek mümkün oldu. Kobani'nin düşmemesi ve burada Işid'in mevzi kazanmaması esasen PKK'nin konuya dahil olmasıyla gerçekleşti. Bu sürecin Türkiye çapında kabul görmesi, PKK’nin, KCK’nın sürece onay vermesiyle de çok yakından ilgiliydi. Dolayısıyla, sanki Öcalan'la halk arasında başka hiçbir düzey yokmuş gibi davranmak, aradaki en önemli politik, eylemsel, kültürel mücadele mekanizmaları ve dinamiklerini yok sayarak bir meydan okuma havasına girmek çözüm sürecinin ruhuyla bağdaşmıyor.

ÖCALAN'I ASIL ETKİSİZLEŞTİRECEK OLAN HÜKÜMETİN TUTUMU

Öte yandan Öcalan'ın sahip olduğu nüfuzu ve tesiri asıl azaltacak olan şeyin, o kendi sözünü söylemeden, kendi tutumunu ortaya koymadan hükümet yetkililerinin onun adına konuşması olduğunu düşünüyorum. Bundan daha garip bir durum olamaz. Aslında siyaset psikolojisi çalışmış olan herkes hükümetin bu tavrından Öcalan'ı etkisizleştirmeyi esasen onların hedeflediklerini çıkartabilir, çünkü kendi halkıyla ve kendi örgütüyle arasında bu kadar mesafe olduğu iddia edilen bir liderin liderlik kapasitesi üzerinde soru işaretleri belirir. Öcalan KCK ile anlaşma halinde değilse, halkı sevk ve idare etmiyorsa, o zaman neyin müzakeresi yapılıyor diye insanlar sormazlar mı?

Ben, bunların uzun vadeli çözüm hedefleri bakımından çok acemice davranışlar olduğunu düşünüyorum ve sürece de bir hizmeti olacağını düşünmüyorum. Ama meseleyi, önümüzdeki üç-beş ayı kurtarmak açısından okuyacak olursak, hükümetin bütün derdinin bu üç-beş ayı savuşturmak olduğunu görebiliriz. Ne var ki biz bir hükümetin oy hesabından değil tarihsel bir meseleden söz ediyoruz. Çözülmemiş Kürt meselesi Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün hükümetlerini eskitti. AKP hükümetinin de eğer hakiki bir çözüm adımı atmayacaksa bu eskimeden bağışık kalacağını hiç sanmam. Dahası, eğer bu mesele bir 10 yıl daha çözümsüz kalırsa bir devleti de eskitmiş olacağını söylemek mümkün.

Bülent Arınç'ın iki gün önce Bakanlar Kurulu sonrası yaptığı açıklama hakkında, Ertuğrul Kürkçü şunları söyledi:

‘BÜLENT ARINÇ'I CİDDİYE ALMIYORUZ’

Konuyla ilgili olan hemen herkes ve her çevre, Bülent Arınç'ın kendi kendine konuştuğu, herhangi bir görüşü temsil etmediği, herhangi bir aklı da ifade etmediği görüşünde. Bence Bülent Arınç, süreçle ilgili olarak haddinden fazla soru işareti doğmasına yol açtığı için bana sorarsanız hükümetin ayağına da takılan bir unsur haline geliyor, kendisini ciddiye almıyoruz.