Bir taraftan batıdan gelen tazyik, öbür yandan Kürt hareketinin çatışmasızlığın anlamsızlaştığını açıklayarak yaptığı hamle, Türkiye’yi yeni bir hatta zorluyor. Davutoğlu’nun “stratejik derinliğinin” bu labirentteki makul yolu görmeye yetmemesi, IŞİD’in Kobanê kuşatmasını desteklemesi, Kürtlerin büyük savaşını beraberinde getirebilir.

İrfan Aktan / zete.com

IŞİD’in Kobanê’yi istila etmek için iki haftadır sürdürdüğü kuşatmanın Türkiye’ye yansıması şimdiden ağır sonuçlar yaratmaya başladı. Kobanê’de IŞİD ilerleyişi sürdükçe, Türkiye’de de gerilim artıyor. Bu gerilimin ilk sonucu, Bitlis’te HPG ile TSK arasında yaşanan çatışmaya takviye güç olarak giden polislerden üçünün kazada ölmeleri oldu. Böylece “çözüm sürecine” AKP eliyle konan dinamit artık patlamış bulunuyor. Kobanê, Türkiye sınırlarının dışında olsa da, Kürdistan sınırlarının içinde. Haliyle, Kürdistan sınırları içinde konumlanmaya çalışan IŞİD’in Kuzey’deki Kürtleri teyakkuza geçirmemesi beklenemezdi. Günlerdir Kobanê halkıyla dayanışmak için Suruç sınırında toplananlara polis ve jandarma saldırılarının Kürt siyasetçilerinde yarattığı öfkeyi HDP milletvekili Aysel Tuğluk dışa vurdu ve polise taş atarak direndi.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Tuğluk’un tepkisine şöyle yanıt verdi: “Askerimize taş atan milletvekiline sesleniyorum. Biz size gül atmaya devam edeceğiz ama o taşlar Türk milletinin vicdanına atılmıştır.” “Türk milletinin vicdanı” üzerine bilahare tartışırız ama şu an güncel olan mevzu, AKP hükümetinin attığı “güller”. Zira Kürt hareketinin öncü kadroları, Davutoğlu’nun “gül” dediği şeylerin “gülle” olduğunu ifade ederek sert mesajlar yayınlamaya başladı. Bilindiği gibi Roboski katliamından tam bir yıl sonra başlayan “çözüm süreci” boyunca da hükümet Kürtlerin gündelik hayatını, politik aktivitelerini silah zoruyla dizayn etmekten geri durmadı ve tüm bu müdahaleleri “gül” olarak algılatmaya çalıştı. KCK operasyonları BDP’lileri PKK’nin baskısından kurtarmak için yapılıyordu örneğin! Yüksekova’da amca-yeğenin infazı, çözümü bitirmek isteyen provokatörlere müdahaleydi mesela! Medeni Yıldırım’ı Gezi şehitleriyle aynı fotoğrafa sokanlar, Kürtleri de Gezi “provokasyonuna” dâhil etmeye çalışan derin güçlerdi!

Süreç” boyunca Kürt hareketi, Öcalan’ın beyanatları dolayısıyla mukabeleden geri durdu. Ancak Rojava’da yaşananlar, iki yılını doldurmak üzere olan “çözüm sürecini” de hazin bir bitişin eşiğine getirdi.

Bayık’ın 2009’daki uyarısı

KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık, 4 Ekim 2009’da, o dönemki KCK operasyonları ve Türkiye’nin mütecaviz siyaseti dolayısıyla “Kürtler son büyük savaşa hazırlanmalı” demişti. Hatırlayalım; o tarihte de bir “çözüm süreci” yaşanıyor ama Kürt siyasetçileri gruplar halinde hapse atılıyordu. “Son büyük savaş” Ağustos 2012’de Şemdinli, Çukurca hattında PKK’nin yoğun eylemleriyle belirmiş, ancak sonbaharda sönümlenmişti.

Bayık’ın hazırlığının yapılmasını istediği son büyük savaşın muhatabı şu anda IŞİD olarak görünse de, özünde Türkiye. Bayık’ın Amberin Zaman’a verdiği mülakattan anlaşılıyor ki, PKK’nin Türkiye’de çatışmalara başlaması an meselesi. Şöyle diyor Bayık: “Biz ilan ettiğimiz ateşkese uyduk ama onlar uymadılar. Ve savaşı durdurmamızdan yararlanarak Rojava’da halkımıza karşı savaş başlattılar. Biz onlara süre verdik. Dedik ki Eylül sonuna kadar adım atmazlarsa savaş yeniden başlar.” Bayık’ın aynı mülakatta Öcalan’a yönelik yoğun bir psikolojik baskı olduğunu ifade etmesi, daha da ötesi Öcalan’ın barış görüşmelerini yapmakla mükellef olduğunu, savaşa ise kendilerinin karar vereceğini hatırlatması, AKP açısından bir hayli zorlu bir döneme işaret ediyor. Hatırlanacağı üzere mevcut süreç, 2012’nin son aylarında (Şemdinli-Çukurca savaşının hemen ardından) tüm cezaevlerinde PKK’lilerin başlattığı açlık grevini Öcalan’ın devreye girip sonlandırmasıyla başlamıştı. Hemen akabinde de 2013 Newroz’unda Öcalan’ın o meşhur deklarasyonu açıklanmış ve PKK militanlarının bir bölümü, medyanın da gözlemleri eşliğinde Kandil’e çekilmişti. Bu, çatışmasızlığın kalıcı bir barışa dönüştürülmesi açısından tarihi bir fırsattı. Ancak o dönemde de belirttiğimiz gibi Suriye’deki iç savaş dolayısıyla AKP zamana muhtaçtı. PKK’yle varılabilecek bir çatışmasızlık mutabakatı, Türkiye’nin Suriye planlarında elini kolaylaştıracaktı. Buna rağmen Kürt hareketi barış için strateji geliştirirken, AKP ise bunu bir taktik olarak algıladı ve Kürt isyanını dindirerek dizginleyebileceğine inandı. Suriye planının tutması halinde de Kürtlere yönelik çok daha sert bir müdahaleye girişecekti. AKP’nin IŞİD’e bunca yatırım yapmasının temelinde de bu plan yatıyordu.

7 ay önce Öcalan ve Bayık

Nihayet sürecin başından itibaren, tüm kriz dönemlerinde devreye girip soğukkanlılık çağrısı yapan Öcalan bile, Kobanê’deki gelişmelerin de etkisiyle, Bayık’ın 2009’daki çağrısını tekrarladı: “Sadece Rojava’da değil her yerde yüksek yoğunluklu savaşa hazır olun.” Bu, Öcalan’ın 2013 Newroz’undan bu yana ifade ettiği en sert uyarı olmakla birlikte, Kürt hareketinin de beklentilerini karşılar nitelikteydi. Yine hatırlanacağı gibi 2014 Newroz’unun Diyarbakır kutlamaları sırasında Cemil Bayık’ın süreci değerlendiren videosu bir milyonu aşkın insana meydanda dinletilmiş, ardından da HDP’liler Öcalan’ın mektubunu nakletmişti. Söz konusu iki açıklamada Bayık’ın karamsarlığıyla Öcalan’ın iyimserliği dikkat çekiciydi. Daha o zaman Bayık, Türkiye’nin çözüm konusunda kılını kıpırdatmadığını, AKP’nin çözüm önündeki en büyük engel olduğunu beyan ederken, Öcalan tarihi sürecin devam ettiğini vurguluyordu.

Aradan geçen 7 aylık süreçte IŞİD’in Rojava ve Güney Kürdistan’daki etkinliği ve Türkiye’nin bu etkinlikteki rolü, Öcalan’ın iyimserlikteki ısrarını da berhava etti.

IŞİD hâlihazırda Türkiye’nin Kürtlerle savaşının aparatı işlevini görmekle beraber, PKK ve Öcalan’ın hedeflediği Ortadoğu’daki muhtemel sistemin altına da dinamit koyuyor. Zira IŞİD’in sistematik olarak uyguladığı vahşet, mezhepsel ve etnik çatışmaları kalıcılaştırmayı da hedefliyor. Bu bağlamlı çatışmaların kalıcılaşması, farklı inanç ve etnisitelerin onmaz bir biçimde ayrışması. PKK’nin, Öcalan’ın ve Rojava’daki kantonların hedeflediği demokratik konfederal bir Ortadoğu’yu imkânsız hale getirecek. Belki de AKP’nin Kürtlerle uzun vadede başetme stratejisi tam da budur. Dolayısıyla, her hâlükârda IŞİD tamamıyla bertaraf edilmeden, Türkiye’de kalıcı bir çözüm yolundan bahsetmek mümkün olamayacak. Kürtlerin Kobanê direnişi zaferle sonuçlansa da sonuçlanmasa da, Kürtlerle AKP iktidarı arasında telafisi zor bir güvensizlik yeniden inşa edilmiş durumda.

Erdoğan’ın New York’taki dönüşümü

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin IŞİD konusundaki tavrından çark ettiğini New York’ta ilan etti. Ancak Erdoğan’ın Türkiye dönüşüyle beraber IŞİD konusunda etkin bir mücadeleye girişilmesi de beklenmiyor. Türkiye’nin IŞİD’e sırt çevirmesi kolay değil. Belki ellerinde rehineler kalmadı ama AKP’yi her alanda köşeye sıkıştıracak ilişkilerini ifşa etme tehdidi bile rehinelerden çok daha caydırıcı bir önlem olarak IŞİD’in elinde bulunuyor olmalı. Yapılan değerlendirmelere göre ise AKP, IŞİD’in muhtemel saldırılarından çekindiği için bu örgüte açıktan cephe alamıyor. Oysa meselenin sadece IŞİD tehdidi değil, AKP ile IŞİD arasındaki ortak çıkar beklentileri olduğu açık. Erdoğan’ın New York’ta, batılı ülkelerden “IŞİD’i vururken Esad’ı da aradan çıkarın” yollu talebi kısmen de olsa bunun dışavurumu olarak görünüyor. Suriye’de AKP’nin de katkısıyla harlanan ateş Türkiye’yi yakmak üzereyken, Erdoğan’ın hâlâ serin bir yayla tahayyülünde bulunması, 2011’de girişilen stratejiden geri durulmadığını otaya koyuyor. Oysa zaten IŞİD, tam da o stratejinin artıklarından biri olarak sahneye çıktı. Buna göre IŞİD-El Nusra gibi radikal İslamcı çeteler eliyle Esad devrilecek, Rojava devrimi dizginlenecek ve nihayet AKP güdümlü Özgür Suriye Ordusu ipleri eline alacaktı! Nasıl olsa IŞİD-El Nusra gibi savaşta kullanılan kirli silahların “gömülmesi” kolay olacaktı! Ama anlaşılan Davutoğlu’nun “stratejik derinliği” IŞİD’in esas aktör olup ÖSO’yu da devre dışı bırakacağını öngörmeye yetmedi.

Ayrıca 7 Haziran 2012’de Adıyaman’da konuşan Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın bu bağlama oturtulabilecek beyanatını hatırlayalım: “Türkiye’ye ayak bağı olacak her konuda gerekli çalışmalarımızı yapıyoruz ve tüm sorunların üstesinden geleceğiz. Bu yeni dönemde de Türkiye’de değişim ve gelişim tüm hızıyla devam edecek ve kazanımlarına yenilerini ekleyecektir.” AKP’nin bu hayalden hâlâ vazgeçmemiş olması, onun Kürtlerle mücadelesinin IŞİD eliyle veya değil, devam edeceğini gösteriyor.

IŞİD’e kurşun sıkmadan müdahale

Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, IŞİD karşıtı koalisyona dâhil olmanın illa IŞİD’e kurşun sıkmayı gerektirmediğini ifade etti. Bunu tersinden de okumak mümkün: IŞİD’e destek olmanın illa Kürtlere kurşun sıkmayı gerektirmediği açık. Hâlihazırda Kobanê’nin doğu, güney ve batı cephelerinden saldıran IŞİD’e Türkiye’nin kuzeyden sınırı “koruyarak” destek verdiği çok açık. Kobanêli gençlerin Suruç’tan geri dönmelerinin engellenmesi, Kuzey’deki Kürtlerin günlerdir destek için geldikleri sınır boylarında gazlanması, IŞİD bayrakları karşı köylerde dalgalandığı halde TSK’nın sukutunu sürdürmesi, Cizire Kantonu’nun Kobanê’ye desteğinin engellenmesi ve dahası hâlâ bazı AKP milletvekillerinin “IŞİD’e değil, onu yaratan zulme bakın” yollu beyanatları, IŞİD’e verilebilecek açık destek başlıklarından sadece birkaçı.

AKP, IŞİD eliyle Rojava ve Güney Kürdistan’da etkinlik yaratma gayesinin hüsranla sonuçlandığını henüz idrak edebilmiş değil. Tayyip Erdoğan’ın New York’a gittikten sonra IŞİD karşıtı koalisyonda askeri olarak da yer alacaklarına dair beyanatlarına rağmen BM Genel Kurul’unda yaptığı konuşma sırasında karşısında neredeyse hiçbir muhatap bulamamasının, hükümetin stratejisini gözden geçirmesine vesile olup olmayacağını yakın zamanda göreceğiz. Fakat nasıl ki AKP hükümeti Gülen Cemaati’yle kurduğu ittifakı bozarken onmaz bir biçimde hırpalandıysa, IŞİD’le irtibatını kesmesinin de epey bedelleri olacağının farkında. Ama IŞİD karşıtı koalisyona yönelik temkinin, Türkiye’yi çok daha büyük bedellere mecbur bırakacağı da açık. Bir taraftan batıdan gelen tazyik, öbür yandan Kürt hareketinin çatışmasızlığın anlamsızlaştığını açıklayarak yaptığı hamle, Türkiye’yi yeni bir hatta zorluyor. Davutoğlu’nun “stratejik derinliğinin” bu labirentteki makul yolu görmeye yetmemesi, IŞİD’in Kobanê kuşatmasını desteklemesi, Kürtlerin büyük savaşını beraberinde getirebilir. Deneyimler göstermiştir ki, barış müzakerelerini başarıya ulaştıramayan ülkeler, müzakere öncesindekinden çok daha büyük yıkımlarla karşılaşırlar. Bu yıkıcı dönüşe müsaade etmemek, AKP’yi IŞİD’le savaşmaya zorlamak, barış isteyen herkesin boynunun borcu.