Araştırmacı-yazar Foti Benlisoy, Hükümet'in ve 'havuz medyası'nın sarıldığı "Kabataş yalanı"nın işlevine ilişkin bir yazı kaleme aldı. Benlisoy, yazısında, bu yalana sarılmanın esas nedeninin, iktidarın Gezi direnişini "cumhuriyet mitingleri" furyası olarak damgalayamamasından kaynaklı olduğunu belirtti; Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın tam da bu nedenle Gezi direnişi boyunca direnişçileri "camilerde içki içmekle", "başörtülü kadınlara saldırıda bulunmakla" itham ettiğine dikkat çekti. Benlisoy, "Kabataş yalanında ısrarın nedeni, onun AKP’nin şahsında cisimleşen neoliberal otoriterizme dönük her muhalefeti, 'Fatih-Harbiye' dikotomisinin güncellenmiş bir versiyonu içinde yalıtmanın yollarından olması," dedi.

Foti Benlisoy'un "Kabataş yalanının işlevi" başlıklı yazısı şöyle:

Gezi’nin ikinci günü olmalıydı. Gezi daha büyük, kitlesel bir ayaklanma halini almamıştı. Gündüz vakti, parkta bir toplantı arasında yanımıza başörtülü, orta yaşlı bir kadın yaklaştı ve hararetle bize, evinin uzakta olduğunu, çocukları komşuya bıraktığını, iki saatlik bir zamanı olduğunu, sonra evin yolunu tutması gerektiğini, bu iki saatte nasıl bir yardımda bulunabileceğini sordu. Bu sorunun muhatabı olan hepimiz sanırım afallamıştık. Daha o ilk günlerde Gezi’nin nasıl bir toplumsal etki yarattığını, tabir caizse bir çekim merkezi haline gelmekte olduğunu daha idrak edememiştik.

Gezi ayaklanmasının gücü, mevcut siyasal saflaşmaların ötesine çağıran özgürlükçü, anti-otoriter bir çıkış olmasıydı. Hükümeti ve kişisel olarak Erdoğan’ı telaşa sevk eden tam da direnişi mesela yeni bir “cumhuriyet mitingleri” furyası olarak damgalayamamaları, kendi meşreplerine uygun siyasal (kültürel) kategorilere tıkıştıramamalarıydı. Erdoğan tam da bu yüzden direniş boyunca direnişçileri camilerde içki içmekle, başörtülü kadınlara saldırıda bulunmakla itham etti. Direnişi kültürel terimlerle tecrit etmeye, “has evladı” olması hasebiyle temsil ettiğini öne sürdüğü “millete” bulaşmasını engellemeye çalıştı, hâlâ çalışıyor.

Kabataş yalanı bu “tecrit” stratejisinin baş köşesindeydi kuşkusuz. Amaç, Gezi’yi ve muhalefeti “kültürel” olarak belli bir “mahalleye” özgüleyip onun diğerine sirayetine mani olmaktı. Yani Kabataş yalanı, AKP’lileri Gezi karşısında sokağa dökmekten çok AKP tabanından ya da genel “muhafazakâr-mütedeyyin” kitleden Gezi’ye doğru olası kopmaların önünü almaya dönüktü. Hedef alınan, Gezi için iki saatini vermeye koşan o başörtülü kadındı, onun gibilerin Gezi’ye katılımının önünü almaktı.

Kabataş yalanında ısrarın nedeni, onun AKP’nin şahsında cisimleşen neoliberal otoriterizme dönük her muhalefeti, “Fatih-Harbiye” dikotomisinin güncellenmiş bir versiyonu içinde yalıtmanın yollarından olması. Erdoğan’ın otoriter popülizminin, milliyetçi-muhafazakâr düşünce dünyasına has “Batılılaşmış elitler” ile “derin millet” arasındaki kültürel yarığı seferber etmek üzerine bina olduğu malum. Erdoğan’ın en büyük “becerisi”, siyasal ve sosyal çatışma ve çelişkileri bu kültürel ayrıma/çatışmaya indirgeyebilmesi. Kabataş yalanı da camide içki içildi de iftirası da bundan…

Tam da bu nedenle Kabataş yalanını sadece deşifre ederek işlevsiz kılamayız. Onun anlam ve işlev kazandığı o çerçeveyi, yani siyasetin özcü-kültüralist bir saflaşmaya sıkıştırılmasını geçersiz kılamadığımız, siyasetin bir “mahalleler kavgası” düzeyine indirgenmesini bertaraf edemediğimiz müddetçe böyle pespaye yalanların dahi alıcısı olacak maalesef.

Uzatmayalım ve asla unutmayalım. Gezi direnişinin açığa çıkardığı o muazzam toplumsal kabarış, AKP’nin tabanında yaratabildiği çatlaklar oranında gelişebilir, kazanabilir.

Bu yazı, fotibenlisoy.tumblr.com adresinden alınmıştır. Gitmek için tıklayınız