Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Suriye savaşındaki son durumu, Türkiye’nin Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a tutumu ve PYD’ye ilişkin açıklamalarda bulundu.

Türkiye’de sol çevrelerin PYD’yi desteklediğini söyleyen Kalın, sol kesimin Rojava Devrimi’ni desteklemesinin paradoks olduğunu savundu.

Kalın, "Bu nasıl bir sol ki, Suriye’de Amerikan lejyoneri olmuş gruplar üzerinden solculuk yapıyor? Amerika’nın parası, silahı, propagandasıyla desteklediği grup üzerinden güya ‘Rojava Devrimi’ diye bir şey yaptıklarını söylüyorlar. Sol perspektif açısından çok ciddi bir paradoks, farkındalar mı bilmiyorum" dedi.

Esed meşruiyetini ve liderlik vasfını yitirmiştir, Suriye’nin geleceğini inşa etme gibi bir şansı kalmamıştır” ifadelerini kullanan Kalın, ”Bize sorarsanız Suriye’nin geleceği açısından orada ne DEAŞ, ne PKK ne de Esed olmalı. Suriye’yi derleyip toparlayacak olan yabancı savaşçılardan arındırılmış, Suriye halkının gerçek temsilcileri. Sünnisiyle, Nusayri’siyle, Arabıyla, Kürdüyle, Türkmeniyle gerçek temsilcileri” diye konuştu.

Kalın, Hürriyet’ten İpek Özbey’n sorularını yanıtladı.

*Suriye savaşı sonunda bitti, diyebiliyor muyuz?

Yaklaşık 7 yıldır devam eden savaşın yeni bir aşamasına geçtik. Çatışmaların kısmen durduğu, siyasi geçiş arayışlarının hız kazandığı bir dönemdeyiz. Türkiye-Rusya ve İran ile Astana süreci bir siyasi geçişi hedefliyor. Cenevre sürecine kıyasla Astana süreci daha somut neticeler üretti. Çünkü sahada olan garantör ülkeler burada somut kararlar aldılar. Nihai olarak Astana sürecinin BM çatısı altında toplanması için çabalarımız sürüyor. Geldiğimiz noktada şöyle bir tablo var: Yüzbinlerce insan ölmüş, milyonlarca insan mülteci olmuş, yerlerinden edilmiş. Bu siyasi geçişin sağlanması konusunda bir ittifak var ama nasıl olacağı konusunda görüş ayrılıkları da var.

*Esad’lı mı, Esad’sız mı konusunda?

Rusya ve İran “Esed kalmalı” diyor. Biz “Hayır, Suriye’nin geleceğinde Esed’in rolü olmamalı” diyoruz. Çünkü Esed meşruiyetini ve liderlik vasfını yitirmiştir, Suriye’nin geleceğini inşa etme gibi bir şansı kalmamıştır.

*Bunda kararlı mıyız?

Suriye’nin geleceği, demokratik, çoğulcu, şeffaf, yaraları saracak bir yönetimle ancak sağlanabilir.

*Esad PYD’yi düşman olarak görüyor artık. Düşmanlarımızın aynı olması da arayı düzeltmez mi?

Biz Esed konusunda tavrımızı belli ettik ve bunu da kendi çıkarlarımız için söylemiyoruz, Suriye’nin istikrarı, huzuru, barışı için söylüyoruz. Nasıl 2011’e kadar Cumhurbaşkanımız Esed ile iyi ilişkiler geliştirdiyse bugün de o niyetle Suriye’nin geleceğini Suriye halkının gerçek temsilcileri inşa edebilir diyoruz.

‘SURİYE’NİN GELECEĞİ AÇISINDAN ORADA NE DEAŞ, NE PKK NE DE ESED OLMALI’

PYD konusuna gelince; o konuda tavrımızı baştan beri ortaya koyduk. Amerikalılar’a anlattık. Bunun bir gün kendi başlarına bela olacağını da söyledik. Çünkü Amerika bu tecrübeyi Afganistan’da El Kaide ile yaşadı. O yıllarda El Kaide’yi, Usame Bin Ladin’i, “Sovyetler’e karşı savaşıyor, bunlar bizim çocuklar” diye desteklediler. Yarın PKK’nın kontrolden çıkmayacağını asla garanti edemezler. Bu politikaya son vermeleri gerekir. Hele ki DEAŞ bittikten sonra PYD’yi desteklemek için hiçbir gerekçeleri kalmadı. Gerekçe üretmeye çalışıyorlar şu anda. Bize sorarsanız Suriye’nin geleceği açısından orada ne DEAŞ, ne PKK ne de Esed olmalı. Suriye’yi derleyip toparlayacak olan yabancı savaşçılardan arındırılmış, Suriye halkının gerçek temsilcileri. Sünnisiyle, Nusayri’siyle, Arabıyla, Kürdüyle, Türkmeniyle gerçek temsilciler…

‘TÜRKİYE’DE PYD-YPG’Yİ DESTEKLEYEN, GENELDE KENDİLERİNE ‘SOL’ DİYEN ÇEVRELER VAR’

*Gerçek temsilciler kim?

Bir sürü insan var. Suriye Ulusal Konseyi var mesela, ama bunlara fırsat tanınmıyor, sesleri bastırılıyor. Eline silahı alan, Amerika’dan aldığı destekle eşkıyalık yapıp, fiili durum yaratıp, masaya oturmaya çalışıyor. Bir parantez açmak istiyorum. İlginçtir, Türkiye’de PYD-YPG’yi destekleyen, genelde kendilerine ‘sol’ diyen çevreler var. Sormak istiyorum. Bu nasıl bir sol ki, Suriye’de Amerikan lejyoneri olmuş gruplar üzerinden solculuk yapıyor? Amerika’nın parası, silahı, propagandasıyla desteklediği grup üzerinden güya ‘Rojava Devrimi’ diye bir şey yaptıklarını söylüyorlar. Sol perspektif açısından çok ciddi bir paradoks, farkındalar mı bilmiyorum. Zaman zaman bakıyorsunuz, sola ait olduğunu söyleyen çevreler, kendi zihinlerindeki eski devrimci fantezilerini PKK şiddeti üzerinden realize etmeye çalışıyorlar.

Şiddeti romantize, estetize eden yazıları nasıl yazdıklarına insan gerçekten inanamıyor. Eğer Marksist Leninist solcu bir perspektife sahipseniz bu Amerikan işbirlikçiliği ne? İkincisi PKK Türkiye’de Kürtlerin temsilcisi olmadığı gibi, PYD de Suriye’de Kürtlerin temsilcisi değildir. PYD-YPG ideolojisine bağlı olmayan, onların baskıladığı yüzbinlerce Kürt var. PYG-YPG güzellemesini de Amerikan basını yaptı. Neymiş, DEAŞ’a karşı savaşabilecek tek etkin güç bunlarmış.

*Değil mi?

Ben baştan beri şöyle düşünüyorum. Bu kendi kendini gerçekleştiren bir efsanedir. Amerika PYD-YPG’ye verdiği askeri, siyasi desteği bir başka gruba verseydi Suriye’de, o grup en iyi mücadeleyi yapan grup olurdu.

*Kime verebilirdi?

Hür Suriye Ordusu’na verebilirdi. Türkmenlere verebilirdi, PKK’lı olmayan Kürtlere verebilirdi. Bunlar DEAŞ’a karşı kahramanca mücadele ettiler zaten.

*Suriye’ye gelecek yıl gönderilecek mühimmat arasında uçaksavar mermileri de var. Oysa Trump, YPG’ye silah gitmeyecek sözü vermişti..

Biz bunu o telefon görüşmesi sırasında kulağımızla duyduk. Hatta, “Nasıl olur, hâlâ gidiyor mu” diye de bir tepki verdi. Cumhurbaşkanımıza, “Ben şimdi generallerime talimat veriyorum. Bundan sonra YPG-PYD’ye silah gitmeyecek” dedi. İki gün sonra Pentagon, “Silah sevkiyatımız devam edecek” diye açıklama yaptı. Bu nasıl bir Amerikan sistemi ben bilmiyorum.

*Bu tablodan nasıl bir çıkarımınız var?

Benim Obama döneminden beri gördüğüm; PYD politikasını dizayn eden ekip hâlâ görevde. Trump’a da aynı politikayı kabul ettirdiler. İşin özü bu. Son geldiğimiz nokta şu: Mayıs’ta Cumhurbaşkanımız Beyaz Saray’da da söyledi. “Eğer siz PYD-YPG ile devam edecekseniz hayırlı olsun. Biz bu operasyonun içinde yer almayız. Ulusal güvenliğimizi koruma, sınır güvenliğimizi temin etme noktasında da biz gereğini kendi imkân ve kabiliyetlerimizle kimseden de izin almadan yaparız.” Dolayısıyla YPG-PYD ve benzeri örgütler kaynaklı Türkiye’ye yönelik bir tehdit olduğunda hepsi bizim için meşru hedeftir.

*Vize açmazı, FETÖ belası, Sarraf davası… Daha önce bu boyutta kriz yaşadık mı ABD ile?

Amerikan yönetimlerinin Türkiye’nin ulusal çıkarlarını bu kadar göz ardı ettiği başka bir dönem hatırlamıyorum. İki temel meselemiz var Amerika ile. Biri PYD-YPG, diğeri FETÖ... Saydığınız vize, New York’taki dava bunun türevleri. Amerika da YPG’nin ne olduğunu biliyor. Onun için de SDF (Suriye Demokratik Güçleri) gibi isimler uydurarak bunu kamufle etmeye çalışıyorlar. Bunun bir kandırmaca olduğunu biliyoruz.

*Diyelim ki DEAŞ’la YPG aracılığıyla savaşıyorlar; peki niye FETÖ konusunda adım atmıyorlar?

Bizim beklentimiz müttefikimiz ABD’nin, bu konuda derhal bir adım atmasıydı. Darbeyi FETÖ’nün yaptığı belli. Peki bu örgütün elebaşları nerede, Amerika’da. Nasıl oluyor da bu adamlar Amerika’da bu kadar rahat gezebiliyorlar? E doğal olarak kamuoyunda “Bu işin arkasında Amerika mı var” diye sorulmaya başlanıyor. Biz bunu Amerikan yetkililerine ilettiğimizde “Bizde yargı bağımsızlığı var” diyorlar. Biz sizden hukuk dışı bir şey istemiyoruz ki! Bu insanlar hakkında kesinleşmiş hükümler var. Suçluların iadesi anlaşması kapsamında iadelerini istiyoruz. Bu adamlar Amerikan sistemini manipüle ederek Türk-Amerikan ilişkilerini zehirlemeye çalışıyor, bu oyuna gelmeyin. Maalesef somut bir adım görmedik.

*Kim koruyor?

E, Amerikan sistemi içinde bunları koruyan, kollayanlar var demek ki, kendilerini bu kadar güvende hissediyorlar. Bu bir ihtilaf konusu olarak duruyor. Bunun çözülmesini istiyoruz. Aynı şey Amerika’nın başına gelse, bizden ne beklerlerdi? Bu tür örgütlerin zararları konusunda Batılı ülkelerden daha büyük hassasiyet ve ciddiyet bekliyoruz. Bunu bugüne kadar göremedik.

1000 YIL SONRA AYNI TABLO

*‘Ilımlı İslam’ tanımını doğru buluyor musunuz?

Hayır. İslam’ın başına hangi tabiri getirirseniz getirin bu eksik olur. İslam kendi başına bir bütündür. Radikal İslam, ılımlı İslam gibi tanımlar, İslam’ın kendisinde bir eksiklik olduğu ve o tanımla bunun tamamlanacağı varsayımına dayanır ki, bu İslam inancının temel ilkeleriyle uyuşmaz.

*Peki nereden çıktı bu?

90’lı yıllarda Soğuk Savaş döneminin sona ermesiyle iki kutuplu dünyanın sona erip tek kutuplu dünyanın ortaya çıktığı dönemde Batı’da bazı kesimler “Kızıl tehlike dönemi bitti, yeşil tehlike dönemi başlıyor” diye bir tez öne sürdüler. Somut gerçeklere dayandığı için değil, küresel sistemin bir ‘öteki’ne bir ‘düşman’a ihtiyacı vardı, o da üretildi. Tamam, İslam adına şiddeti meşrulaştırmaya çalışan gruplar vardır. El Kaide gibi DEAŞ gibi…

Söyleşinin tamamı burada.

Kaynak: Hürriyet